Dr. M. Rıza DERİNDAĞ
Bediüzzaman ve hariç hizmetler -1
Üstad Bediuzzaman Hazretlerinin çocukluk döneminden başlayarak, gençliği, ilk siyasi hayatı, Vali Ömer Paşa konağında kaldığı dönem, Vali Tahir Paşa ile geçirdiği günler, İstanbul günleri, meşrutiyetten sonraki dönem, 31 Mart vak’ası, aşair arasında dolaştığı dönem, Suriye-Şam seyahatı, İstanbul’a dönüşü, Kosova seyahatı, Horhor medresesi yılları, 1.Cihan Harbi, esareti, mütareke yılları ve Daru’l Funun-u İslamiye’de aza olduğu dönem, Milli Mücadele, Ankara’da kaldığı dönem,Tiflis günleri, Van’da ki inzivası ve Risale-i Nur’un Barla, Isparta, Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Emirdağ, Afyon ve 1950 sonrası hayat seyri mutalaa edildiğinde muazzam bir hayat, ulvi bir gaye, yuksek bir istidat, ileri bir vizyon, ötelerden alınmış vazife ve misyon önünüze çıkar. Bediüzzaman’da bu uhdesine tevdi edilmiş vazifesinin ulviligi ile birlikte akılları hayrette bırakan hadisatı analiz,tahkik,tedbir,tetkik ve ilerileri adeta muşahede hali vardir.
Şimdi yeni bir Tarihçe-i Hayat yazmayacağız. Fakat Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında, davasında, ufkunda, eserlerinde Hariç meselelere bakışı nedir, hariç hizmetlere yaklaşımı nasıl olmuştur, Türkiye coğrafyası dışındaki gelişmeleri takip etmiş midir, Kur’an’ın evrenselliği ve Efendimizin (asv) tebliğinin kavimler üstü olan mesajı Kur’an’ın bu asrın fehmine bir dersi ve tefsiri olan Risale-i Nur’da ve Onun tam bir varis-i peygamberi olan muellif-i muhtereminin hayatında yer bulmuşmudur, bunları bir tertip ve düzen içerisinde paylaşmak arzu ediyorum.
Bediüzzaman Hazretleri daha Molla Said-i Meşhur namıyla anıldığı senelerde Mardin’de Mardine gelen iki talebeye tesadüf eder. Bunlardan birisi, Cemaleddin-i Efgani’ye bağlı, diğeri tarikat-i Sünusiyeden idi. Bunlar vasıtasıyla hem Efgani’nin efkarına hem de tarikat-i Sunusiye aşinalık peyda eder. Daha sonra , Mardin'de tanıştığı Cemaleddin Efgani'nin talebesi ile alakalı olarak "siyasette muktesit meslek"i ondan öğrendim (Beyanat ve Tenvirler, s. 105) diyecek ve İttihad-ı İslam'da seleflerini sayarken, Efgani'nin ismini de zikredecektir. (Tarihçe-i Hayat, s. 39, 59)
Üstadımızın eski Said devrini Cemaleddin Efgani ve Sunusiyye tarikatı muvacehesinde değerlendirdiğimizde bu iki efkardan da istifade ettiğini göreceğiz.
Hasan Paşanın daveti üzerine gittiği ve “en mesud hayatım” diye çok sonraları yad edeceği Van’da vali ve memurlar ile irtibat etmiş, bu asırda, yalnız ilm-i kelamın İslam dini hakkındaki şek ve şüphelerin reddine kafi olmadığına kanaat hasıl etmiş ve fünunun tahsiline lüzum görmüştür.
Tabir-i diğer ile Bediüzzaman bulunduğu asrın hassalarını çok iyi tesbit etmiş ve hemen asrının gerektirdiği ilim ile kendisini yetiştirmiştir. İşte Bediüzzaman’ı Bediüzzaman yapan en mühim taraflarından birisi ve Onu sair ulema ve meşayihten ayıran husus da bu olmuştur. Bediüzzaman ne mi yapmıştır, ulum-u müsbete denilen bütün fenleri tetebbuata başlayarak pek kısa bir zamanda Tarih, Coğrafya, Astronomi, Kimya, Felsefe, Jeoloji, Mantık gibi ilimlerin esaslarını elde etmiştir. İstese büyük bir tarikat şeyhi olabilirdi, bu ilimlere bakmadan bir alim olarak kelam ve tefsirci olarak yad edilebilirdi, fakat O bulunduğu asrı okudu ve asrının hassalarını değerlendirdi.
Acizane kanaatımız içerisinde bulunduğumuz asrın da 3 değişim parametresi olduğudur, bunlar;
1- Asır dijital asırdır. Önümüzdeki 10 yılda karşılaşacağımız hayat ölçülerinin, bugünkü hayat kavramlarımızla, düşünce ölçülerimizle uzaktan yakından alakası olmayacaktır. Siz bugün ı-pad’den, ı-phone’dan, internetten, 3-D’den, 4G’den habersizseniz bırakınız dünyaya bir şeyler anlatmayı kendi evinizde evladınıza bile bir şey anlatamayacaksınız.
2- Asrın değişim parametreleri ve değişim hızı hızlanmıştır. Beşeriyetteki idrak ve intikal ölçüleri değişmiş, hizmetlerimizin asrın bu inkişaf süratine ayak uydurması zaruret halini almıştır. Bu süreçte mesela Medeniyetler ittifakı projesinin asrın beşeriyet projesi olduğunun bilinmesi ve Nurların bu noktada nasıl değerlendirilebileceği üzerinde akademisyenlerimizin kafa yorması lazımdır.
3- Asır global sosyal network asrıdır.
Mevzumuz bu olmadığından bu derin tahlil mesailini ilerideki yazılarımıza havale edip Muazzez Üstadımızın ilk hayatından itibaren hariç hizmetlere bakışına dönüyoruz.
Aziz Üstadımız, Van’da bulunduğu müddet zarfında o zamana kadar edindiği fikir ve mütalaalar ve ilmi ve dini tedris usullerini görmek ile zamanın ihtiyaçlarını gözönünde bulundurarak kendisine mahsus bir usul-ü tedris icad etmiştir. Bu da hakaik-i imaniyeyi asrın fehmine uygun yeni izah ve beyan usulleriyle isbat etmek suretiyle talabelerini tenvir etmektir.
Üstadımız Tahir Paşa ile kaldığı devirde,Paşa sualler sorar sohbet ederlerdi. Daha sonra Paşanın sualleri Avrupa’dan elde ettiği kitaplardan tertip edip sorduğunu farkedince o Avrupa kitaplarını tetebbu etti.
Bediüzzaman Hazretlerinin vizyonunu anlamak lahika mektupları ile İhlas ve Uhuvvet Risalelerinin mutalaasına vabestedir,fakat eğer misyonu ne idi diye sorulacak olursa bu gelen hatıradır deriz;
“Van'daki ikameti esnasında, Alem-i İslâmın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün Tahir Paşa bir gazetede şu müthiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi:
İngiliz Meclis-i Meb'usanında Müstemlekât Nâzırı, elinde Kur'an-ı Kerîmi göstererek söylediği bir nutukta:
Bu Kur'ân, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur'ânı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur'ândan soğutmalıyız, diye hitabede bulunmuş.
İşte bu müthiş haber, onda târifin fevkinde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letâifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs, cesaret ve şecaat gibi hârika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzamanın, bu havadis üzerine: "Kur'ânın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!" diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu saikle çalışır. (T.H. 53)
Bediüzzaman’ın hayatının misyonu olan bu cümleye dikkat buyurun. Demiyor ben islamı tüm vatan sathında tebliğ edeceğim, demiyor bizim de kırmızı çizgilerimiz var, misak-ı millimiz var, demiyor bu şarki anadoluya ben islamı anlatacağım, diyor ki ben islamı,Kur’an’ı ve Onun Nebiler Nebisi Muhammed Mustafa’yı cihana hem de cihanın anladığı dilden ilan edeceğim…
Said Nursî, altmış beş sene evvel Van'da Vali Tahir Paşanın yanında iken okuduğu bir gazetede, İngiliz Müstemlekât Nazırının İngiliz Meclis-i Mebusanında elinde Kur'anı göstererek: "Bu Kur'an, müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ya Kur'anı ortadan kaldırmalıyız, veya onları Kur'andan soğutmalıyız" sözü üzerine, ruhunda bir feveran ve nihayetsiz bir gayret uyanır. Kur'anın bir mu'cize olduğunu isbat ederek her tarafa neşretmek ve kâfirleri tam susturmak ister; buna kat'î karar verir. Van'da bulunduğu onbeş sene müddet içerisinde hıfzına aldığı seksenden ziyade kitabı ezbere devrettiği gibi, Alem-i İslâmın hâl-i hazırda durumu hakkında da gerekli her türlü malûmatı elde eder.
Nazirsiz bir allâme olan Bediüzzaman, daha genç yaşında görünen müstesna zekâ ve ilminden de anlaşıldığı gibi, sair emsâlleri fevkinde kendisine ayrıca hikmet-i Kur'aniye talim edilmişti. Kendisi, asr-ı hâzırın ihtiyacını karşılayacak, zamanın ilmî ve edebî seviyesinin fevkinde bütün dünyaya Kur'anın mu'cize olduğunu isbat ve herkesi ikna edebilecek bir kabiliyet, metanet, emel ve fedakârlık taşıyordu.
Bir buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi bir ağacın zuhuru, Kudret-i İlâhiyeyi açıkça gösterdiği gibi; maddî hiçbir kuvvete sahip olmayan, bilakis mazlum ve bir nevi elleri kolları bağlı bir vaziyette Bediüzzamanın çekirdek- misâl hayatı ve hizmetiyle tarihin en dehşetli bir devrinde hem Anadolu, hem âlem-i islâm, hem dünyanın ekserisine de maddeten te'sir edecek ve zihniyetlerini değiştirecek manevî küllî ve cihanşümûl bir inkişâfın zuhuru; aynen bir kudret-i mutlaka ve istihdam-ı İlâhî ve sevk-i Rabbanî ile olduğu akla ve kalbe görünmektedir.
Filhakika; bir eserinde tahdis-i nimet suretinde hizmet-i îmaniyeye ait inayet-i İlâhiyeden bahsederken şöyle der:
"Eski harb-i umumîde ve daha evvellerinde bir vâkıa-i sâdıkada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti; dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim:
- Ana korkma, Cenab-ı Hakkın emridir. O hem Rahimdir, hem Hakîmdir.
Birden o hâlette iken baktım ki, mühim bir zat bana âmirane diyor ki:
- İ'caz-ı Kur'anı beyan et.
Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâbdan sonra Kur'an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'an kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ana hücum edilecek, i'cazı onun çelik bir zırhı olacak; ve şu i'cazın bir nev'ini, şu zamanda izharına haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzed olacak, ve namzed olduğumu anladım."
Bu yukarıdaki cümlelerin herbiri hakkında kitaplar yazılır,meselemiz mucibince yazılanlara bakınca ise karşımıza şu manzara çıkıyor; Üstadımız cok genç yaşında hayatının misyonunu belirlemiş ve bu misyon üzre hayatını devam ettirmiştir. Ya bir dağ başında, ya bir sürgün evinde, yahut bir vaaz kürsüsünde veyahut bir zindan köşesinde gaye-i hayatı, maksad-ı hizmeti, emeli, davası, rüyası Kur’an’ın icazını beyan etmek olmuştur. Sevdası Efendimizi (asv) tanıtmak, sevip sevdirmek olmuştur.
Rabbim tevfikini yar ederse bu giriş yazısından sonra Risale-i Nur’da ve hatıralarda var olan Üstadımızın hariç hizmetlerle alakalı mektuplarını, yazılarını, hatıralarını paylaşacağım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.