Safa MÜRSEL
Af veya suça teşvik
Siyaset kurumu, günlük gerekçelerle hapishane boşaltacak bir karara zorlanıyor.
Bir ülke işgal edildiği ve o ülkede kaos istendiği zaman, bunu isteyenlerin ilk işi hapishaneleri boşaltmaktır.
Aklı başında hiçbir yönetim, kamu vicdanının kabul etmeyeceği böyle riskli bir işi, hukuk adına bilerek yapmaz ve yapmamalıdır.
Kişinin can, mal ve hak kaybına yol açan aflardan beklenen pozitif sonuçları aldığımız söylenemez.
Yakın tarihimizdeki iki örnek bunun açık delilidir. Siyasi saiklerle çıkarılan 1974 affıyla Türkiye, adım adım 12 Eylül 1980 darbesine sürüklenmiştir.
Bir diğer örnek, 1999’da Rahşan Ecevit’in kadın duygusallığıyla “kader mahkumları” diyerek gündeme getirdiği af, adi suçlar için adeta yenileme ve güncelleme anlamına geldi. Bu aftan yararlanarak dışarı çıkanların en az yüzde yetmiş-sekseni, tahliyeden birkaç ay içinde tekrar suç işleyerek hapishaneye döndüler.
Hapishanelerin çok dolu olması affın gerekçesi olamaz.
Uyuşturucu ve hırsızlık suçları başta olmak üzere suç oranlarında hissedilir artış yaşanırken af öngörmek devlet eliyle suç teşviki anlamına gelecektir.
Geçmişte karşılığı alınmamış, aksine daha derin sosyal ve siyasi sıkıntılara yol açmış af gerçeğimiz ortada iken af düşünülmemelidir.
Af, öncelikle münhasıran şahsa bağlı olması gereken bir haktır. Suçtan zarar görenin kabul ve rızasıyla gerçekleşebilir. Hiçbir otorite, mağdurun zarar ve kayıplarını telafi etmeden ve mağduru razı etmeden af yapamaz.
“Bir masum, rızası olmadan bütün insana da feda edilmez. Kendi ihtiyarıyla, kendi rızasıyla kendini feda etse başka meseledir.” Gerçek adalet, mağdurun rıza alınarak tesis edilir.
Mağdurun hakkını ve rızasını dikkate almadan yapılan düzenleme önce adaleti, sonra toplumun hukuka olan güveni tahrip ediyor.
Siyaset kurumu, adi suçlar için af yapma yanında, affın alanını genişletme gibi bir zaaf sergiliyor. Sıklıkla başvurulan mali aflar, dürüst mükellefi açısından eleştiri konusudur. Mali aflara bakarak, “ben vergimi zamanında ödedim de suç mu işledim?” diyen serzenişleri sıklıkla duyuluyor.
Son yıllarda mali alanda, adil olmayan aşırı yanlışlık ve haksızlıklar yapıldı. Çekini ödemeyerek, alacaklısını mağdur eden borçluların, kamu vicdanı ile alay edercesine “çek mağduru” ilan edildiğine şahit olundu.
Sanayici veya esnaf, özellikle son yirmi yılda sattığı malın bedeli olarak ve ödeneceğine güvenerek aldığı ve karşılıksız çıkan çekler sebebiyle büyük mağduriyetler yaşadı ve yaşıyor. Çek alacaklıları, af anlamına gelen kanun düzenlemeleriyle adeta korumasız duruma düşürüldü. Karşılıksız çeki “ekonomik suç” kabul eden devlet, bu suçu affedecekse, önce çekin bedelini alacaklıya ödemeli, sonra suçluyu af etmelidir. Hiçbir yükümlülük altına girmeden, sonucu af anlamına gelen düzenleme yapmak, yönetim hikmeti ve adaletiyle izah edilemez.
Adalet gözetilerek hak ve hukuka uygun iş yapılacaksa, mağdurun veya yakınlarının rızasını almadan affa tevessül edilmemelidir. Siyasi bir manivela olarak affı kullanma geleneği yönetim anlayışımızdan çıkmalıdır.
Her şeye rağmen münferit, şahsa bağlı bir af yapma zarureti varsa, konu fail, mağdur ve kamu üçgeninde rızaya dayanan bir sonuca bağlanmalıdır.
Yaşadığı elim bir saldırı sebebiyle uzvunu kaybetmiş veya kalıcı yara alıp sakat kalmış, hakkını alamamış bir kimsenin, maddi-manevi mağduriyetini dert edinmeden, kamu gücünü suçludan yana kullanma anlamında af veya benzer düzenleme yapmak suçu ve suçluyu ödüllendirmektir. Bunun hukuk veya adalet olduğu söylenemez.
Vicdanlarda hukuka ve adalete olan güveni sarsacak her türlü teşebbüsten kaçınılmalıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.