Ömer ÇELEBİ
Anladık ki
Anladık ki; iman-Kuran hizmeti dolaylı değil, doğrudan yapılması gerekiyormuş.
Anladık ki; kâinatta en yüksek hakikat imanmış, imandan sonra namazmış.
Anladık ki; din hizmeti bütün siyasi meselelerin üstündeymiş.
Anladık ki; bir elde nur, bir elde topuz olmazmış.
Anladık ki; Cadde-i Kübra-i Kuraniye yolundan ayrılanların farkında olmadan dinsizlik kuvvetine yardım etmek ihtimali olabiliyormuş.
Anladık ki; Süfyan ölmemiş hâlâ vazife başındaymış.
Anladık ki; maddi terakki nazara verildikçe dindarlar da sekülerleşebiliyormuş.
Anladık ki; yılandan, akrepten ve çıyandan nasıl korkup çekiliyorsak aynen onun gibi ihlâs ve samimiyetimizi kıracak ter türlü sebeplerden de uzak durmak gerekiyormuş.
Anladık ki; “Müslümanları yenmek için ya Kuran’ı ortadan kaldıracağız ya da Müslümanları Kuran’dan soğutacağız” diyen İngiliz sömürü bakanı Gladstone, Kuran’ı ortadan kaldıramamış ancak Müslümanları Kuran’dan soğutmayı becermiş.
Anladık ki; Kuran’ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğu dünyaya ispat edilmesi gerekiyor ama ispat henüz bitmemiş.
Anladık ki; medenileri galebe çalmak ikna ile imiş, söz anlamayan vahşiler gibi icbar değilmiş.
Anladık ki; aç canavara muhabbetle yaklaşılmazmış.
Anladık ki; gerçekten bizim düşmanımız cahillik, fakirlik ve ihtilafmış. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet ve ittifak silahıyla mücadele edecekmişiz.
Anladık ki; hiçbir müfsid ben müfsidim demezmiş, daima suret-i haktan görünür hatta batılı hak görürmüş.
Anladık ki; her kim olursa olsun, isterse alim-i mürşid olsun sözlerini hüsn-ü zan edip tamamımı almayacakmışız.
Anladık ki; Kürt meselesi milli bir mesele imiş.
Anladık ki; Kürt meselesinin sahibi ne hükümet ne de dağdaki şaki imiş. Meselenin asıl sahipleri Türkiye’de yaşayan, etnik unsuru ne olursa olsun herkesmiş.
Anladık ki; harici düşmanlara karşı bütün Müslüman’ların asayişi muhafaza etmesi, müspet bir şekilde yardım etmesi gerekiyormuş.
Anladık ki; fenalığa fenalıkla mukabele etmemek gerekiyormuş.
Anladık ki; ben iman ettim demekle iman etmiş olmuyormuşuz.
Anladık ki; din ve dinsizlik muvazenesi kıyamete kadar sürecekmiş.
Anladık ki; Cennet ucuz değilmiş, Cehennem ise lüzumsuz değilmiş.
Anladık ki; nasıl okçular tepesindeki sahabelerin kuşları cesetleri parçaladıklarını görse dahi yerlerinden asla ayrılmamaları gerektiği gibi; cemaatlerin de asıl vazifelerini terk etmemeleri gerekiyormuş.
Anladık ki; menfaat üzerine dönen siyaset canavarmış.
Anladık ki; mesele hakikaten ağaç falan değilmiş, Bolşevik baykuşlarının üzerimizdeki tarumarıymış.
Anladık ki; materyalizm ve darwinizm felsefesi hâlâ bitmemiş, hâlâ dinsizlik fikrini yaymak için canhıraşâne çalışıyorlarmış.
Anladık ki; baki, ölümsüz elmas değerindeki hakikatler; fani, çürümeye mahkum insanlar üzerine bina edilmezmiş. Edilirse o hakikatlere zulüm olurmuş.
Anladık ki; hakiki bir Müslüman, samimi bir mümin hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaması gerekirmiş.
Anladık ki; asayişi netice veren müspet iman hizmeti içinde her sıkıntıya karşı, sabırla, şükürle mükellef olmak gerekiyormuş.
Anladık ki; alem-i İslam’ın kurtuluşu ittihad-ı İslam ileymiş.
Anladık ki; sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına asla yapılmayacakmış
Anladık ki; kusurları ifşa edenin Allah da kusurlarını ifşa edermiş, kapatıp ıslahına çalışanın ise Allah da hem dünyada hem ukbada kusurlarını kapatırmış.
Anladık ki; hakikaten kaderin üstünde bir kader varmış.
Anladık ki; insanlardan zekât gibi İslam’ın beş şartlarından biri olan bir farz vazifesini ifa ederken aldığınız zekâtın hakkını-hukukunu kendi malınızdan daha iyi muhafaza etmeniz gerekiyormuş.
Anladık ki; Bediüzzaman’ın istiğna düsturu bu zamanda hâlâ geçerliymiş ve kıyamete kadar da geçerli olmaya devam edecekmiş.
Anladık ki; Bediüzzaman’ın öğrettiği meslek ve meşrebi noksan görüp bu meşrebin dışına asla çıkmamak gerekiyormuş.
Anladık ki; Nur Talebeleri siyaset ile münasebeti ancak ve ancak Risale-i Nur’un maddi-manevi hukukunu muhafaza içinmiş.
Anladık ki; Risale-i Nur referans yapılarak maddi beklenti içine girilmezmiş.
Anladık ki; hırs, sebeb-i hasaretmiş.
Anladık ki; Risale Nur’a ilişilmemesi gerekiyormuş.
Anladık ki; Mevla görelim neylermiş, neylerse güzel eylermiş.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.