Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

Adem / yokluk var mıdır?

Varlık ve yokluk felsefecilerin üzerinde durarak içinden çıkamadığı iki temel kavramdır. Yokluk / Adem nedir? Yokluk var mıdır? Var yok olur mu? Yokluktan varlık nasıl meydana gelir? Gibi bir dizi sorunun cevabını varlık, yokluk kavramları çerçevesinde ele almışlardır. Bizim bu konuda söz söyleme cesaretimiz olamaz; ancak Kur’ân-ı Hakîmin mu’cize-i maneviyesi ve hakikatli bir tefsiri olan Risale-i Nur penceresinden baktığımız için cesaretle bazı konuları anlamaya çalışabiliriz.  

Her şeyden önce şunu kesinlikle ifade edebiliriz ki Allah her şeyi adem-i sırftan, yani hiç yoktan yaratmıştır. Yüce Allah’ın yoktan yaratması iki şekildedir. Birincisi, “adem-i sırftan” yani hiç yoktan yaratmasıdır. (Sözler, 2004, s. 861) İkincisi ise adem-i zahiriden vücûd-u hâricîye çıkarmaktır. Bu da ya ibda ve ihtira, yani hiçten ve yoktan vücut verir, ona lazım olan şeyi de hiçten icat edip eline veriyor. Veya inşa ve sanat iledir ki, kemâl-i hikmetini ve çok esmasının cilvelerini göstermek için unsurlardan bir kısım mevcudatı inşa eder. (Lem’alar, 2005, 451-452) Bu ikinci yaratılışta eşyanın mahiyeti ve sureti zahiren vücûd-u hâricide yoktur ancak ilm-i muhit-i ilâhide her şeyin kader kalıbı vardır. Yüce Allah her şeye muhit ilmi ve her şeye şamil kudreti ile bir anda bir kibrit çakar gibi veya göze görünmeyen bir yazı ile yazıyı göstermek için sürülen bir ilaç gibi veya fotoğrafın aynasındaki resmi kâğıda geçirmesi gibi gayet kolay bir surette ilminde planları ve programları ve mânevi miktarları bulunan eşyayı emr-i “kün feyekûn” ile adem-i zahiriden vücûd-u hariciye çıkarır. İlmî mahiyeti olan eşyaya vücud-u haricî verir. Aynı şekilde de harici vücudu çıkarır ve ilm-i ilâhiye göndererek adem-i zahiriye mahkum eder. (Şualar, 2005, s. 45-46)

Her şeyin ilk yaratılışı adem-i sırftandır. Yani tamamen yoktan yaratır. Hazinesi yokluktur. İkinci defa yaratılışı ve terkip suretinde yaratılması ise ilmindeki manevi varlığındandır. Kaderi Ezelde yazılan kaderî ve ilmî varlık, ilm-i ilâhide tayin edildiği şekliyle, irade ve kudreti ile vücûd-u hâriciye çıkarılır.

Bu anlatılan hususlar maddi varlıklar ve eşya için söz konusudur. Bunun dışında insanların ve canlıların fiilleri vardır ki bunları yaratan da Allah’tır. Çünkü yüce Allah “Sizi ve sizin amellerinizi yaratan Allah’tır” (Yasin, 36:35; Saffât, 37:96) buyurur. İnsanın amellerini yaratan Allah’tır; ancak amellerin yaratılışı insanın irade ve kesbinden sonradır kulun iradesine uygundur. Bu sebeple sorumluluk insana aittir.

İnsanın amelleri ve fiilleri ya ademe veya vücuda namzettir. Bunlar da ikiye ayrılır. İnsanın amelleri ya ebediyete intikal eder ve daimi bir vücut kazanır veya ademe gider, yokluğa mahkum olur. Amelin devamı ve ahirete ait faydası olmaz. İnsanın Allah’ın emri ve yasağı olmayan ve beşeriyet icabı yaptığı fıtrî amellerin manevi vücudu olmadığı gibi günah ve vebal denen manevî mesuliyeti mucip de değildir. Bu fiiller ve ameller boşu boşuna yok olur gider. Günah bir fiil olmadığı için cehennemde de olsa manevi bir vücuda ınkılab etmez.

İnsanın fiili olan ameller ahiret açısından üçe ayrılır. Birincisi Allah’ın emri olan ve rızası için yapılan ameller. İkincisi, Allah’ın yasakladığı ve yapılmaması gereken ameller. Üçüncüsü ise ne emri ve ne de yasağı olmadığı ama insanlık gereği ve fıtrat icabı işlenen fillerdir. Allah’ın emri olan ameller kullar tarafından yapılırsa Allah bunlara “Vücut” verir. Şayet bu ibadetler “ibadet niyeti” ile yapılırsa hayat bulur ve canlanır. “İhlâsla” işlenirse o zaman da hem hayata hem ruha kavuşur ve ebediyete intikal eder. Cennette sümbül verir. Bu ameller “Her şey fena bulur” ayetinin hükmüne dâhil olmaz, çünkü “li-vechillahtır” ebediyete intikal eder. Allah rızası için işlenen amellerin tümü, farz, vacip ve sünnet olsun bu durumdadır.

Allah’ın yasakladığı fiiller ve haramlara gelince bunların işlenmemesi istendiği halde kullar tarafından yapılması Allah’ın öfkesini çeker. Bu sebeple Allah bu gibi fiilleri ahirette azap ve ikap, cehennem ateşi ve zakkumu olarak iade eder. Bu amellerin karşılığı da ebediyette cehennem sümbülü verir. İman tuba-i cennet tohumunu taşıdığı gibi, küfür de zakkum-u cehennem tohumunu saklar. (Sözler, 2004, s. 34) Ahirette her biri sümbül verir.

Üçüncü şık olarak mubah olan amellerdir. Bu ameller de şeriata, sünnet-i seniyyeye uymak niyeti ve ihlasla işlenirse o zaman hayatlanır ve ruh kazanır “lillah” ve “livechillah” olduğu için ademe ve yokluğa gitmez ve vücuda kavuşur ve ebediyete inkılap eder. Sünnet-i seniyyeye uymak şartı ile insan ömrünün tamamını ebedileştirir. Bu nevi ameller de cennette sümbül verir ve ebedi bir vücut kazanır. Sünnete uyma ve ibadet kastı ile Allah rızası kastedilmeyen ameller ademe mahkumdur. Bir an vücut bulur ama hayatı olan niyet ve ruhu olan ihlastan yoksun olduğu için camittir ve ademe gider.

Bütün ehl-i tahkikin icmâıyla, vücut hayr-ı mahzdır, nurdur. Adem şerr-i mahzdır, zulmettir. Bütün hayırlar, iyilikler, güzellikler, lezzetler, vücuttan neş'et ettiklerini ve bütün fenalıklar, şerler, musibetler, elemler, hattâ mâsiyetler ademe râci olduğunu ehl-i akıl ve ehl-i kalbin büyükleri ittifak etmişler.

“Cehennem adem âlemlerini vücuda çıkaran bir âlemdir. Bu sebeple Cehennemin vücudu bin derece idam-ı ebedîden hayırlıdır ve kâfirlere de bir nevi merhamettir. Münkir dalaleti sebebi ile ya idam-ı ebedî ile ademe düşecek veya cehennemde de olsa bir vücud-u daimeye mazhar olacaktır. Cehennem aleyhinde bulunmak ademe taraftar olmaktır ki, hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına taraftarlıktır.  Cehennem ise, hayr-ı mahz olan daire-i vücudun Hâkim-i Zülcelâlinin hakîmâne ve âdilâne bir hapishane vazifesini gören dehşetli ve celâlli bir mevcut ülkesidir. Hapishane vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri vardır.” (Şualar, 406, 411-412)

Varlıklar Allah’a bakan yönü ile vücut kazanırlar. Varlıklar da üçe ayrılır. Birincisi camit varlıklar. İkincisi ruhani varlıklar. Üçüncüsü ise her ikisinden ortaya çıkan fiiller ve oluşumlardır. Bunların çoğu nefse ve insanın menfaatine bakar. “Her şey fena bulur” (Kasas, 28:88) ayeti gereği nefse ait ve nefsanî olan her şey fena bulur. Burada mana-i ismi ve mana-i harfî devreye girer. Her şey nefsinde manay-ı ismi ile fanidir, mefkuttur, hâdistir, mâdumdur. Fakat manay-ı harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmasına aynadarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibariyle şahittir, meşhuttur, vâcittir, mevcuttur. Nefis hesabına yapılan şeylerin vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücut verse, kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikîden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümât-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikînin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. (Sözler, 776)

Bediüzzaman ayrıca izah sadedinde “Her şeyin iki yüzü vardır: Birisi: Enaniyetle vücuttur. Bu ise, ademe gider ve ademe kalb olur. İkincisi: Enaniyetin terkiyle ademdir. Bu ise Vâcibü'l-Vücuda bakar, bir vücut kazanır. Binaenaleyh, vücut istersen, mün’adim ol ki vücudu bulasın” (Mesnevi, 2006, s. 112) buyurarak her şeyin Allah’a bakan yönünün vücuda, nefse bakan yününün de ademe gideceğini ifade eder.

İman ve Allah’a intisap ciheti ile bir an yaşaması ebedî bir vücut kadar kıymettardır. İman ve imandaki şuur ve intisapla bâki ve mânevî vücutlar sahip olunabilir. İman olmazsa, bütün o vücutlardan mahrum olmakla beraber, zâhirî vücudu dahi onun hakkında ademe ve hiçliğe gider gibi zayi olur. (Şualar, 114)

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.