Senai DEMİRCİ
Al benden de bir wikileaks yazısı...
Büyükelçi Naci Koru'nun Zaman'dan Nuriye Akman'a söylediğiyle uyandım: "Wikileaks ders oldu, biz de kendimize çekidüzen veriyoruz."
"Çekidüzen"e dikkat.
Çekidüzen veren sureye de dikkat.
Hucûrat Sûresi'ne, bize ince ince çekidüzen veren akışı nedeniyle "Edeb Sûresi" denmiştir.
Sûrenin ilk ayeti bir manifestodur. İman etmenin, "uzakta sandığımız bir Allah"a inanmaktan fazlası olduğunu hatırlatır. Her şeyi işiten ve bilen bir Allah'a inanmayı yaşama kodları olarak içselleştirmenin kapısını aralar:
"Ey iman edenler, kendinizi [ya da bir başkasını] Allah'ın ve Elçisi'nin önüne geçirmeyin, Allah'[ın işitmesine ve bilmesin]e göre yaşayın, şüphesiz Allah [her sesi ve sözü] işitir ve [her işi ve niyeti] bilir." [Hucûrat, 1]
Demek ki, Allah'a inanmak, kendi keyfini Allah'ın isteğinin gerisinde tutmaktır. Demek ki iman etmek, kendi hevesiyle Allah Elçisi'nin ördüğü incelikleri yırtmamaktır. Demek ki, Allah'ı bilmek, sözünü ve sesini Bir İşiten'e göre, Bir Bilen'e göre ayar etmeyi gerektiriyor.
İmanın şartları arasında sesini Allah'ın işitmesine göre yükseltmeyi ezberletmemiş olabilirler bize. Ama burada başka bir şey var. Ezberle bağlanmayacak bir şey. Bir ara "resmen Müslüman" sayılmak için, din dersinden geçelim diye ezberleyip kenara bıraktığımız imanın şartları, hayatın her anında ve köşesinde aktüel bir gerçeklik olarak sürer.
"Allah işitmiyormuş gibi konuşma"
"Allah bilmezmiş gibi yaşama!"
Bize Allah'ın işitmesine ve bilmesine göre yaşamanın sahih kodlarını Elçi öğretiyor. Konuşmasıyla. Susuşuyla. Duruşuyla.
Allah'ın önüne geçmemek için Allah'ın Elçisi'nin ardından yürümek yeter. Kimselerin işitmesini ve bilmesini Allah'ın işitmesinden ve bilmesinden öncelikli görmemek için Elçi'nin "sus!" dediği yerlerde susmak gerek.
İman etmek, sürekli bir eylemdir. Bisiklete binmek gibi. Allah'a göre yaşamak güncel ve aktif bir çabadır. Pedal çevirmezsen düşersin.
Pedalları çevirelim.
Wikileaks'in varlığı, şimdi bize geçmişte söyleyip ettiklerimizin yazıldığını işaretliyor. Şimdi ve gelecekte de bu durumun sürebileceğini haber veriyor. "Öyleyse sözünü tart, sesini ölç!"
Wikileaks'in mümkün olması, bir başkasının bilmesine göre kendimize çekidüzen vermeyi öneriyor. Bizi sonra mahcup edecek, onurumuzu zedeleyecek sözlerden skandal korkusuyla uzak kalmaya çağırıyor.
Wikileaks'ce biliniyor olabilme bilinci Büyükelçi'ye ders olmuş; tamam.
Ben bu "ders"i daha evrensel ve daha onurlu bir düzleme çekmek istiyorum.
Böylece Büyükelçi'den Büyük Elçi'ye geçiyorum.
Hucûrat'ın sonraki ayetleri "sound-check'e çağırır bizi. Sıkı bir "ses kontrolü" ister muhatabından.
"Ey iman edenler, sesinizi Nebi'nin sesinin üzerine çıkarmayın..."
"Bakın, Allah'ın Elçisi'nin huzurunda seslerini kısanlar var ya..."
"Gerçek şu ki [ey Nebi] seni evinin dışından çağıranlar var ya...
"Kendine çekidüzen verme"nin tacıdır ses.
İçerideki edeb(sizliğ)in en göze görünen, en kulağa çarpan ucudur.
Öyle ince bir ses kontrolü ki, eğer dikkat edilmezse sonu "yapılan her iyiliğin iptal edilmesi"ne kadar varıyor. Şakası yok Allah'ın! İnsan dilinin küçük bir hareketiyle birikimlerinin hepsini yakabiliyor. Gırtlağından yükselen yumuşacık bir fısıltıyla yığdığını sandığı sevapları bir çırpıda devirebiliyor.
Edeb'in en zoru dilde gerçekleşiyor. Sözün de fuhşu var. Namusumuz iki dudak arasında yitiriliveriyor. Sesle cinayet işlenebiliyor demek ki. Hem de cana değil, şerefe kıyıyor dilin kılıcı. Soykırımdan beter onur-kırımlarına fail oluyor nefesler.
Dil, damak, dudak ve gırtlak,günaha karşı en dirençsiz yanımız. Sınır ihlalleri konusunda en çok hoş görülen ve en az ayıplanan organlarımız. Sesimiz ve sözümüz, hataları sonucunda bizi en az pişman eden, en az hesaba çekilen yanımız.
Şu halde, surenin tam merkezinde gıybet ayetinin olmasına şaşmamalı: "Ey iman edenler, nasıl olur da, hem de sizin içinizden hem de kardeşinizin hele de ölmüş etini hem de seve seve yiyenler çıkar?" ["Olacak iş değil!" der gibidir ayetin vurgulamaları!]
Büyük Elçi'nin sesinin üzerine sesimizi çıkarmamak için, O'nun sustuğu yerde konuşmayacağız. O'nun "sus!" dediği yerde susacağız.
Ama ayarımızı Wikileaks'e ya da benzerlerine göre değil, gıyabında konuştuğumuz kişinin bilip bilmeyeceğine göre değil, İşiten ve Bilen Allah'a göre yapacağız.
Kimseyi Allah'ın önüne geçirmeyeceğiz. Yan. kimsenin işitmesini Allah'ın işitmesinin önüne koymayacağız. Gıyabında konuştuğumuzun işitmesinden daha ziyade, hiç gıyabımızda olmayan Allah'ın işitmesinden çekineceğiz. Arkasından çekiştirdiğimiz adamın bilip bilmeyeceğini hesaplamadan önce, çekiştirdiğimiz kulunun onurunu önceleyen Allah'ın hep bildiğini göz önünde tutacağız.
Wikileaks bir perdeyi yıktı. Sahte nezaket perdesini yırttı.
Sözünü sakınmayanlar, sözünü sakınmayanlar hakkında da sözlerini sakınmayanlar, dönüşü imkansız bir yıkım yaptılar. Misal. Bundan böyle Erdoğan Aliyev'e, Aliyev Erdoğan'a kuşkusuz bakamaz. Söz girdi araya. Birbirleri için ölü gibiler artık. Donuk yüzlerle bakışabilirler. Söylemiş olabilir mi Aliyev! Söylemiş olması ihtimali, söylemiş olmasından ağır bir yüktür. Ya Aliyev söylediyse diye düşünebilir Erdoğan. Aliyev de ya Erdoğan söylediğime inanıyorsa diye düşünebilir. Erdoğan da ya Aliyev böyle söyleyebileceğine inandığımı sanıyorsa diye düşünebilir. Aradaki uğursuz perde hiç kalkmaz. Ve kalkmayacak ölene kadar.
Büyükelçi'nin vereceği çekidüzeni tahmin ediyorum. Söylenenlerin kimseye sızdırmamak. Söylenenlerin kendisine çekidüzen verecek hali yok. Çünkü ortada devletler var, arada güç ve iktidar var. Gücün ve iktidarın olduğu yerde hep bir "kapalı kapılar arkası" boşluğu kalacak. Hesapların çıkarlar üzerine yürüdüğü iletişimlerde "özde söylenen" ile "sözde söylenen" arasında fark olacak...
Gıybet bir iktidar ayinidir. Çünkü gıybette konuşan muktedirdir; gıyabında konuşulan acizdir. Elini kaldıramaz,itiraz edemez, kendini savunamaz. Çekiştiren diri bir öznedir, çekiştirilen ölü bir nesnedir; üstüne her türlü etiket yapılabilir, her biçimde paketlenebilir. Çekiştirilen karşı koyamaz.
Gıybetin arkasında iktidar hesabı saklıysa, iktidarın hesabının olduğu yere de gıybet gelir elbet.
Gelelim Büyük Elçi'nin çekidüzenine.
Büyük Elçi demek istiyor ki, "ben" iktidarını terk et. Benliğini Allah ve Elçisi'nin hükmettikleri çizginin gerisinde tut. "Ben" olmak bütün "Sen"lerin karşısına kor seni. "Ben"ini Allah'ın ve Elçisi'nin gerisine çekersen, "Biz" olursun, kardeş kalırsın.
Büyük Elçi'nin elçilik ettiği sözlere göre, müminler arasındaki biricik bağ "kardeşlik"tir. Kardeşlikte ast-üst olmaz, kuvvetli-zayıf hesabı yapılmaz. Biri diğerine lakap takmaz, etiket yapıştıramaz. Çünkü birilerini isimlendirmek kendini onlardan üstün görmek demektir. Tanımlama çabası bir muktedir olma çabasıdır.
Soru/n şu: Benim arkamdan konuşmayacaklarından emin olduğum ve benim arkalarından konuşmayacağıma emin ettiğim üç kişilik de olsa bir topluluğum var mı?
Üç değil de iki olsun hadi...
İki tarafında da eminlerin olduğu böylesi bir ilişkim varsa, gerçekten kardeşliği tatmışım demektir. İki kişi arasında böyle bir iletişim sahiden varsa, "aramıza Büyük Elçi'yi almışız" demektir. [Bk. Hucûrat, 7]
Peki var mı?
İki kişi arasında olsun yaşanabilir/tadılabilir edememişsek böyle bir düzeni, Büyük Elçi'nin çekidüzenini ıskaladık demek ki..
Ah!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.