Barla'da Üstadı yaşamak ve yaşatmak

“Bu parça sevip de Barla’da kavuşamayanlar için gelsin Caner Kutlu.
Barla sensiz buruktu. Bir yanım hep eksik kaldı.
Sen de olsaydın bu şarkı çok daha güzel olurdu. ”

Dünya manevi bir buhran geçiriyor. İnsanlık manevi bir yangın yaşıyor. Şükür ki İslam az ötede çağlardır bir alternatif olarak hazır kıta bekliyor. Bu minvalde son zamanlarda dünyada İslam’a ilgi giderek artıyor. Risale-i Nur gibi asrın idrakine uygun söylemlerin yaygınlaşması İslam’a girenlerin sayısını çoğaltıyor. Bununla beraber arayışlarını deneme-yanılma yöntemleri ile sürdürenler de var. Bu gruptaki kişiler katılma eğiliminde oldukları dinleri kutsal mekânlarında belli bir süre yaşayarak karar veriyorlar. İslam’a ilgi duyan bazı gayrimüslimler İslam’ın dünyalarında nasıl bir değişiklik yaşatacağını test etmek için İstanbul’a geliyor. Camilerde namaz kılıyorlar. Oruç tutuyorlar. Ben de Floransalı (İtalya) bir aileye bir süre rehberlik etmiş, Beyazid Camiine götürmüştüm. Şadırvandaki abdesti şaşkınlıkla seyretmişlerdi.

Avrupalı için İslam İstanbul. Türkiye dışında Risale-i Nur ile Müslüman olanlar için ise İslam ilk önce Barla. Burkina Faso’daki Risale-i Nur derslerine katılan simsiyah/habeşi gençlerin “Barla aşkı”nı dinlerken gözyaşlarına boğulmuştum. Barla’ya geleceklermiş, Bediüzzaman’ı ve Risalelerin yazıldığı yerleri ziyaret edeceklermiş. Anadan olma değil, sonradan olma Nur Talebesi, diye bunlara denir herhalde. Sahip oldukları şeyin kıymetini biliyorlar.

Ben de anadan olma değil sonradan olma, kabul buyururlarsa çakma bir Nur Şakirdiyim. Barla’da ya da Risale-i Nur’ların okunduğu bir evde dünyaya gelseydim yine de bu kadar sever miydim Barla’yı? Risaleler ile değil de başka eserlerle İslam’ı tanısaydım, yani Barla’yı hiç tanımasaydım yine de sever miydim bu kadar Ravza’yı? Neyse…

Şimdi Barla yollarındayım. Kalbimde biraz Floransalı ailenin, çokça Burkina Fasolu gençlerin Barla heyecanı var. Nur’ları tanıyalı 25 yıl oldu. Belki 25 kez gittim Barla’ya. Her seferinde bir ilki yaşıyor heyecanı içindeyim. Floransalı ablaya benzeyen üç minik Penguenimiz Meyra, Verda ve Azra’da da Barla’yı ilk kez görecek olmanın heyecanı zirve yapmış.

Barla’da bir kez 10 yıl önce gecelemiştim. Başka da nasip olmadı. Günü birlik gidip, geldim. Bu sefer 2 gece yatılı kalabileceğiz. Barla Risale-i Nur’ların doğum yeri. Risalelerin ¾’ü, 130 parça eserin 120’si burada yazılmış. Buradan yayılan Nur’lar dünyanın dört bir yanına varmış, Burkinalı simsiyah gençlerin kalplerini de, yüzlerini de ağartmış. Risalelerle dünyamı bir nebze kurtardıktan sonra başkalarının da dünyalarını bir nebze kurtarmak, yeryüzünde Rabbimiz için secde edilmeyen bir karış toprak, Peygamberimizin ve Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman’ın adını duymayan bir kulak kalmayınca kadar koşmaya vakfetmeye çalışıyorum kendimi. Bunun için Üstad Barla’da nasıl yaşadı, Nur’ları Barla Sıddıkları ile hangi ruh haliyle yazdığını hissedebilmek için 2 gün boyunca Üstadla ve Barla Sıddıklarıyla yatıp kalkmak, bilhassa Sıddık Süleyman’ı rüyalarımda görmek istiyorum.

İşte Barla’ya vardık. Risale Akademi dünya tarihinde bir ilki gerçekleştiriyor. Barla’da Barla Lahikası Sempozyumu düzenliyor. Risale Akademi ailece Barla’ya gelmemize vesile oldu. Yıllardır hayal ettiğim şey gerçekleşti. Barla’da iki gece kalabileceğiz. Kısmetse biz de “Barla Lahikası’nda Teşbih ve Temsil Unsurları” konulu bir tebliğ sunacağız. 30 kadar araştırmacı-yazar ile 12-14 Haziran tarihleri arasında üç günsüreyle Barla Lahikası’nı Barla Sıddıklarının ruhaniyatları ile dolaşacağız.

Sempozyum mahalline geliyoruz. Kürsüde Risale Akademi Sempozyumlarının şeref konuğu Mehmet Fırıncı Ağabey konuşuyor. Fırıncı Ağabey Nur’lar için akikten bir mihenk taşı. Mütevazı kişiliği ile ruhlara huzur serpiyor. Yüzünde Bursa Ulu Caminin iki kapısında aynı anda ekmek dağıtan Somuncu Baba şefkati. Sesi Üstad’dan hatıralar çalan eski bir plak.

İhsan Atasoy sanki Üstadın Talebelerinden başka bir şey düşünmeyen bir insan. Onlarla yatıp, kalkıyor. O davudi sesiyle nefes nefese “Barla Lahikası Mektuplarında Risale-i Nur’un İnşasında Hafiz Ali’nin Rolü”nü anlatıyor. Himmet Uç yine uçlarda geziyor. “Barla ve Kitaplar” üzerinden bizi fildişi kuleye çekiyor. İbrahim Kaygusuz Barla’dan dünyaya yayılan şahs-ı maneviye vurgu yapıyor. Abdurrahman Iraz ağabeylere sadakatiyle namdar. Bize “Barla Lahikası’ında Sıddık Süleyman Sadakati ve Hizmetleri”ni yaşatıyor. Erdoğan Çelebi “Barla Lahikası Bağlamında Şuunat-ı İlahiye Konuları İle İlgili Bir Değerlendirme’de bulunuyor. Batı-Doğu sentezi, modernite ve Risale-i Nur ile saçlarını ağartan Mustafa Akça “Modern Dünyada Risale-i Nur ve Cemaatlerin Geleceği” konusunda ufuk açıcı bir konuşma yapıyor. Konularında uzman diğer yazarlar da bize Barla Lahikasının pek bilinmeyen yerlerine götürüyor.

Sempozyumda beni şaşırtan şeylerden birisi de poster sunumları oldu. Dursun Sivri, Mehmet Evren, Erkan Okur, Kadir Aytar, Bekir Erdoğan, Nuran Şahin, Enise Benek, Mehmet Şahin, Afife Artuk, Esat Akbal, Nurettin Gürsoy, Cemalettin Elibol, Lütfi Peker, İbrahim Tutar hazırladıkları posterlerle bir anlamda bir Barla Panaroması sunuyorlar bize.

Sempozyumlar bitiyor. Herkes Üstada ve Barla’ya olan gönül borcunu ifa etmenin huzur içinde.

Şimdi de Üstadın Barla menzillerini dolaşıyoruz. Bak, şurası Cennet Bahçesi. Buralar cennet yurdudur. Buralar Sıddık Süleyman’dan sorulur. Üstad bu bahçeden giriş yapmış Barla’ya; dünya evine… Bir sürgün gibi değil aşık gönüllü bir gelin gibi gelmiş buraya. İşte bahçedeki şu çeşmeden almış ilk abdestini. Cennetlik adam vesselam. Suyun kaynağını biliyor. Bu su cennetten, Süleyman’ın Cennet Bahçesinden geliyor. Hızır’ın oturduğu yer yeşerirmiş; Üstadın oturduğu yer cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüvermiş. Sıddık Süleyman bir güneş gibi ansızın ne zaman çıkacak karşıma? 60 yaşlarında biri çıkıyor karşıma. Hasretle sarılıyor bana. “Tebrik ederim. Konuşman güzeldi. Sıddık Süleyman’ın güzel anlattın. Ben de Sıddık Süleyman’ın oğlu Mehmet Kervancı’yım” diyor. Sıddık Süleyman “Kendim gelemedim. Bizim oğlanı gönderiverdim” demiş sanki. Sanki içime güneş doğdu. Sanki içim cennetle doldu. İçimde “Cennet Kıpırtıları” İlhan İrem! İlhan İrem! Sen de duyuyor musun beni?

Sürgün gibi masallarda

Uzaklarda bir düş kur

Yapayalnız bir gülüş ol

O gülüşlerden bir ev kur

Delilenme git, gelme dur

Ne güzel… Ne güzel…Ne güzel gülüyorsun Mehmet Kervancı…

Yürüyelim… İşte şurası Barla’daki Üstadın ilk menzili evi. Altında Santral Sabri’nin oyuklarına Risaleler sakladığı Nur Çeşmesi. Kıyamete kadar da akacak inşallah. Çeşmenin başında Floransalılara benzeyen turist çift dikkatimi çekiyor. Azra’ya sesleniyorum. Bak kızım abla sana ne kadar da benziyor. İstanbul’da istediklerini bulamayıp Barla’ya gelmiş olabilirler mi?

Şu arkası Muhacir Hafız Ahmed’in evi. Zikirlerde dünyayı çıkrık gibi, halka gibi çevirmiş bu evde Üstad. Onun arkasında Üstadın İmamlık ettiği Mus Mescidi. Kıble tarafına yürüyelim. 200 metre sonra Üstadın 2. Köşkünü bulacaksın, şaşırma. Mezarlığın yayından devam edersen Üstadın tefekkür yerlerinden Karadut’a çıkarsın. Oraya kadar çıkamam dersen tekrar Üstadın evine dön. Orada Burkina Faso’dan, Kara Kıtadan, Afrika’dan, Amerika’dan, gelmiş simsiyah yüzlü, simsiyah nurlu, siyah dut misali Risale-i Nur ile imana gelmiş gençler göreceksin, şaşırma. İşte “Siyah Dutun Bir Meyvesi” simsiyah yüzlü gençler. Şimdi onlardan bu şiiri dinlemek ne güzel olurdu değil mi?

Siyah yüzlere nakşolan Risale-i Nur’ları okuya okuya işte geldik şu dünya menzilinde en son varacağımız kara toprağa, Mezaristana. Ben Risale’yi Trakya’da tanıdım. Risale’deki mezaristan kelimesini her okuyuşumda Macaristan geliyor aklıma ya neyse. Bak, şu mezar Bayram Yüksel’in. Senin de “Bayram ‘Yüksel ki, yerin burası değil, cennettir. Bu gün Risale-i Nur’un bayramıdır. İlk defa Barla’da Nur Sempozyumu yapılmaktadır” diyesin geldi mi? Benim geldi.

Bayram’ın yanında isimsiz bir mezar. Bakma boş gözlerle oraya. Orada kimin yattığını bilseydin çoluğu cocuğu bırakır, yanına yatardın. Daha da kalkmazdın.

İsimsiz mezarın üç metre arkasında cennetin yakışıklısı SIDDIK SÜLEYMAN. Ölürüm sana… Ah mezarında taş, koynunda toprak olaydım.

Barla Kabristanına karanfiller gibi serpilmiş Muhacir Hafızlar, Şamlı Hafızlar, Abdullah Çavuşlar, Mustafa Çavuşlar… Sıddık Süleyman’ın bahçesinden sonra burayı da cennet eylemişsiniz. Ne iyi etmişsiniz.

Barla’da bahar, mezaristanda bahar havası. Biz de ikinci bahar havası. Yeni mi geldik dünyaya? Dünya denilen yer ne kadar da güzelmiş meğer.

“Mezarlık” ifadesi soğuk geliyor bana. Halbuki “mezaristan, kabristan”, Macaristan gibi, yaşanılacak yer gibi ne güzel. Yaşanılacak yer ayrıdır. Ölünecek yer ayrıdır. Paris’te yaşanılır, Roma’da ölünür. İstanbul’da yaşanılır, gerek kalmadı Ankara’da yaşamak zorundaysan hemen ölsen daha iyidir. Ama Barla öyle değildir. Mezaristan gibi, Macaristan gibi bir ülkedir Barla. Yaşamak da, ölmek de güzeldir orada. Seninle yaşamak var ya, seninle ölmek var ya Barla… Şimdi şu kabristanda ölüversem ne güzel olur. Gömüverirler Sıddık Süleyman’ına yanı. Zaten hep ya Barla’da, ya Ravza’da, ille de hizmet başında öleyim demiyor muydum? İşte sana ölüm. Ölümlerden ölüm beğen deseler bu kadar güzel olmazdı herhalde…

Baktık, ölemiyorum, bunun üzerine Kabristan’dan çıktık. Ölmediğimize göre hizmete devam. Şimdi kendimi şu boşluğa bıraksam çıkar mıyım Çam Dağlarına… Çıktık işte Çam Dağlarına. Mayıs’ın başından Ağustos’un sonuna kadar tek başına kalırmış üstad buralarda.

Bak şu çam ağacına. Güneşin doğuşunu burada karşılarmış üstad. Bak 30 metre arkadaki Katran ağacına. Üstad güneşi bu ağacın üzerinden uğurlarmış akşamları. Üstad bu. Sabah, akşam bahane. Güneşe gel deyince sabah, biraz dokunsa akşam oluyor zaten. Çam ve Katran Ağacını birileri 2000 yılında yıkmış. O kadar dedim, “Yapmayın etmeyin ağalar. Ağaçlar atlar gibidir. Ayakta ölür. Ağaçları yok edemezsiniz. Ateş olur, yakarlar sizi. Katran olur tohumlarından ayağa kalkarlar. Ağaçları yakmayın, yıkmayın. Yıkarsanız yıkılırsınız” dedim, dinlemediler. Yıktılar, yıkıldılar.

Pelikanlarım Meyra, Verda, Azra, yıkılmış Katran’a ve Çam Ağacına dokunuyor. Seviyorlar. Okşuyorlar. Resim çektiriyorlar. Boş bir sayfa gibi açılan Eğirdir Gölünü seyrede seyrede günahsız kalplerinde Risalelerdeki kendi hikayelerini yazıyorlar. “Akşam oluyor. Haydi evimize dönelim çocuklar” diyorum. Katran Ağacından kendimizi boşluğa bırakıyoruz. Bulutlar yüzümüzü öpüp geçiyor. 8 yaşındaki Meyra “Bir hayalim daha gerçek oldu. Barla’yı gördüm. Çok mutluyum” diyor. Tekrar gelmek üzere, Barla’dan bir ev almak üzere sözleşiyoruz. Yola revan oluyoruz. Hoşça kal Barla…

Sayın Risale Akademi Yetkilileri... Barla Lahikası Sempozyumu ile Meyra’nın şahsında bizim hayalimizi gerçekleştirdiğiniz gibi Üstadımızın ve Barla Sıddıklarının da dualarını gerçekleştirdiniz. 2 gün boyunca bizi Üstadımızla ve Barla Sıddıkları yaşattınız. Allah ebeden sizlerden razı olsun. Amin…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum