Nizamettin MELİKOĞLU

Nizamettin MELİKOĞLU

Agnostik felsefe veya küfr-ü meşkuk

Agnostik felsefe diğer adıyla küfr-ü meşkuk, inkarcılığı rasyonel veya bilimsel bir temele oturtma çabasıdır.

Agnostisizm’in temsilcileri, Allah’ın varlığının aklımızla tam olarak bilinemeyeciğini, onun için ne varlığı ne de yokluğu hakkında kesin bir şeyi söylemenin mümkün olmadığını savunmuşlardır.[1] Agnostisizm İmam Gazali (ö. 1111) veya İmmanuel Kant’ın (1724-1804) eleştirel şüpheciliği ile karıştırılmamalıdır. Zira onların şüpheciliği, tahkike ulaşmak için taklidi teşkikat kılıncıyla yırtmak içindir.[2]

Agnostik felsefenin çıkış koordinatlarını tespit etmek için Batıda gelişen rönesans hareketinin sebeplerinin irdelenmesi gerekmektedir. Ortaçağda kilisenin en önemli özelliklerinden birisi, mütefekkir insanlara kapıyı kapatmış olmasıdır. Yani kilise dört temel İncil’in metinleri dışında hiçbir doğruyu kabul etmemektedir. Onun için kilise ile karşı karşıya gelen mütefekkirler engizisyon mahkemelerinde yargılanmış, kimisi ölüme, kimisi de hayat boyu zindanlarda yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Bu mütefekkirlerin en meşhurlarından birisi Galileo’dur. (ö. 1642) Kilisenin kabul ettiği dünya merkezli bir görüşü tartışmaya açan Kopernik’i (ö. 1543) savunan Galileo da kilisenin hışmına uğrayarak hayatını hapiste geçirmek zorunda kalmıştır. Yani kilise sadece dini alanın hakimi değil, sosyal ve ilmi çalışmalara da yön veren bir devlet otoritesidir.

Rönesans hareketinin diğer bir özelliği de skolastik düşünce yerine hümanist temelli (yani kilisenin kabul ettiği metinlerin yerine, insan aklının deneyler sonucunda kabul ettiği), sorgulayan ve kanıtlanamayan bir bilginin kabul edilmemesini savunan bir akımı Avrupa’da yerleştirmesidir. Bu batıda seküler bir yaşamın temellerinin oluşmasını beraberinde getirmiştir.

Böylelikle kilise sadece sosyal hayatta insanlar üzerinde etkisini kaybetmemiş, aynı zamanda insanların Allah hakkındaki düşüncelerini de haklı olarak rasyonel bir zemine oturtmaya çalışmalarına vesile olmuştur. Yani kilisenin ortaçağdan beri varolan katı ve sert uygulamalarını eleştirme refleksiyle ortaya çıkan rasyonalizm, kimilerinde Allah inancına da şüphe ile yaklaşımın gelişmesini beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla agnostik felsefe böyle bir tarihi sürecin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Günümüzde, Batıda artık sıcak veya heyecanlı bir agnostisizm tartışması yaşanmamaktadır. Çünkü din kamusal alandan neredeyse tamamen silinmiş durumdadır. Kiliseler sembolik bir anlam taşımaktan öte bir anlam taşımamakla birlikte, toplumsal bir işlevden de yoksun bulunmaktadır. Ancak İslam dünyasında durum böyle değildir. Onun için agnostisizm veya şeriatın asrımıza uygun olup olmadığı ekseninde yapılan tartışmalar, ilim ve münazara adabı dahilinde yapılmamakla birlikte, Müslüman toplumun belleğine operasyon amaçlı yapılmaktadır.

Bu tartışmalar her ne kadar ‘aydınlanma’ etiketleriyle veya Batı ülkelerinde olduğu gibi kilisenin yanlış uygulamalarına veya bilimsel çalışmaların önünü kesmeyi engellemeye yönelik hümanist bir fikri aydınlanma aktivitesi olarak sunulsa da, bunun baştan sona kadar yanlış bir karşılaştırma olduğu herkesin malumudur. Zira Endülüs İslam devletinde yetişen İslam alimlerinin, özelde Batıda rönesans hareketinin gelişmesinde, genelde de dünya medeniyetine yaptıkları katkılarıyla, İslam dininin bilim adamlarını ve bilimsel çalışmaları baştacı ettiğinin en net görünen kanıtlarından bir tanesidir.

Şimdi de agnostisizm fikrinin kişide psikolojik açıdan çıkış temellerini irdelemeye çalışalım.

Agnostisizm kişinin Allah’ı inkar etme sürecinde bir aşamayı ifade eder. Yani Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin tabiriyle “Nefis, tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden, tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temennî eder. Sonra mülâhaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar.” [3]

Dolayısıyla agnostisizm dinden çıkmadan önceki tasavvur ve mülahaza aşamalarına tekabül eder. Küfrü mutlak ve küfrü temerrüdiye girmeden bir önceki aşamadır. Küfre tam güvenmediği için kendini o alana tam manada teslim etmiyor. Ancak o alanla da bir nevi pazarlık yapmaktadır. Her iki alana da kendini teslim etmeden istifade etmek istemektedir. Bediüzzaman hazretlerinin tabiriyle devekuşu rolünü oynamaktadır. [4] Bu hakikatten ötürü olacak ki Cenab-ı Allah insana imanı teklif ederken ticarette yapılan pazarlık misalini vererek, Allah’a imanın ticari açıdan düşünüldüğünde bile nefsi ikna edecek bir pazarlığın/kârın imanda fevkalade bir şekilde bulunduğunu tasavvur ettirir. اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.” [5]

İslam dünyasında fikri açıdan kişinin agnostik veya deist labirentlere iltica etmesi, Müslümanlarda görülen zaafların İslamiyete veya bütün Müslümanlara maledilmesiyle başlayan bir mülahaza ve tasavvur serüvenidir. Veya kişi iman hakikatleri hakkında düştüğü bir şüphe veya vesveseyi aşamayınca bu tür bir seçeneği kendisine çıkış yolu olarak görmektedir.

“Evet, müşâhedemle sabittir ki, kat'î, yakînî burhanlarla deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta bir zafiyet görünürse, o kör olası nefis o kaleyi tamamen inkâr eder, altını üstüne çevirir. İşte nefsin cehaleti, hamakati, bu gibi insafsızca tahribattan anlaşılır.” [6]

Dolayısıyla agnostisizmde bilinçli/rasyonel bir çıkıştan çok, rasyonel olandan irrasyonaliteye bir sığınma sözkonusudur. Zira inkarcıların nefyinde bir kuvvet yoktur. Yanlış ve hataların sayısı ne kadar çok olursa olsun rasyonel bir değerleri, bir güçleri yoktur. Bir köyde yolu yanlış gösteren elli yetişkinin, yolu doğru gösteren bir çocuğun karşısında değerleri sıfırdır. “Bir dane-i hakikat bir batman hayalata müreccahtır.” [7]

Bilimi veya rasyonaliteyi inkarda veya imani hakikatlere karşı şüphecilikte arayan mütehayyirlere, kuantum fiziğinin babası Heisenberg’in “Bilimin bardağının ilk yudumunda ateizm olsa da bardağın sonunda Allah beklemektedir.” Veya Einstein’in “Kainatta tesadüfe yer yoktur” manasında söylediği “Allah zar atmaz” sözünü çerçeve yapıp masa başlarına koymalarını tavsiye ediyoruz.

Toplumda gençlerimizin bu tür akımlara yanlış bir şekilde yönelmelerini engellemek, doğru bir eğitim müfredatının tatbikiyle mümkün olabilir. Cumhuriyet döneminden beri bilimsellik adı altında öğrencilere aktarılmaya çalışılan dinsizlik ve Allah’ı inkar tortularından tamamen arındırılarak öğrencilerin hem kalbini hem de aklını doyuracak bir eğitim sisteminin uygulanmasıyla mümkün olacaktır.

هدينا الله واياهم الي صراط مستقيم

[1] Alvin Plantigna, Agnosticism, s. 223.

[2] Nursi, Said, Münazarat/İctimai Dersler, s. 116.

[3] Nursi, Said, Mesnevi-i Nuriye, s. 108.

[4] Nursi, Said, Lem‘alar, s. 146.

[5] Tevbe, 9/111.

[6] Nursi, Said, Mesnevi-i Nuriye, s. 110.

[7] Nursi, Said, Muhakemat, s. 35.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
11 Yorum