Almanya Hannover’de Abdülmecid Nursi Ünlükul'u (Nursî) anma programı

Almanya Hannover’de Abdülmecid Nursi Ünlükul (Nursî) vefatının 53. yılında rahmetle anıldı

Almanya Hannover Nur talebeleri, Bediüzzaman Said Nursi’nin kardeşi Abdülmecid Ünlükul’un vefatının 53. Yıldönümünde anma programı düzenledi.

Program, Avni Altıner’in açış konuşmasıyla başladı. Altıner, bundan 53 yıl önce bütün hayatı çile ve ızdırablarla geçen Bediüzzaman hazretlerinin kardeşi Abdülmecid Ünlükul (Nursi)  ağabeyimizi hep birlikte yad etmeye çalışacağız. Bu sebeple programa katılan herkese hoş geldin diyor saygıyla selamlıyorum. Dedikten sonra sözlerini; Merhum Zübeyir Gündüzalp ağabeyin, Merhum Abdülmecid Ünlükul’un defni esnasında okuduğu merhum Ali Ulvi Kurucu Hocanın, Bediüzzaman Said Nursi’ye hitaben yazdığı “Gönüller Fatihi Büyük Üstada” şiirini okuyarak, Abdülmecid Nursî’ye Allah’tan rahmet ve mağfiret dileyerek konuşmasını bitirdi.

Açış konuşmasından sonra program, Mehmet Evren’in Kur’an-ı Kerim tilavetiyle devam etti.

Sonra; Abdülmecid Ünlükul’un oğlu Suad Ünlükul’un oğlu Seyda Ünlükul dedesi hakkında bir konuşma yaptı, konuşmasına Çok muhterem beyefendiler ve hanım efendiler diyerek başladı.

Evvela, sizleri ve şahsınızda bütün Âlem-i İslam’ı muhabbet ve saygıyla selamlıyorum.
Haddimin üstünde bir teveccühle davet edildiğim bu programa öncelikle tevcih edilen bu konuşma için teşekkürlerimi arz ederim.

Dedem Abdülmecid Ünlükul 1884 yılında Bitlis'in Hizan Kazasının İsparit nahiyesine bağlı Nurs köyünde doğdu. İlk eğitimini buradan aldıktan sonra, Van’a giderek, Horhor Medresesinde ağabeyinin nezaretinde iki yüzü aşkın talebe ile birlikte eğitimini tamamladı.

Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine ağabeyi Bediüzzaman'ın idaresinde savaşa katıldı. Bu savaşta Bediüzzaman Hazretleri yaralı olarak Ruslara esir düşerken, yeğeni Ubeyd de şehit oldu. Van ve çevresi Rusların eline geçti. Şehir harabe haline geldiği gibi uzun süre eğitim gördükleri medreseleri de bu tahribattan nasibini aldı. Dedem Abdülmecid, Rusların hücumundan ve istilasından kurtulan bazı akrabaları ile birlikte Van'dan ayrılarak Diyarbakır üzerinden Şam'a gitti. Üç yıl burada kaldıktan sonra 1917 yılında Diyarbakır'a tekrar döndü.

Diyarbakır'da bulunan Askeri Rüştiyede Arapça öğretmenliği yaptı. Bir süre sonra bu okulun kapanarak Erkek Sanat Enstitüsüne dönüştürülmesinden, buradan da ayrılarak tekrar (1920) Van'a döndü. Van'da da öğretmenliğe devam etti. Buradaki öğretmenliğe devam ederken Şeyh Said hadisesi ile başlayan sürgün nedeniyle öğretmenlik görevine son verildi. Bunun üzerine Ergani'ye göçtü. Ergani'de bir manifatura dükkânı açarak hayatını devam ettirdi. Bu arada boş durmadı, fırsat buldukça camide fıkıh ağırlıklı konularda vaazlar verdi.

1924’te Soyadı kanunu çıkınca Bediüzzaman, kardeşine verilen eziyetlerden dolayı soyadını değiştirmesini söyledi. Bunun üzerine bizim soyadımız Ünlükul olarak değiştirildi ve öyle kaldı.

1936 yılına kadar Ergâni'de yaşadıktan sonra çocuklarının eğitimi sebebiyle Malatya'ya göç etti. Burada Cumhuriyet çarşısında manifaturacılık yaptı. Burada ticarette gösterdiği örnek davranışıyla kısa zamanda çevresinin dikkatini çekti. Siftah ettikten sonra gelen müşterilerini henüz siftah yapmamış komşu esnafa göndermek suretiyle ticari ahlaka katkıda bulundu. Hiçbir komşusunu incitmemesi, sempatik oluşu ve sürekli bir şekilde sohbetlerinde imanî konulara ağırlık vermesi, etrafındaki sevgi çemberinin giderek büyümesine sebep oldu. Malatya'da dört yıl kaldıktan sonra 1940 yılında Ürgüp'e müftü olarak tayin edildi.

Ürgüp'te on iki yıl müftülük yaptı. Acı-tatlı çok hadiseler yaşadı. Hayatında büyük iz bırakan evlat acısını burada tattı. Üniversitede okuyan ve gelmesini dört gözle beklediği oğlu Fuat'ın vefat haberini yine burada aldı.

Evet, dedem Abdülmecid'in sıkıntılarla dolu hayatı neredeyse vefatına kadar devam etti. Yıllarca ağabeyi Bediüzzaman ile görüşemedi. Oğlu Fuad’ın ve yine çok sevdiği yeğeni Abdurrahman'ın vefatı, diğer taraftan görevden alınması, sıkıntılarını hayli arttırdı. Abisi Bediüzzaman, kardeşinin yaşadığı o sıkıntılı halet-i ruhiyesini şöyle anlatır:

"Kardeşim Abdülmecid, biraderzadem Abdurrahman'ın (rahmetullahi aleyh) vefatı üzerine ve daha sair elîm ahvâlât içinde bir perişaniyet hissetmişti. Hem, elimden gelmeyen mânevî himmet ve medet bekliyordu. Ben onunla muhabere edemiyordum. Birden bire, mühim birkaç Söz'ü ona gönderdim. O da mütalâa ettikten sonra yazıyor ki:

'Elhamdülillâh, kurtuldum. Çıldıracaktım. Bu Sözler'in her biri benim için birer mürşid hükmüne geçti. Çendan bir mürşidden ayrıldım, fakat çok mürşidleri birden buldum, kurtuldum' diye yazıyordu. Ben baktım ki, hakikaten Abdülmecid güzel bir mesleğe girip, o eski vaziyetlerinden kurtulmuş." (Mektubat, s. 342)

Dedem Abdülmecid, on iki yıl boyunca sürdürdüğü müftülük görevinden alınınca Ürgüp'ten ayrılmak istedi. Ancak, sevenleri burada bir süre daha kalmaları için ısrar ettiler. Talebelerinin ve Ürgüplülerin bu ısrarı üzerine burada üç yıl daha kaldı. Gerek müftülüğü sırasında ve gerekse görevden alındıktan sonra iman hizmetini devam ettirdi. Çok sayıda talebe yetiştirdi. Her fırsatta imanî konularda çevresinde bulunanları aydınlatmaya gayret etti. Mantık adlı eseri yazdığı gibi, Haleb-i Sağir ve Kaside-i Bürde şerhini Şafii ve Hanefi fıkhına dair Dü Mezheb ve İslam Akaidleri adlı eserleri kaleme aldı.

Konya’da İmam hatip okulunda öğretmenlik görevini devam ederken sebepsiz yere tekrar görevden alındı. Yaşadığı acı olaylardan biri de, ağabeyi Bediüzzaman Konya'ya geldiğinde kendisiyle görüşmesine izin verilmemesidir. Abisi, vefatından önce Şanlıurfa’ya gitmek üzere bir kez daha Konya'ya geldiğinde, kısa bir süre için arabadan inmeden kapının önünde kardeşiyle ve yengesi Rabia hanımla vedalaşarak yoluna devam ediyor.

Dedemi en çok sarsan olayların başında kuşkusuz, abisinin ebedi istirahatgâhında bile rahat bırakılmaması gelir. Vefatından birkaç ay geçtikten sonra, kendisine zorla imzalattırılan bir yazıyla abisinin kabri açıldı ve naaşı bir gece Urfa'daki mezarından alındı, gözleri bağlanarak abisinin naaşı ile helikoptere bindirildi. Fakat dedem nereye götürüldüğünü bilmiyordu. Ancak yolculuk esnasında yapılan konuşmalardan Ispata’ya gittiğini anlamıştı. Şehir mezarlığının yakınında bir yere helikopter iniyor ve dedemin gözlerini o zaman açıyorlar. Askerlerin yardımı ile Üstadın naaşını kabrine indiren dedem, anlından öperek ebedi istirahatgahına yolcu ediyor. Ne yazıktır ki, Bediüzzaman'ı hayatta iken rahat bırakmayanlar, vefatından sonra da rahat bırakmamışlardı.

Dedem 1967 yılına geldiğinde herkes ile vedalaşmaya başladı. Ona göre ölüm vakti gelmişti. Çünkü, abisi Bediuzzaman’la son buluşmalarında kardeşine, kendisinden yedi yıl sonra öleceğini söylemişti. Dedem, abisi Bediüzzaman'ın her söylediğinin gerçekleştiğini müşahade edenlerden biri idi ve buna bütün kalbi ile inanmıştı. Nitekim öyle oldu. 11 Haziran 1967 Cuma günü ruhunu Rahmana teslim etti.

Bediüzzaman ve kardeşi Abdulmecid Ünlükul'un dış ve iç olmak üzere iki yönlü bir kişilik ve özellikleri vardı. Hayatları bu iki yönlü kişilikleriyle bir bütünlük kazanmıştı. Biri kendi nefisleriyle, diğeri ise hariçteki düşmanlarıyla mücadeleleriydi.

Onların, fiil ve davranışlarına akseden bütün güzellikler, iç âlemlerinden gelen manevi zenginliklerinden geliyordu.

Bediüzzaman; Dördüncü Şua’nın başında; “Birinci mertebe-i nuriye-yi hasbiye çok kıymettar bir hakikat olmakla beraber çok ince ve derindir. Hem bu birinci mertebe bana mahsus gayet ehemmiyetli bir muhakeme-i hissi ve gayet ruhlu bir muamele-i imanî ve gayet gizli bir mükâleme-i kalbî suretinde mütenevvi ve derin dertlerime şifa olarak tebarüz etmiş. Bana tam tevafuk eden tam hissedebilir” der. İşte, kardeşi Abdülmecid Ünlükul bu hisleri kendisiyle bil fiil paylaşan en birinci talebelerindendir.

Dedem Üstadın, Ayetü’l-Kübra’da anlattığı seyyahın özelliklerini, ileri düzeyde nefsinde yaşayan bir talebesidir. Risale-i Nur müellifinin neseben küçük kardeşi olmakla beraber aynı zamanda on beş sene ondan ders alan bir talebesiydi. Din ilimleriyle müsbet ilimler arasında tezad gibi görülen yönlerini mezceden bir âlimdi.

Bu düşüncelerle bu programın hayırlara vesile olmasını diler, selam ve saygılarımı sunarak konuşmasını bitirdi.

Sonra, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Mehmet Fırıncı, Abdülmecid Nursi Efendinin manevi şahsiyetini ve hakkındaki hatıra ve düşüncelerini şöyle anlattı:

“Abdülmecid Ağabey bizim için, üstadımızın yadigârı bir zattı. O son derce nazik, latif ve kibar bir insandı. Öyleki; onu görünce,  bir Müslüman’ın nasıl olması lazım geldiğini onun şahsiyet-i maneviyesinde görmek ve hissetmek mümkündü. Herkesin onun şahsiyeti hakkında belki farklı görüş ve düşünceleri ola bilir. Fakat benim için onun en önemli yönü, Mesnevi-i Nuriyeyi ve İşaratül İ’cazı Türkçeye tercüme etmiş olmasıdır.

Risale-i Nuru yeni tanıdığımız zaman, Kuran hattını bilmediğimiz için onu okumakta çok ızdırab çektik. Elhamdülillah sonradan öğrenmeye muvaffak olduk. Ancak yeni bir lisan öğrenmiş gibi olduk. Daha sonra Risale-i Nur Külliyatının tamamını okuma nimetine mazhar olduk. Daha sonra da Mesnevi-i Nuriye ile İşaratül İ’caz paragraf paragraf teksir edilerek Arapça olarak basıldı. Bu sefer de Arapça bilmediğimiz için hiçbir şey anlayamıyorduk. Ancak sadece Osmanlıca yazılmış mukaddimeleri (önsözleri) vardı, onları okuya biliyorduk. Tabi bu da bizim için o eserleri anlamamız için yeterli olmuyordu. Durum böyle olunca sonradan Üstadımız onları Abdülmecid abiye Türkçeye tercüme ettirdi. Halen Mesnevi-i Nuriye ve İşaratül İ’caz tercümelerini her okuyuşumda onun o ilmi dehası ve vükufiyeti duygu ve latifelerimde derin bir tesir ve haz bırakıyor. Bu da ona dua etme halet-i ruhiyesini veriyor. Cenab-ı Hak bizi onun şefaatine nail eylesin.

Ahmed Hamdi Akseki dünyada onun gibi daha bir âlim olduğunu bilmiyorum. Bu böyle olunca, Artık onun abisinin nasıl olduğunu siz hesab edin dediğini bizzat ondan işittim. Allah bizi şefaatine nail etsin derim. 

Abdülmecid Nursi abi çok sıkıntılar ve tehcir ve tecridiler yaşadığı için Nur cemaatiyle pek içiçe olamadı. Çünkü o devirde bütün İslam âlimleri varlıklarını devam ettire bilmeleri için, bulundukları vilayetlerin veya başka vilayetlerin en ücra ve tenha köylerine giderek, gizli bir şekilde imamlık yapıp talebe okutarak hayatlarını idame ediyorlardı. Çünkü şehirlerde yaşama imkânı tanımadılar. Mesela Ali Haydar Efendi Darül Himetül Hikmetül İslamiyede azalık yaptığı halde İnegöl’ün ücra bir köyünde senelerce senelerce imamlık yaparak hayatını idame etmişti.

Abdülmecid Efendi de büyük bir ilmi vükufiyeti olduğu ve birçok yerlerde müftülük ve öğretmenlik yaptığı halde bütün bunlardan mahrum edilerek tehcir edildi. Ağabeyi Bediüzzaman Said Nursi zerre kadar davasında taviz vermediği gibi, o da davasında taviz vermedi.

1947-48’lerde köylerde cenazeler kokuşmaya başlayınca, durum Meclise aksetti. Mecliste çok şiddetli fırtınalar koptu. Sonra imam hatip yetiştirme kursları açmaya başlandı. İstanbul’da şimdi İlim Yayma Yurdunun bulunduğu binada 50 sayfalık bir kitaptan imtihanı veren Sultan Ahmed Camiine imam oluyordu. Maalesef Türkiye’de öyle bir dönem yaşandı.

Abdülmecid Nursi abinin yapmış olduğu İşaratül İ’caz tefsiri ve Mesnevi-i Nuriyenin tercümelerinin sonra yapılan tercümeler arasındaki farkın ne olduğu sorusuna cevap olarak: Abdülmecid Nursi abinin yaptığı tercümeler; üstadın tasvib, tashih ve tasdikinden geçilerek yapıldı. Hatta bu çakışmalardan birine ben bizzat Isparta’da şahid oldumğum için tabiî ki sonrada yapılan tercümelerden farklı olması gerekir. Ayrıca onların insanın ulvi latifleri üzerinde tesiri bir bir başka oluyor. Onlar, Hazreti Üstadın ulvi nazarından tasvib ve tashihinden geçerek yapıldığı için Risale-i Nurun ruhunu ve manevi tesirini hissetmemek mümkün değildir.

Abdülkadir Badıllı ağabeyin, İhsan Kasım diğer kardeşlerimizin ve hocalarımızın yaptığı tercümeler de güzel ve dikkate değerdir. Allah emeği geçenlerin hepsinden razı olsun.

Üstadımız Bediüzzaman’la devam eden neslinin hepsi güzide insanlardır. Kendilerini iman ve Kur’an hizmetine adamış bir ailedir. Çok çile ve zahmetler çekmiş bir ailedir. Hepsi, okumuş âlim ve âlime zatlardır. Kâbe’yi tavaf esnasında vefat eden ve âlim olan kız kardeşi Âlime Hanım, tehcir dolayısıyla Şam’da yaşamışlar. Beyi de âlim bir zattı. Şam’da medresede talebe okuturken, talebelerden gelen soruların bazılarına cevap vermediği olunca, cevabını yarın size veririm diyerek, akşam sorulan soruların cevabını eşi Âlime Hanımdan öğrenir, ertesi gün talebelerin sorularına cevap verirdi. Yani onlar böyle müstesna bir ailedir. Çünkü gerek anne ve gerekse baba tarafından soyu Alibet-i Nebeviye dayanan asil bir sülaledir. Allah hepsinden razı olsun bizleri onların şefaatine nail eylesin. Amin!

Abdülmecid Nursi (Ünlükul) Abinin hayatıyla ilgili bir iki kitap yazıldı. Ama onun hayatı hakkında daha geniş bir çalışma yapılması için ben ilgileneceğim ve bu konun takibçısı olacağım inşallah diyerek sözlerini tamamladı.

Eskişehir’den Said Çalışkan ise Abdülmecid Ünlükul ağabeyin hayatında yaşadığı kesitlerden nakiller yaptı:

Evvela, Abdülmecid Ünlükul ağabey; Bediüzzaman gibi bir dâhinin kardeşi olması hesabıyla hem şanslı hem de önemli bir yere haizdir. Aslında o da bir dahidir. Eğitimini, Van’da Horhor Medresesinde ağabeyi ve aynı zamanda hocası olan Bedüzzaman hazretlerinden tamamlayarak, âlimlik icazetini almış büyük bir âlim ve müderristir.

Said Nursi hazretlerinin en küçük kardeşi olan Abdülmecid Nursi’nin Râbia hanımdan “Nihad, Fuad, Suad ve Saadet” olmak üzere dört çocuğu olmuştur.

Üstadın şeceresine baktığımızda; Baba tarafından Hz. Hasan’a, Anne tarafından ise Hz. Hüseyn’e dayanan bir ailenin çocuklarıdır. Onun için bu ailenin yaşantısını yakından bilenler Al-i beytin ahlakını görebilirler.

Abdülmecid Efendi, Ürgüp'te müftülük yaptığı yıllarda, ağabeyi Bediüzzaman da Emirdağ’da sıkı gözetim altındaydı.

Üniversitede okuyan ve gelmesini dört gözle beklediği oğlu Fuat'ın vefat haberini burada aldı. Oysaki Köprü mevkiinde, Ankara'dan gelen kamyonlardan birinden oğlunun inmesini beklerken postayla ölüm haberini alınca çok üzülmüştü. Üzüntüsünden ağlamıştı. Allah kimseye evlat acısını vermesin. Acısını, oğlunun adına kaleme aldığı ve "Fuadiye" adını verdiği eserindeki şu mısralarla kaleme aldı:

Ey mezarcı! Göm beni de şu Fuad'ın kabrine
Firkatın dayanmaz vallahi asla kahrine.
Katılsın zerratımız, alem-i berzahta keza,
Sarılsın birbiriyle ruhlar, ilayevmi'l-ceza.
Ey mezarcı! Cebeci'de bana da kaz bir mezar,
Olalım ünlü Fuad'ın komşusu leyl ü nehar.

Evet, Abdülmecid ağabeyin acılarla dolu hayatı neredeyse vefatına kadar devam etti.  

Amcası “Bediüzzaman da, yeğeninin vefatından dolayı çok hüzünlenir, ağlar. Fakat başına gelen her musibette olduğu gibi, Kur’an eczanesinden aldığı müjdelerle, onların “meleklere, hurilere arkadaş olduklarını ve bu dünyanın tehlike ve günahlarından kurtulduklarını manen, kalben gördüm” diyerek şükreder ve rahatlar.

Üstad Bediüzzaman da, Şuâlar kitabında yeğeni Fuad’ın ve kız kardeşi Âlime Hanım’ın vefat haberini şu duygularla anlatır:

“Ben de aynen bu ağlayan çocuk gibi, bu hazîn kışta ve elîm bir vaziyetimde gayet elîm iki vefat haberini aldım. Biri, hem âlî mekteblerde birinciliği kazanan, hem Risale-i Nur'un hakikatlarını neşreden, biraderzadem merhum Fuad; ikincisi, hacca gidip sekerat içinde tavaf ederken, tavaf içinde vefat eden Âlime Hanım namındaki merhume hemşirem. Bu iki akrabamın ölümleri, İhtiyarlar Risalesi'nde yazılan merhum Abdurrahman'ın vefatı gibi beni ağlatırken; imanın nuruyla o masum Fuad, o sâliha Hanım insanlar yerinde meleklere, hurilere arkadaş olduklarını ve bu dünyanın tehlike ve günahlarından kurtulduklarını manen, kalben gördüm. O şiddetli hüzün yerinde büyük bir sevinç hissedip hem onları, hem Fuad'ın pederi kardeşim Abdülmecid'i, hem kendimi tebrik ederek Erhamürrâhimîn'e şükrettim.” (Şuâlar 260) diyerek kardeşi Abdülmecid’e teselli verdiğini ifade etti.

Sonuç olarak Nursi ailesi, çok büyük sıkıntılar yaşadı. Doğru dürüst bir arada bulunamadılar. İyi ve kötü günde beraber olamadılar, birbirlerinin mutluluklarını ve sıkıntılarını paylaşamadılar, rahat yüzü görmediler. Hepsinin hayatı, tehcir, tecrid gibi nice sıkıntılarla geçti. Ama bunun karşılığında milyonlarla anne baba, bacı, kardeş kazandılar. Cenab-ı Hak Nursî Ailesinden ebediyen razı olsun. Vefat edenleri rahmetle anıyor geride kalan akraba ve taallukatına sabr-ı cemil diliyorum, diyerek konuşmasını tamamladı.

Almanya’da yaşayan bir genç akedemisyen olan Dr. Cemil Şahinöz ise;

Abdülmecid Ağabeyin bir çok kitaplar neşrettiğini söyledi. Bunlardan “Du Mezheb, “İman Dili“, “Mantık“ ve oğlu Fuad  adına kaleme aldığı “Fuadiye“ adını verdiği kitapları yazdığını, “Haleb-i Sağir“ ve “Kaside-i Bürde“ kitaplarının şerhini yaptığını, Bediüzzaman Said Nursi’nin “İşaratül İcaz“ ve “Mesnevî-i Nuriye“ eserlerinin Arapçadan Türkçeye tercüme ettiğini belirtti.

Abdülmecid Efendinin tercümelerini okuduğunuz zaman, adeta Bediüzzaman’ı okuyor gibisi oluyorsunuz., Üslup, tarz ve kelime ifadelerinin birbirine çok benzediğini, bazı bölümleri kendi anlayışına göre özetlemiş olmasına rağmen, özet olduğu dahi anlaşılmadığını, aynısı Bediüzzaman’ın az bilinen “Kızıl İcaz“ eserinin şerhi için de geçerli olduğunu ifade etti.

Bu muhteşem tercümeleri Bediüzzaman bizzat kendisinden Mesneviyi ve İşaratu’l İ’caz’ı Türkçeye tercüme etmesini istemişti. Abdülmecid ise “Seyda, senin eserini ancak sen tercüme edebilirsin. Senin üslüb-u Ali ile neşrettiğin eserleri ben değil yüz ulema bir araya gelse yine tercüme edemezler” şeklinde cevap verir. Bediüzzaman “Kırk yıldır seni görmedim, hem bu hizmet-i imaniyedeki tekasülüne keffaret olarak Mesneviyi ve İşaratu’l İ’caz’ı tercüme etmelisin” der. Abdülmecid kendisine yine “Aman Seyda, ben nasıl cüret edeyim? Ancak siz yapabilirsiniz” diye cevap verir. Bediüzzaman üçüncü defa “Kardeşim Abdülmecid, sana emrediyorum Mesneviyi ve İşaratu’l İ’caz’ı Türkçeye tercüme edeceksin” deyince, artık kabul eder ve “Emir buyurursunuz Seyda, sizin manevi muavenetiniz ve ruhaniyetinizin imdadıyla inşaaallah ancak muvaffak olabilirim” dediğini ve tercüme ettiğini belirtti.

Yeni Nesil yayınları arasında neşredilen “Abdülmecid Nursi’den Dersler” isimli eserini ve Halil Uslu abinin yazdığı ve Yeni Asya yayınları arasında yayımlanan “Abdülmecid Ünlükul’un hayatı ve hatıraları” adlı eserler hakkında bilgi verdi. Ayrıca bizzat Abdülmecid Ünlükul ağabeyin yazmış olduğu ve tercüme ettiği Şafii ve Hanefi Mezhebini ihtiva eden Du Mezheb kitabını tanıtmaya çalıştı.

Daha sonra. 1966’da Zübeyir Gündüzalp ağabey, Halil Uslu’ya “Allah Abdülmecid Nursî Ağabey’den razı olsun, neşriyata ve fütûhata mâni olmadı. Konyalılar Abdülmecid Efendiyi anlamadılar. Vaktim yok, çok hastayım, yoksa Konya’ya gelip Abdülmecid Efendiden Risale-i Nurların Arapçadan Türkçeye, Türkçeden Arapça tercümesi için her şekilde emrinde olurdum. Çünkü Üstadın üslubunu bilen çok büyük bir âlim ve hem de talebesidir.” dedikleri hakkında bilgi verdi.

Abdülmecid Efendi 1955’de Diyanet‘ten müftü olarak görev yaparken emekliye ayrılır. Emekliliğiyle beraber kızının tahsilini desteklemek amacıyla Konya’ya yerleşir.

Abdülmecid Efendi Konya’da da boş durmaz. 1955-1956 yıllarında Konya İmam Hatip Okulunda meslek dersleri öğretmeni olarak görev yapar. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen hergün okula yaya olarak gidip gelir. Okul yönetimi, kendisi için bir araba tutmayı teklif etmelerine rağmen kabul etmez. Öğretmenliği esnasında hiç bir zaman oturarak ders anlatmadı.  Öğrencileri oturmaları için rica ettiklerinde “Bu, helaket ve felaket asrında iman, Kur’ân dersi almaya gelen, malumat-ı diniyeyi öğrenmeye koşan sizin gibi gençlerin karşısında oturarak ders vermekten hicap duyuyorum ve bu hareketimle huzur duymaktayım. Ben vücudumun değil, ruhumun rahat etmesini temine çalışıyorum” diye cevap veren sözleriyle konuşmasını bitirdi.

Program Mehmet Güven’in yaptığı hatim duası ile sona erdi.

Programın sonunda, programı hazırlayan ekib adına Avni Altıner; emeği geçen herkesten Allah razı olsun dedikten sonra, özellikle Risale Haber’e ve Akademi’ye yayındaki gösterdikleri gayretlerinden dolayı teşekkürlerini ifade ederek programa son verildi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum