Safa MÜRSEL
Bandrol konusuna dikkat !
Dini eser yayınlamanın cesaret işi olduğu bir geçmişten geliyoruz. Hele son doksan yılda Kur’an’ın Çağdaş Yorumu olan Risale-i Nurları yayınlamak daha büyük cesaret işiydi. Risaleler, tesbih ve rahle eşliğinde yakalandığı her yerde, sanki tehlikeli bir silah gibi “okunmaya hazır, açık kitap” suçlaması ile bin 500 defa yargısal bir terörün mağduru yapıldı. İlk yayınlanmaya başladığından yaklaşık altmış sene sonra, 1985 yılında devletin“yasak eser” listesinden çıkarılabildi.
Türkçe telif edilmiş risaleler başta olmak üzere, elliye yakın dile çevrilmiş tercümeleriyle Risale-i Nur Külliyatı, dijital ortamda, hızla, hem de ücretsiz olarak dünya insanı ile buluşuyor. Müellifinin ifadesiyle “sahiplerini buluyor.” Biz ise, aslına sadık bir yayının torba kanunla mümkün olduğu zannına kapılmışa benziyoruz. Ne zaman, nerede , ne gibi sürprizleriyle karşılaşacağımızı ve ne getirdiğini bilmediğimiz bir düzenlemeyi çözüm gibi görüyoruz.
Risale-i Nur hareketi, sivil toplum özelliği galip bir iman hizmetidir. Onun neşrine dair ihtiyaçların bir NGO, yani resmi alan dışında bir kimlikle karşılanması asıl olmak gerekir. Risalelerin neşrini günlük kaygılarla kanuna bağlamak, bugün için çözüm gibi görünse de, o kanun, başka bir zaman pekala bir engelleme aracına dönüşebilir.Yaşadığımız süreç hiç tekin değil. Meslek ve meşrep farklılıklarının bile kolayca sorun olabileceği göz ardı edilmemelidir. Kanuni koruma süresinin dolmasına daha on altı sene bulunan risaleler için, koruma süresini kaldırmanın mantığını anlamak kolay değildir. Hukuken yetmiş yıllık koruma süresi devam ederken bile orijinal metinlere müdahale eden tartışmalı bir çok risale yayınlanabilirken, koruma süresini kaldırmak son derece sakıncalıdır.
Kanun maddelerinin , “lastikli” uygulamasından çok çekmiş bir hareketin, risalelerin neşri konusunda, çözümü, dışarıda değil kendi içinde araması gerekir. Eski TCK: 163. maddesinin, din ve vicdan hürriyetini kullanılamaz hale getiren siyasi maksatlı uygulamalarının, Bediüzzaman’ın mahkeme müdafaalarında nasıl eleştirildiği ortadadır. Hatta bu konuda Napolyon’un bir sözünü misal verir ve der ki, “bana tevili mümkün olmayan öyle bir söz getirin ki, ben sizi onunla idam edeyim”. İyi niyet kaybedildiği ve siyasi hesaba girildiği zaman istismar edilemeyecek kanun ve hüküm yoktur.
Kolay iş zora koşulmamalıdır. Risaleleri neşreden onlarca yayın evinin, öncelikli maksadının, bu eserlerdeki imani mesajları muhtaçlara ulaştırma çabası olduğu kabul edilmelidir. Fakat risaleleri daha anlaşılır kılmak için, esas metinleri gölgeleyecek şekilde ifratlara gidildiğini, bunun, amacı aşan tahriflere yol açabileceği örnekleriyle ortadadır. Risalelerin neşrinde bu tür infiradi tasarruflara meydan vermeyecek bir tedbir ve disipline, mutlaka ihtiyaç vardır. Bu eserler üzerinde herkes kendi imzasıyla istediği çalışmayı yapabilir. Fakat “risaleleri anlaşılır kılıyoruz”, diye her önüne gelen istediği gibi düzenleme yaparak otantik metinleri gölgelememelidir. Risale yayıncılığına karşı, orijinalliği muhafaza kaygısıyla tedbir ihtiyacı, bu haklı endişeden kaynaklanıyor.
Risalelerin orijinalliğini korumanın yolu kanuna sığınmak değildir. Mevcut kanunlar yeterlidir. Bu işin özel bir hükme ihtiyacı yok. Kanun, hiç beklenmedik ve arzu edilmedik sonuçları önümüze koyabilir. Onun içindir ki, tekrar ediyorum, çözüm içeride aranmalıdır. En sağlıklı yol da budur. Şöyle ki,
1 – Öncelikle müellifin kanuni mirasçıları çözümün bir unsurudur. Bu konu bu güne kadar aşılamadı ve hukuken aşılması da mümkün değildir. Kanuni mirasçılar, hukuken yok farz edilemezler. Hukuken, onların da dahil olacağı protokol mahiyetinde bir düzenleme yapılmak gerekiyor. Kanuni mirasçıların böyle bir düzenlemeye açık ve taraftar oldukları anlaşılıyor.
2 – Bizzat müellifin, risaleleri neşirle vazifelendirdiği isimlerden halen hayatta olanlar çözümün diğer kutbudur. Bu isimler hakkında, risalelerde geçen “ vasiyet” beyanları, mevcut meri hukuka göre, şekil şartını tam taşımadığından, (noterde tanzim veya mahkemeye teslim gibi) birkaç defa yargılama konusu oldu ise de, vasiyet edilenler lehine olumlu sonuç alınamadı. Yanılmıyorsam, 1960’lı ve 1990’lı yıllarda çıkan bazı kararlar, derecattan geçtiği için kesin hüküm haline geldi. Değiştirilmeleri için farklı içtihatlar yapılmasına ihtiyaç vardır. Mevzuata göre bu da mümkün değildir. Risalelerin orijinalliğini koruma amacıyla, Müellifin, eserlerinde “vasiyet” ettiği isimler, kanuni mirasçılarla ortak hareket ederek, protokolün kurucu unsurlarından birisi olmaları halinde, bandrol konusu dahil bir çok mesele esasa bağlanır ve çözülebilir. Böylece müellifin “vasiyetindeki” arzu ve iradesi, hukuki alana taşınmış ve hukuken geçerlilik kazanmış olur.
3 – Yukarıdaki iki gurupta adı geçenlerin bir araya gelerek düzenleyecekleri bir protokolde, sadece müellifin tashihinden geçmiş nüshalar esas alınmak şartıyla risalelerin herkesçe basılabileceğini öngörülmelidir. Sadece ayet ve hadis mealleri ile kitabın sonuna lügat gibi kolaylıklar ön görülebilir.
4 – Bir diğer alternatif, Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı İşârât-ül İ’caz isimli eserin tahkikli basım şekli de öngörülecek formatlardan birisi olabilir. Fakat, büyük ölçüde, akademik özellikli görünen bu format, Diyanet İşleri Başkanlığına ait olmalı ve Külliyat, Diyanette bu formatta neşre devam edilmelidir.
5 – Telif hakkından doğan tayinat ve benzeri hakların oranları ile bunların nasıl düzenleneceği, protokolde prensiplere bağlanabilir.
6– Düzenlenecek bir protokolün, takip ve icrasına yetkili olmak üzere bir vakıf tüzel kişiliği görevlendirilebilir. Yayıncıların basımından gelen telif haklarının kimlere veya nerelere, nasıl tevzi edileceği de protokolde öngörülebilir.
7 – Bu protokol(sözleşme), kanuni mirasçılar ile müellifçe tayin edilen varislerin ortak imzalarıyla tekemmül eder. Risale yayınlamak isteyen her yayıncının bu protokolu imzalaması halinde, hak sahipleri ile yayıncılar arasında bir telif sözleşmesi(akti) kurulmuş olur. Bu protokolde öngörülen şartları kabul ederek imzalayan her yayıncı, Kültür Bakanlığına (Yayfet)’e giderek bandrolünü alır ve basımını yapar. Bu sözleşmeden doğan yükümlülükleri, öngörüldüğü şekilde yerine getirdiğinde basma hakkını muhafaza eder.
Sadece bir protokol(sözleşme) taslağı olarak öngördüğüm yukarıdaki hususlara, gerekli görülen ekleme ve çıkarmalar elbette yapılabilir. Bu taslağı öngörmedeki maksadım, konunun bir kanuna muhtaç olmadığını göstermek içindir. Çare içeride aranmalıdır, derken de bunu kastediyorum.
Torba kanuna konacak hükümde, kanuni mirasçılara hak tanınırken, risalelerde “vasiyet” edilen “naşirlere” herhangi bir hak tanınmamaktadır. Halbuki müellifin neşriyattaki temel tercihi, vasiyet ettiği isimlerin neşriyata vaziyet etmesidir. Bu maksadı bertaraf eden bir kanuni düzenleme, müellifin vasiyetine uymadığı gibi, naşirleri devre dışına çıkarmaktadır. Onun içindir ki, kanuni mirasçılarla “naşirlerin şahs-ı manevisinin” kendi aralarında çözüm üretmesi, hem bir zarurettir, hem de müellifin, maksadını dikkate almanın gereğidir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.