Hilal ÇORBACIOĞLU
Afedersiniz “af”(f)eder misiniz?
Afedersiniz bayım?
Bahsedelim mi biraz sizden, bizden, insan kalan yanlarımızdan… En pahalı şeylerin bile ucuzladığı bu asırda, bu ucuzlatma rekabetinde payımıza düşenin neler olduğundan…
Akıl ve kalpten!
Adalet ve merhametten!
Acaba bu mevzudan bahsederken sorgular mısınız kendinizi siz de benim gibi deliler makamında seyredenlerden misiniz?
Ya da aklı başında gezenlerden mi?
Veyahut aklını başında zannedenlerden mi?
Aklına kalbini dercedemeyenlerden mi?
Ve bir sınıfa yerleşince yüreğiniz bu ifadeleri nakşeder misiniz?
Merhamet; tamamen kalple mi alakadar yoksa akılla da bir bağlantısı var mı bu iki duygunun? İkisi aynı yerde bulunabilir mi yoksa biri geldiğinde diğerine yol mu görünür? Veyahut ikisi aslında birlikteyken en anlamlı sonuç mu çıkar ortaya…
Kararlarımız ne kadar teğet geçiyor kendilerine….
Merhamet; iradedeki acziyetin gayri ihtiyarî bir aksülamelidir mi yoksa kendinizden başka her insanı maruz görebileceğiniz bir duygu durumu mu?
Gönül öylesine hassas bir terazi ki alemdeki her fenalıktan kendine bir sorumluluk payı biçer, günah verir gibi af dağıtırken, bir dilenci gibi insanlardan af diler. Bir süre sonra kalbi kasıp kavuran duygu bir süre sonra fikrileşir ve akılda ki o hassas adalet mengenesi bu temel üzere kurulur. Necip Fazıl’ın kitabı “Reis Bey”de "Başaşağı bir cemiyeti baş yukarı edecek kudret, her tarafın birbirini affetmesindedir" anlayışıyla cemiyet çapında manevi bir af ve merhamet tesisi kurma sevdasına girer.
“Baş aşağı bir medeniyeti başyukarı edebilecek bir kudret” olarak tasvir edilmesi akla çarpar önce… O kadar iksirli bir ilaç olarak algılanır ki bu duygu hep akla hem kalbe çarpar sonra…
İnsandaki kötülük iktidarını döve döve pekiştirmek yerine; hohlaya hohlaya yumuşatmak der öğretilerde… Adaletsiz merhamet merhametsiz adalet imkan dahilinde değildir. Sadece edebiyatçısı gafilane bir tavır, ukalası olmak merhametsiz bir duruş, sadece sözcüsü olmak hoyratça bir adım, taşıyıcısı ve kullanıcısı olmak ise en sağlıklı davranış… Mühürlü kalpleri açabilecek, insanın görmezden geldiği halleri ifşa edebilecek, kalpleri bütün nasırlı haletlerinden temizleyebilecek tek imkan…
“İnsan nefsinin beton çatısını tepesine dikmiş çırpına çırpına imkanlardan kaçarak yaşamaya çalışıyor” diyor Necip Fazıl. Her mühürlü kalbe sahip insanın kalbi kanar bu duyguyla tanışırsa… Ağlayabilenler, anlayabilenler, anlatabilenler…
Bu gruptan birine muhakkak yerleştirir. Ve nefsin o kalın duvarları şayet bu duyguyla karşı karşıya gelirse buzun suda erimesi misali erir gider…
Dini, milliyeti, ırkı, kimliği, kişiliği ne olursa olsun bir canlıya sadece canlı olduğu için içinde bulunduğu haletten dolayı acımak… Hırsıza, Katile, fakire, zengine, mazluma, zalime acıyabilmek… Kıyılanlara ve en çok da kıyanlara acımak… Adalet mefhumunu ifa ederken bile merhamet duygusunu o mefhumun içine imtizaç edebilmek…
Afedersiniz benmerkezli sisteme inat, hayatın merkezine kendinizi koymadan hastanedekini, hapishanedekini, köprü altındakini, villadakini af eder misiniz?
En çok da kendinizi? Hatalarınızı, sevaplarınızı, verdiklerinizi, aldıklarınız hesaba çekerek kalbinizi, kabrinizi, suretinizi, siretinizi af eder misiniz… Kalbinizde idama mahkum ettiklerinizi, gönlünüzde kalemini kırdıklarınızı, zamana kayıtlı olarak sizi listesinden silenleri, listenizden sildiklerinizi, ruhunuzu elinin içine alıp yumruğunu sıkıp sizi lime lime edenleri, sizin değer verdiğiniz her değeri değersiz görenleri, bu nedenle sizi mahkum edenleri, düşüncelerinize kelepçe vurup düşlerinizi perçinleyenleri af eder misiniz? Saldırmak için, sataşmak için kolladığınız o fırsatları yanımızda yıkıcı aletler taşısak da taşımasak da o duyguyu bir kenara koyup sadece bir varlığa var olduğu için, ruhu olduğu için kayırabilir misiniz?
Sınıflandırmalara sırtınızı dönüp ”Sen ocusun, ben bucuyum” “sen o taraftansın ben bu taraftanım” gibi ibareleri rafa kaldırıp, aranızdaki birliklere tutunup hoş görebilir misiniz birbirinizi… Azalan tahammül duygusunu biraz dinleyip neden bu kadar feryad ettiğine kulak kesilebilir misiniz? Orucu neden “tut”amadığını, namazı neden “kıl”amadığını, zekatı neden “ver”emediğini biraz sorgulayıp, sizi bunlardan uzak tutan rozetleri söküp çıkarabilir misiniz?
Kainat insanda insan kalbinde dürülmüşse kalbi talan etmek kabrini talan etmektir, kainatına zarar vermektir. Affedebilmek ise hem kendi içimizdeki iyinin iyileşmesine fırsat vermek, hem de affettiğimiz kişinin iyileşmesine izin vermektir. Acı çeken ve acı çektiren aynı odada buluşursa zalim diye bir sıfat yer bulamayacaktır.
O yüzden bayım geçici bir rahatlıkla rahatsızlık verdiysem afedersiniz. Ama lütfen bana olmasa da kendi iç sesinize cevap veriniz “af”edermisiniz?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.