Adliye Kürtleri hiç inkar etmedi

Adliye Kürtleri hiç inkar etmedi

Şanlıurfa’nın kanaat önderlerinden, “AB Sürecinde Türkiye’yi Tanıtma Derneği” Başkanı Abdülkadir İkbal ile yaptığımız röportaj

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber

 

Şanlıurfa’nın kanaat önderlerinden, “AB Sürecinde Türkiye’yi Tanıtma Derneği” Başkanı Abdülkadir İkbal ile yaptığımız röportaj:

 

Açılım ile ilgili düşüncelerinizi almak istiyoruz. Zamanlaması doğru mu? Sorunu çözecek mi?

 

Evvela açılımı gündemine alan Risale Haber’e teşekkür ediyorum.

 

Bu Türkiye’nin en büyük meselelerinden birisi. Kanayan bir yaramız. Evlatlarımızın kanı gidiyor. Üçyüzmilyar dolar paramız gitti bu işte ve  sonuç da yok. Böyle devam ederse daha çok kaybederiz. O nedenle zararın neresinden dönersek kardır. Said Nursi Hazretleri çok evvel ne kadar büyük bir hadise olduğunu, ilerde ne kadar büyük sonuçlar doğuracağını ferasetle gördüğü için mükemmel tedbirler sunmuştur. Her zaman geleceğe ferasetle bakanlar doğru teşhis koyar. Ferasetle geleceği göremeyenler kör dövüşü yaparlar.

 

Said Nursi Hazretleri aslında Türkiye’nin en büyük yaralarından birine parmak basmıştır. Ta ne zamandan beri. Osmanlı zamanından beri başlayan bir serüven var. Said Nursi Hazretleri niçin Van’da, Bitliste, Diyarbakır’da bir üniversite talep ediyor? Sebep ne? Sebep şu… Buradaki milletlerin kaynaşması, birleşmesi, Alemi İslam’ın bir araya gelmesi için, ittihadı İslam’ın pekişmesi için… Said Nursi Hazretleri bir şey yaptı bunu devletten talep etti. Bu üniversiteyi halktan para toplayarak, milletten para toplayarak böyle bir şey yapayım demedi. Özellikle bu projeyi devlete götürdü. Çünkü bu proje devletin projesi olduğu zaman etkili olacak ve hakikaten de milletler arasında toplumlar arasında toparlayıcı birleştirici bir çalışma olacaktı. Peki ne idi bu proje? Bu projenin üç temel hedefi vardı.

 

Evvela din ilimlerini fen ilimleri ile beraber okutmak. Avrupa seviyesinden daha ileri bir seviyede ilim tahsil etmek. Hem dinini hem dünyasını öğrenen bir toplum meydana getirmek, böyle bir açılım yapmak.

 

Bu açılımın gerekli olduğunu Said Nursi Hazretleri ta o zaman görmüştü. Sultan Abdulhamid’e teklifi götürmüştü fakat maalesef onu iyi anlamadılar. Ona yanlış şeyler teklif ettiler. Dediler ki “biz sana maaş verelim. Teklifini geri çek.” Verdiği cevap şuydu “ben hayatımı rüşvet vermeye geldim, ben rüşvet almaya gelmedim.” Öylese dediler “bu delidir. Bu teklifi kabul etmeyen olsa olsa delidir.”

 

Padişah-ı zişanın böyle bir hediyesini reddetmek kimin haddine… Ama Said Nursi Hazretleri “ben üniversite istiyorum, paranız bana lazım değil paranız sizin olsun… Ben halkımın dertlerini taleplerini sunmak için buraya geldim” dedi. Onun üzerine deli diye tımarhaneye koydular. Sonra akli seviyesini muayene için gelen doktor rapor verdi dedi ki, “Said Nursi deliyse dünyada akıllı yoktur.” Neyse bıraktılar. Fakat Üstad Hazretleri bu işin peşini bırakmadı.

 

Mustafa Kemal döneminde de aynı teklifini TBMM’ye götürdü, 163 mebus kabul etti bir bütçe koyarak yapılması için karar alındı ama daha sonra yine bazı engeller çıktı yapılmadı. Said Nursi’yi bu önemli çalışmalarına karşı mükafat (!) olarak hapsettiler, hapishanelerde, zindanlarda, sürgünlerde hayatını devam ettirdiler. Yani Osmanlı onu tımarhaneye attı Cumhuriyet dönemi onu hapishaneye attı.

 

Said Nursi Hazretlerinin projesi neydi? “Üç dille burada eğitim yapacağız” diyordu. Üç lisanla nedir bunlar? Arabi vacip, Kürdi caiz, Türki lazım. Bu üç milletin birleşmesiyle Alem-i İslam arasında ittihat meydana gelecektir. İran, Turan, Arap, Kürt kim varsa bu projenin etrafında birleşeceklerdi ve mükemmel bir birliktelik meydana gelecekti.

 

Said Nursi Hazretleri bir şey daha söylüyor. “İttihadı İslam bu asırda en büyük bir farzdır.” Bakın “en büyük bir farzdır” diyor. İttihadı İslam. Yani İslam birliğinin meydana gelmesi en büyük bir farzdır. Bunu nasıl temin edecekti. Elbette bu sadece camilerde konuşmakla, makaleler yazmakla bu iş olmaz. Bu bir devlet projesiydi, eğitim projesi. Eğitimden sonra devlet bu projeyi ne yapacaktı? Alem-i İslam arasında uygulamaya geçecekti. Evvela insanlar gelecek orada kaynaşacaklar, birleşecekler, birbirlerini anlayacaklar, kardeşliklerini ilan edecekler, bu kardeşlik sonra ne olacak? Bu kardeşlik bu defa siyasi alana taşınacak ve siyasi alanda makes bulacak. Ve sonuç alınacaktı.

 

 

Fakat bunu yapmamakla beraber kendileri de bir şey ortaya koymadılar. Hadi diyelim Said Nursi Hazretleri dinlemediler. Bu bir mollaydı, şarktan gelmiş, şarkın dağlarından, “biz bunu dinleyecek değiliz” dediler. Böyle bir değerlendirmeyle kabul edelim, bir mazeret olarak kabul edelim. Peki!.. ortaya ne koydular? Ortaya öyle bir sistem koydular ki, bu milleti parçalayan, bu milleti bölen, Alemi İslamla bağlarını koparan, can damarlarını kesen bir proje ortaya koydular. Tamamen İslam aleminden koptular ve yüzlerini batıya doğru yöneldiler.

 

Said Nursi Hazretleri burada bir tesbiti var diyor ki; “Batıdan kanunları almak şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.” Ben şimdi o cümleyi tam olarak hatırlamıyorum.   Bizim hayatımız, can damarımız İslam Alemidir. Ekonomik yönden, siyasal yönden her yönden bizim can damarız İslam alemiyledir. Bu proje bizi İslam âleminden kopardı. Ne oldu, ne dediler? Efendim “Türkün Türk ten maada dostu yoktur, Türkiye Türklerindir, herkes Türk olacak.”

 

Bakın benim yanımda üç tane belge var, resmi belge, eski ehliyetin kopyası, fotokopisi. Burada benim köyümün adına ne diyor? “Cembel.” Bunu bana devlet vermiş. Şimdi bunu geçtik. Sonra bana bir nüfus kağıdı verdiler baktım ki benim köyüm “Geçiş” olmuş… Benim haberim yok.

 

Siz diyorsunuz ki, Yunanistan’da, Bulgaristan’da veya Romanya’da, şurada burada “asimilasyon uygulaması var, asimilasyon uygulaması olduğu için de köy isimleri değişiyor” diyorsunuz o ülkelere itiraz ediyorsunuz. Peki orada bunu iddia ederken burada ne yapıyorsunuz? Benim haberim olmadan, bana danışılmadan, benimle görüşülmeden benim köyümün ismini değiştirmek doğru mu?  Hem ne işe yarar. Harran’ın ismini Altınbaşak koydular tutmadı. Millet hiç bir zaman Altınbaşak ismini kullanılmadı tekrar Harran yapmak zorunda kaldılar. Şimdi diğer köyler de aynı durumda. Halk bu isimleri kullanmıyor, bilmiyor. Yani en yakın köyler dahi diyorsun ki filan köy neresi, diyor ki “Allah Allah bu neresi.” Eski ismi söylüyorsun biliyor.

 

Peki şimdi açılım bu işi çözebilecek mi? Güven veriyor mu size? Yani hükümet hakikaten bu işi becerebilecek mi?

 

Bu projenin başarılı olmasını diliyoruz, istiyoruz, arzu ediyoruz ve destekliyoruz. Ama  Anayasaya baktığımızda diyor ki, “Bu milletin Resmi dili Türkçe’dir.” 3. maddede söylüyor. 4. maddede de diyor ki, “3. maddenin değiştirilmesi için teklif bile yapılamaz.” Böyle maddeler var. Bu maddeleri nasıl aşacak doğrusu ben bunu merak ediyorum. Sayın İçişleri bakanı Beşir Atalay’ın da bir açıklaması var. Diyor ki “biz köy isimlerini şimdi değiştirmeyi düşünmüyoruz ilerde millet talep ederse olur.” Kim talep edecek? Nasıl talep edecek? Birbirine vekalet mi verecek, köyün halkının bütünü mü yapacak? Yoksa bir temsilci mi yapacak? O da belli değil.

 

 

Milletvekilleri bir çok yerde müracaat etmişler.

 

Olabilir. Yani güzel olur. Şöyle bir şey diyelim evvela resmi kanunlardan girelim. Şimdi ben buraya Kürdistan desem beni hapse atarlar. Doğru mu?

 

Reisicumhur bu kelimeyi kullandı. Irak için kullandı. Büyük tepki aldı. Dediler “sen nasıl kullanırsın Kürdistan kelimesini.” Ama ben Irak’a gittim, benim pasaportuma Irak değil Kürdistan damgasını vurdular.

 

Şimdi ben başka bir konuya geleceğim. Televizyonlarda Rumeli dizileri var. Peki bu ifadeden rahatsız oluyor muyuz? Hayır!... Trakya bölgesi aynı zamanda Rumeli olarak anılır. Doğru mu? Doğru. Ben rahatsız olmuyorum, televizyonda var. Şimdi siz Kürdistaneli diye bir dizi çekebilir misiniz? Bunu şuna benzetiyorum yani, Osmanlı döneminde bunların ismi oydu. Osmanlı döneminde de oraların ismi Remeliydi. Osmanlı döneminde kullanılan bu ismi kullanıyorlar.

 

E ama burası kullanamıyor. Halbuki ne olacak bir coğrafya ismidir. Yani Urfa da bir isimdir Antep de bir isimdir. Bunun gibi bir şey yani. Osmanlı döneminde ne Türkler, ne Kürtler,  ne Araplar arasında bir problem mi vardı? Kendileri Türk olduğu halde, ırken millet olarak Türk oldukları halde Türk Devleti dememişler. Ne demişler Osmanlı devleti demişler. Bir isim koymuşlar. Bu isim etrafında herkes birleşmiş. Hıristiyanı, Müslümanı, Yahudisi, Alevisi, Sünnisi, bu isim üzerinde birleşmişler. Bir çatışma bir problem olmamış. Devlet böyle bir bölücü politika izlememiş. Herkesi aynı ismiyle, rengiyle, diliyle kabul etmiş.

 

Sonra bir konuya daha geleceğim. Türkiye’de bunun da çok münakaşası yapıldı dediler ki, Kürt var mı? Yok mu? Kardeşim siz hiç adliye dosyalarına bakmaz mısınız? Hiç adliyeye gitmediniz mi? Hiç hakimlerle konuşmaz mısınız? Bakın onbinlerce dosyada şöyle bir uygulama var. Hakimlerin uyguladığı bir uygulama…

 

Sanık veya mağdur veya şahit geldi, Türkçe bilmediğinden, Kürtçe, Zazaca veya Arapça konuşuyor. Yani üç dil burada mahkeme zabıtlarında var. Türkçe bilmiyor ne yapalım peki o zaman bir tercüme koyalım. Zazaca bir tercüman buluyorsunuz veya Kürtçe bilen bir tercüman buluyorsunuz, yahut da Arapça bilen bir tercüman olacak diyorsunuz ve ne yapıyorsunuz vatandaşın ifadesini bu şekilde alıyorsunuz.

 

Ve bir de özellikle mubaşirler alınırken Adliyeye Kürtçe bilen, Zazaca bilen ve Arapça bilenler tercih ediliyor. Ben adalet komisyonu yazı işleri müdürlüğü yaptım. Tayin işlerini de ben yapıyordum, bu işler böyle yürüyordu.  Türkiye’nin mahkemeleri, bu memlekette, bu yörede üç milletin varlığını kabul etmiş. Ve bu dosyalar temyiz mahkemesine gittiği zaman temyiz mahkemesinde de bunlar itiraz görmeden tasdik ediliyor. Yani, fiilen bu uygulanıyor.

 

Şimdi belli bir mesafe alındı. O dediğiniz zamanlar aşıldı. Hükümet de “Kürt açılımı” ile bunu çözmeye çalışıyor. Siz Beşir Atalay’ın “şimdi biz isimleri değiştiremeyiz” sözlerini aktarıyorsunuz. Ayrıca, “Anayasayı değiştirmek mümkün değil” dediniz. Yani, bu işe hem anayasal engel var hem de hükümetin bazı ters ifadeleri var. Sizce hükümet bu işte samimi değil mi?

 

Sayın Başbakan bundan birkaç ay evvel olan sözleri var. “Ben PKK’ya terörist demezlerse DTP’nin elini sıkmam ve görüşmem” demişti. Başbakan seçimlerden evvel bir şey daha söyledi. ”Ya sev, ya da terket” diye bir tabir de kullandı maalesef. Bu ifadeler bizi gayet rahatsız etmişti. Ama bugün farklı davranıyor. Hatasından dönmek de fazilettir. Biz kimsenin hata yapmasından memnun olmayız. Hoşumuza da gitmez. Mutlu da olmayız. İsteriz ki insanlar hatalarından geri dönsünler. Fakat sanki bir şey oldu. Amerika, Irak, Türkiye yan yana geldi. Birden bir açılım başladı. Bu dosyalar açılmaya başladı. Başbakanın söylemleri değişti. Sayın Abdullah Gül daha evvelden beri zaten bu işe sıcak bakıyordu.

 

 

Gayet güzel… Geçmişte ne olursa olsun… Önemli olan sonuçta bu memlekette insanların kanının dökülmemesi, insanların zarar görmemesi, insanların mutlu olmasıdır. 40-50 bin insanımız gitti. Ne kadar faili meçhul olaylar var belli değil. 300 milyar dolar gitti, sonuç alınamadı. Şimdi sonuca bakmak lazım. Evet şimdi sonuca varmak lazım.

 

Öncelikle bir anayasa değişikliği yapılmadan mümkün değil. Kürtlerin bütün haklarını elde etmesi mümkün değil. Bu anayasanın değişmesi lazım. Bunlar nasıl aşılacak? Belki üniversitelerde hukukçular, bilim adamları sosyologlar vardır. Bilim adamları bu devrede araya girip kafa yormaları lazım. Bu iş benim işim değil. Hepimizi aşan bir mesele. Yani Türkiye’deki bilim adamları, hukukçular, sosyologlar, kanaat önderleri bir araya gelip bu konuda ne yapılabilir ciddi manada mutlaka değişiklik nasıl olacak tespit edip ortaya koymalılar ve o şekilde çözüm olur.

 

Kürtler genel olarak ne istiyor?

 

Kürtler fazla bir şey istemiyor, benim nüfus kağıdıma bir Kürt yaz, dilimi serbest yap okuyayım, yani başkaca bir şey değil. Kürtler şunu diyor, “beraber yaşayalım, beraber mutlu olalım, bu memleket hepimizin.” Bakın ben İstanbul’u kime terk edeceğim, ben İzmir’i kime bırakacağım, İstanbul da benim, İzmir de benim, Bursa da benim, Mersin de benim, Adana da benim. Bizler böyle düşünüyoruz. Elbette aykırı düşünenler her yerde olacaktır. Bunları ciddi bir azınlıktır. Hangi Kürde sorsak “Ben İstanbul’dan,  İzmir’den vazgeçmem” diyecektir. Mümkün değil adam vazgeçmez… Dayısı orda, amcası orda akrabası orda, kızı orda, damadı orda, alışverişleri var, gidiş gelişleri var.

 

Yani şimdi ne yapalım kalkıp durup dururken ayrı bir topluluk haline mi getirelim? Buna ne gerek var? Birlikte yaşamakta çok büyük bir mutluluk var. Çok büyük bir güzellik var. Çok büyük bir rahmet var. İlahi rahmet de burada var. İslamiyet ve dinimiz de bunu emrediyor. Aslında problem bu yöreden çıkmadı, devletin problemidir. Kürtler de bu problemi çıkarmadı. Yani ben şimdi bu olayı kimse diyemez ki sen böyle bir problem çıkardın. Hayır. Böyle bir şey yok. Türkler de bu problemi çıkarmadı.

 

Halklar arasında bir problem yok diyorsunuz…

 

Evet, halklar arasında bir problem yok. Mesela bu yörenin insanı gidiyor Karadeniz’de fındık topluyor. Karadenizli gidiyor Van Gölü’nde balık tutuyor, üç ay geçimini öyle sağlıyor. Bir kısmı Adana’ya gidiyor pamuk topluyor. Adana’nın biçerdöverleri gidip Muş’ta, Ağrı’da, Kars’ta ekin kaldırıyor. Hiçbir problem yok…

 

Bu kadar kan dökülmesine rağmen halklar arasında bir problemin olmamasının sebebi sizce nedir? Neye bağlıyorsunuz?

 

Sebebi şu. Bizi birleştiren bizi kaynaştıran, şuurlu olmasa bile genlerine işlemiş bir anlayış vardır. “Müslümanlar kardeştir” anlayışı ve inancı halkları her zaman bir arada ve dost olarak tutuyor. Bu kardeşlik anlayışı kalktığı zaman herkes kendi milletini ön plana çıkarır. Ben Kürdüm der ötekisi ben Lazım der ortalık karışır. Bu kardeşlik duygusunu aşılayan da İslamiyettir, dindir. Allah bizi birbirimize bağlamış. Yani ayrı dil kullanmak ayrı bir ırktan olmak neden ayrılık sebebi olsun? Yani bu ayrılık, bir zenginliktir, bir güzelliktir. Bir bahçeye girip çiçekler çoksa, ağaçlar çoksa çok güzel, çok güzel bir bahçedir. Tek ağaç tipi varsa tek çiçek tipi varsa o son derece fakir bir bahçedir. Yani zenginlik varken fakirliğe niçin sahip çıkalım. Bunun için geçmişimizi irdeleyerek, görerek nasıl beraber yaşadık, nasıl beraber yükseldik, nasıl beraber işbirliği yaptık, bunları görmemiz lazım.

 

Türkiye’de sadece Kürt probleminden başka açılıma eklenecek ne gibi problemler var sizce?

 

Türkiye’de sayarsanız dünya kadar problem var. Ama öncelikli olan problem budur bence.

 

Yani bu problemlerin hepsini ele alıp demokratik açılım içinde çözmek mümkün mü?

 

Şimdi bana göre; demokrasi partiden başlar. Lider sultası kaldırılmalıdır. Liderler karar vermemeli. Kimin milletvekili olacağına vatandaş kendisi karar vermeli. Şimdi milletvekili, milletin vekili ise elbette millet seçmeli. Ama uygulama öyle cereyan etmiyor. Millet seçmiyor, parti seçiyor. Bir liste hazırlıyor ve devlete veriyor. “Benim adaylarım budur” diyor. Bana göre bu milletvekili değil… Peki kimin vekilidir? Partinin vekili olunca da parti liderinin isteklerini yapıyor milletin değil.

 

Hükümetin bir projesi var mı sizce?

 

Açıklamasa da aslında hükümetin bir projesi var. Aklında bir şeyler var. Partinin kuruluşunda ben de vardım. Kürt problemi hakkında bir rapor istenmişti, o rapor ellerinde duruyor. Ama ne yapıyorlar siyaseten “biraz daha zamana yayalım, bakalım başkaları ne diyecek, başka ne teklifler gelecek” diye nabız yokluyorlar. Bana göre siyaseten bu davranış doğru bir davranıştır.

 

Beşir Atalay “toplumsal mutabakat olmazsa açılım olmaz” dedi. Buna ne diyorsunuz?

 

E doğrudur bence… Yani herkesin bunda bir katkısı, emeği olması lazım. Fakat Türkiye’de ben bazı şeyleri anlayamıyorum. Mesela MHP’nin kaybedilmiş hangi hakkı var ki? Yani Türk kardeşlerimin kaybedilmiş hangi hakları var? Lisan Türkçe, devlet Türkiye, para Türk Lirası, her şey Türk. Peki siz ortalarda ne geziyorsunuz Allah aşkına? Ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Evet senin kaybolmuş hangi hakkın var? Hangi meselen var? Sana verilmeyen hakkın nedir?

 

Devlet Bahçeli sanırım bir adım atmış “Kürtçe konuşan vatandaşlarımız kardeşlerimizdir” demiş bu cümle yumuşamanın alameti mi?

 

Evet ona benzer bazı şeyler söylüyorlar. “Ben ne kadar Türksem o kadar da Kürdüm” de diyorlar.  Yahu!.. Yapma etme, sen bari onu söyleme. Ben desem ki, “gel madem öyle  her şeyi değiştirelim Türk kelimesi yerine Kürtçe kelimeyi koyalım.” O zaman sen gene bunu söyler misin? Bana göre sen her şeye karşı çıkarsın. Türkçe olması, paranın Türk Lirası olması benim zoruma gitmiyor. Yani beni rahatsız etmiyor. Ama ben şimdi öyle bir şey desem kıyamet kopar. Demek ki, Türkiye’de Kürt probleminden ziyade Türkçülerin problemi var? Türklerin değil Haşa… Türkçülerin problemi var. Türkçüler problem çıkarıyorlar. Türkçüler için diyorum. Türkler için demiyorum kesinlikle. Türkçü ayrıdır, Türk ayrıdır. Türke saygı duyarım. Ama Türkçü ayrı bir şey.

 

Devletin politikası da biraz Türkçülükle mi ilgili?

 

Zaten sistem öyle ayarlanmış. Bu sistemin baştan aşağıya kadar dizayn edilmesi lazım. Yani Anayasadan tutun, kanunlardan tutun, yönetmelikler, uygulamalar bunu bir şekle bir hale sokulması lazım. Yoksa bu böyle gitmez. Yazık olacak yani. Elimize de bir fırsat geçti. Bu fırsatı iyi değerlendirmek lazım. Bu fırsatı kaçırırsak, başkaları yine gelir bu yarayı kaşırlar, içte ve dışta çok büyük problemler daha meydana gelebilir. Biz insanlarımızı kaybetmek istemiyoruz, ülkemizi kaybetmek istemiyoruz, paramızı kaybetmek istemiyoruz.