Mustafa NUTKU
Analitik düşünceye dair
Yanlış hatırlamıyorsam, yıllarca önce katılmış olduğum bir toplantıdaki katılımcılardan biri, önce Müslüman ve daha sonra da Risale-i Nur talebesi olmuş İngiliz profesör Colin Turner’e İngilizlerin Türkler hakkındaki düşüncelerinin ne olduğunu sormuştu; o da, cevaben “İngilizler Türklerin analitik düşüncelerinin zayıf olduğunu düşünüyorlar” demişti. O toplantıda bu konuda başka konuşma olduğunu hatırlamıyorum.
Hangi mevzuda olursa olsun, insanlar hakkında toptancılıkla fikir beyan edilemez. Herhangi bir insan toplumunda bazı mevzularda analitik düşünceleri zayıf olanlar da vardır; olmayanlar da. Bana da, İngilizler ve gayrimüslim nüfusu ekseriyet teşkil eden diğer milletler hakkında ne düşündüğümü sorsalar, ben de “onların dinî mevzulardaki analitik düşüncelerinin zayıf olduğunu” ve hatta daha da fazlasıyla ve açıklamasıyla, misaller de vererek söyleyebilirim.
Üniversitede talebeyken bir yaz tatilinde teknik staj yapmak için İspanya’ya gittiğimde, ekseriyeti gayrimüslim ve Katolik Hristiyan olan o ülkede bir ailenin papaz okuluna giden oğullarıyla çok iftihar eden hallerini görünce, tahrif edilip aslından uzaklaştırılmış batıl bir dinin papazlığı ile ilgili okula giden oğullarıyla çok iftihar eden hallerini çok yadırgamıştım.
Yıllar sonra, geçici görevli olarak gittiğim İngiltere’de orta yaşlı bir İngiliz’in “tam konsantre olmuş” halde elindeki bir kitabı okuduğunu görünce merakımı yenemeyerek, okuduğu kitabın ne olduğunu sorduğumda o da, Protestan Hristiyanlığın papazlığında daha yükselmek için onun (bozulmuş ve bâtıl hale gelmiş Hristiyan dininin) “öğretileri”yle ilgili bir kitabı okuyarak o mevzudaki bir imtihanla papazlıkta yükselmeye çalıştığını öğrenince de hayret etmiştim. Çünkü, dünya hayatındaki asıl imtihanından, o yaşa gelmiş olduğu halde habersiz ve o mevzudaki “asıl analitik düşünce”den uzak görünüyordu. Dinî mevzularda “gerçekten analitik düşünebilseydi”, Hristiyan papazlığına öyle dört elle sarılmaz; ondaki yanlış “öğretiler”i daha fazlasıyla öğrenmeye vaktini, enerjisini harcamaz, onlara inanmaz ve belki de Müslüman olurdu.
“Dinî mevzuda analitik düşünceden uzaklıkla İslâm’la müşerref olmayan” gayrimüslimlerden başka, “İslâm’la müşerref” oldukları halde, “haddinden fazla hüsn-ü zan” ettikleri bazılarının yanlış söz ve yazılarını doğru zannederek, bazı mevzularda “gerçek İslâm”ı hayatlarında yaşamakta “analitik düşünceden uzak” davranan Müslümanlar da elbette vardır.
Bu Müslümanların “analitik düşünmeye davet”le gerçek İslâm’dan uzak bazı yanlışlarından vazgeçirilmesinde, iç kapağındaki “Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi veyahut Bedîüzzaman’ın Münâzarâtı” cümleleriyle takdim edilen, Bediüzzaman Said Nursî’nin İkinci Meşrutiyet’ten sonra Şark’taki aşiretler arasında yaptığı sohbetler esnasında sorulan suallere verdiği cevaplardan meydana gelen ve ilk baskısı 1911’de İstanbul’da Osmanlıca olarak yapılmış olan “Münâzarât” Risalesinin, şu cümlelerine de dikkatlerin çekilmesi belki faydalı olabilir:
“Hiçbir müfsid, “Ben müfsidim” demez; daima sûret-i haktan görünür, yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez “Ayranım ekşidir.” Fakat, siz mihenge vurmadan almayınız. Zirâ çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de ben söylediğim için hüsn-ü zan edip, tamamını kabul etmeyiniz; belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız, bakır çıktı ise çok gıybeti ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.
Ayni Risalede, “Neden hüsn-ü zannımıza sû-i zan edersin?” sualine cevap olarak:
“…Evet, hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra fedâ etmez. Zirâ, hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir. Fakat, şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zirâ, bir müfside, bir dessasa da hüsn-ü zan edebilirsiniz; delil ve âkibete bakınız.”
Ve, devamındaki; “Nasıl anlayacağız? Biz cahiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklid ederiz.” sualine cevap olarak da Bediüzzaman şöyle demiş:
“Çendan cahilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle zebîb yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil. İşte, müştebih ağaçları gösteren semereleridir. Öyle ise, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız. İşte birisinde istirahat ve itaattir, ötekisinde ihtilaf ve zarar saklanmıştır.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.