Makûsen mütenasip

Yaşı ilerlemiş bizim jenerasyon eski kuşak, hep eski dönemin hasretini her vesile dile getirirler.

Geçmişte yaşananları hatırlamak, vazgeçilmez sohbet malzemesidir.

Avcılık ve atıcılık kulübü üyeleri gibi.

Hep tekrar edilen “nerede ah o eski ramazanlar!...” veya “o eski günler!...” gibi.

Kıyaslama neye göre, belirsiz.

Hasretini çektiği eski ramazanlar falan değil. Geçip giden gençlik.

Bir de eski dönemlerdeki başarı hikayeleri çok dillendirilir.

“Biz gençliğimizde şöyle uçardık, böyle kaçardık…” Kahramanlık hikâyeleri…

“İmkânsızlıklar içinde neler yaptık neler bir bilseniz” derler.

Tekrar sayısı bilinmez, Yeşilçam filmleri gibi.

Şu yolların, şu duvarların dili olsa da konuşsa…

Evet buna benzer hatıraları yaşı 60’ı aşmış bizim kuşaktan çok duyarız, duyarsınız. Bu satırların yazarı da aynı kesimden, aynı kuşaktan.

Olayın içinde olduğu için hissettiklerini yazıyor. Biz biliriz birbirimizi…

İşin aslı esası, yeni deyimle “Öz Eleştiri” yani “Nefis Muhasebesi” yapmaya cesaret edemediğimiz anlaşılmalı.

Peki bir mukayese yapalım

  • Eskiden ulaşım imkânları yoktu ama çok uzak mesafelere hizmet adına derslere gidip geliyorduk.
  • Şimdi imkân var ama haftada bir gün büyük bir hizmet ediyormuş gibi zorlana zorlana gidiyoruz. Basit bir bahane ile dersi asıyoruz.
  • Eskiden iletişim teknolojileri imkânı ve araçları yoktu ama irtibatta ifrat daha fazlaydı.
  • Şimdi aynı şehirde aynı mahalledeki insanlar aylarca birbiriyle iletişim kurmuyor. Elini cebine uzatıp “Alo!” demiyor.
  • Eskiden kitaba erişim, kitap temini zordu ama daha fazla kitap okunuyordu.
  • Şimdi kütüphane cepte daha az okunuyor.
  • Eskiden evlerimiz ve dersanelerimiz sobalıydı, konfor yoktu. Darsaneler kapasiteyi zorlayarak dolup taşıyordu.
  • Şimdi evlerimiz de dersanelerimiz de gayet konforlu çoğu boş duruyor. Haftada bir iki gün ancak değerlendiriliyor.
  • Vb…Misalleri çoğalmak mümkün.

Şimdi gelelim muhasebe ve müzakereye.

İster özeleştiri diyelim ister nefis muhasebesi fark etmez.

Fazlamız var eksiğimiz yok. Ancak faaliyet eylem yok derecede az.

Bu fetret ve tevakkuf dönemini sorgulamalıyız.

Zamanın ve dönemin suçu yok. Meselenin sebebini başka yerde aramak lazım.

Kendimizi sorgulamalı hesaba çekmeliyiz.

Dün derdimiz ve davamız vardı. Yani derdimiz davamızdı.

Şimdi öyle bir derdimiz yok gibi sanki. Hayatın konforuyla uyuşmuşuz

İnsanın derdinin olmaması en büyük musibettir.

“Derdime derman arıyordum, meğer derdim derdime derman imiş” İbrahim Hakkı Hazretleri.

Bütün eksiklikleri ve kusurları kendi dışımızdaki şartlarda görüyoruz.

Dar dairede nefis muhasebesi yaparak hatalarımızı görmek istemiyoruz sanki.

Geniş dairede ehli dünyanın kapıldığı haz ve hız odaklı hayatın sarmalında tatminsizlik ve şükürsüzlüğün bunalımının sonuçları sokak isyanları olarak tezahür ediyor.

Bir kısmı da kendi kendine homurdanıyor. “Şunun fiyatı şu kadar olmuş.” “Falan feşmekeşana şöyle demiş.” O da ona saydırmışmış.

Bütün dünyasını ekranın dört köşesine kilitlemiş. Algı yönetimin esiriyle karamsar, ümitsiz, hareketsiz, hastalıklı bir hâl almış.

Dava mava unutulmuş. Sonra kendine gelince “Ah nerede o eski ramazanlar, pardon o güzelim eski günler” diye hayıflanma.

Sokaklardaki şiddet ve hiddet olayları insanların iç dünyalarındaki boşluktan kaynaklı bunalımın dışa vurmasıdır. Sorumluktan sıyrılıp suçu kendi dışındaki şartlara dayandırmasıdır.

Ekrana kilitlenenler de insaniyet itibariyle olayın bir yüzünü görüp arkasını bilmediğinde aynı karamsarlık havasına giriyorlar.

Enerjisi düşüyor, bitiyor.

Böyle bir halet-i ruhiyeden dava adına şevk, heyecan, moral, motivasyon kalır mı yaaaa?

Dava adamı olmak sanki modası geçmiş bir durum gibi telakki edilir oldu.

İmanlı, inançlı insan dış dünyanın, kamuoyunun rüzgârlarından müteessir olmaz. Kendi üzerine düşeni yapar. Dünya bomba olup başına patlasa hedefinden şaşmaz. Bu ifadeler zamanı geçmiş antika cümleler gibi kaldı hafızalarda.

Sahip olduğu nimet ve imkânların şükrünü eda etmek için bir şeyler yapmak arayışında olur dava adamları. Onlar önden gitmiş. Yerini dolduranlar aranıyor.

“Ne yapmalıyım?” sorusu hayatın her anının suali olmalı. Her daim canlı kalmalı.

“Nasıl Yapmalıyım?” sualinin cevabını bulmak kolay. Cevaplar suallerdedir.

Başa dönecek olursak.

Hizmet performansımız sahip olduğumuz imkânlara göre makûsen mütenasiptir.

Yani imkanlar, kabiliyetler nispetinde hizmet, faaliyet üretimi beklenirken ters orantılı bir tablo var ortada.

Hangi ikaz bizi nodullar, dürtükler de bizleri ayıktırır? Final sorusu. Ağırlığı fazla.

Bizi ayıktıracak ikazları bize pahalıya satmaz inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum