Bediüzzaman bizi şöyle ikaz eder
Bugün Gazetesinden Ali İhsan Er'in 'Ahiret hakkında merak edilenler' başlıklı makalesi...
Ali İhsan Er'in yazısı...
Dünya hayatında önemli olan şey, Allah’ın yüceliğinin ve azametinin duyulmasıdır.
Biz, iradî olarak da O’nun peşinde olmalıyız. O’nunla münasebetlerimizde araya hiçbir şey girmemeli. Başka mülahazalar girince (benzetmek gibi olmasın) güneşle dünya arasına herhangi bir şeyin girmesiyle, bir tutulmanın yaşanması gibi olur. Evet, O’ndan uzaklaşmada zulumâtlar (karanlıklar), O’na yakın durmada nûraniyetler vardır. O’na yakın olursan, yani O’nun dostu, velisi olursan Allah, her an seni sarmak isteyen zulmetten çıkarıp nûra ulaştırır. Nitekim "Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan (zulumat) aydınlığa çıkarır" (Bakara Sûresi, 2/257) ayet-i kerimesi bu hakikati dile getirir.
Karanlık çoktur, nur ise bir tanedir!
Ayette geçen "zulumât" ifadesinden anlaşıldığına göre karanlık bir tane değildir, çoktur. Nur ise bir tanedir. Fakat karanlığın faktörleri çoktur. Mesela kendimiz açısından, yetiştiğimiz çevre, tabiatımız, cismaniyetimiz, zaptu rapt altına almadığımız, mahiyetimizde saklı bulunan bir kısım duygularımız, kinlerimiz, nefretlerimiz, şehvetlerimiz, iştihâlarımız, arzularımız, isteklerimiz vs. bütün bunların hepsi zulmete götürücü şeylerdir ve insanı tek başına batırabilir. Bunlardan uzak olduğumuz zaman, aydınlıkta olabiliriz. İnsanı saptıran, fenâlıklara çekip götüren bir ortamda bulunma, cismaniyetin çok ağır baskısı altında olma, kötü arkadaş edinme, şeytan faktörü vs. gibi pek çok sebep vardır. Yani insanın dalâletini, gazâb-ı ilahiye uğramasını tek bir hususa bağlamamak gerekir. Bunların hepsine karşı belki ayrı bir teyakkuz, ayrı bir temkin, sürekli tetikte durmak gerekir. Tabii hepsinin başında da Cenâb-ı Hakk’a yakın olma vardır. Yani kul, "Tut elimden, bir lahza Sensiz edemem" ve "Ya Rabbi, göz açıp kapayıncaya kadar, hatta göz açıp kapamadan daha az bir süre olsa dahi, beni nefsimle, kendimle baş başa bırakma” duasıyla iki büklüm Rabbine dua ederek yalvarmalıdır. Bu açıdan negatif şeylere karşı hep hazırlıklı olmak gerekir. Onca hayırlı amel yaparsınız, ancak işlediğiniz bir şer sizi alıp götürebilir. Onun için Bediüzzaman Hazretleri, "Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir öpme, bir bakma, bir lokma, bir danede batma" diyerek bizi ikaz eder. Nitekim bir kelime insanı baş aşağı getirebilir. Ağza alınan bir dâne batırabilir. Nitekim kuşlar, bir dane için kafese düşerler. Onun için çok hassas ve uyanık olmak gerekir.
iMTiHAN NiÇiN BU KADAR ZOR?
Peki, niçin bu iş bu kadar zor? Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir. Doğrudur. Sıratın altında da (keyfiyeti bizce meçhul) cehennem vardır. Biz onu bilmesek bile burada Müslümanlığı dosdoğru yaşamanın hakikaten öyle bir köprüyü geçmek gibi zor olduğunu görüyor, her an duyuyor, hissediyoruz. Allah (celle celâluhu) önümüze böyle çetin bir yol çıkarmıştır ama bu, düşelim, devrilelim diye değildir. Bu, talip olduğumuz neticenin mükellefiyeti, O’nun yüklediği sorumluluktur. Sen neye talipsin? On beş yılını uykuda ve çocuklukta geçirdiğin bu fani hayatta, ebedi hayata talipsin. Ebedi hayat ne demek? Ebediyet, iki kutup arasında rakamlara sığmayan sonsuzluk demektir. Sen buna talipsin. Sonra bu, sadece ebedi bir yerde oturma demek değildir. Her gün karşına Allah’ın türlü türlü nimetleri inip kalkacaktır. Sen buna tâlipsin. O, senden bunu talep etmeni istiyor. Ve sen, O’nun cemâlini görmeye talipsin. Demek ki, bu fani hayatta O’ndan gelen o güzellik dalgaları, bizim görme sınırlılığımıza takılmaktadır.
Kulluk ödevlerini yapmaya çalış, gerisini Allah’a bırak!
Günümüzün fizik ilmi, insanın görülmesi mümkün olan şeylerin ancak binde dördünü gördüğünü söyler. Duyulacak şeylerin de belli bir dalga boyu arasındaki şeyleri duyarız. Ama ahirette gözümüz ve kulağımız açılacaktır. Şimdi bu kadar zenginliklere talip olan bir insana biraz yolu daraltmışlar, çok mudur? Allah, orada da inâyetini göstermekte ve mealen, "Siz Bana teveccüh edin, Ben sizi karanlıkta bırakmam. Bana karşı saygılı olun. Azıcık ürperin. Kendinizi salmayın. Dikkatli durun. Önemli şeye talipsiniz. Gözünüzü Benden ayırmayın" (Bakara sûresi, 2/40) demektedir. Böyle bakınca da istenen şeyin yine çok az olduğu görülür. Sporcular zirveye ulaşmak, finale gitmek için ölüp ölüp dirilirler. Bu öyle bir şey değildir. Burada "ebedi kazanma, ebedi kaybetme" meselesi söz konusudur. Şimdi böyle bir mesele için yol ne kadar çetin, ne kadar çetrefilli olursa olsun yine az sayılır. İşte bütün bunlarda içimiz Allah’a karşı çok duru olmalı. O, bize bizden çok daha fazla merhametlidir. Durup dururken bizi cehennemle cezalandırmaz. Bir mümin öncelikle buna inanmalı, fakat aynı zamanda kılı kırk yararcasına kulluğun gerektirdiği ödevleri de yerine getirmeye çalışmalıdır.
Kabir nedir, ruhlar kabir âleminde ne yapar?
Soru: "Sizden kabir alemi hakkında bilgi istiyorum. Kabir nedir? Vefat ettikten sonra bizi kabirde nasıl bir tablo bekliyor? Orada neler yapacağız?" Zeliş Hepşen/Ankara
Cevap: Zeliş Hanım sorunuz uzundu. Özetlemek zorunda kaldık. Hemen cevaba geçelim. Kabir, insanın ebedi yurduna gidişinde ilk duraktır. Hani küçük polisiye olaylar karakollarda veya yerel mahkemelerde; büyük cinâyetler ise şehirlerde ve ağır ceza mahkemelerinde görülür ya. Tabiri caizse kabir de mahkeme-i kübrâ’ya bırakılan büyük cinayetlerin yanında, küçük günâh ve lekelerin bir kısmının silindiği yerdir. Büyük günâhların yanında küçük günâhları da olan kimselerin birtakım kusurları, dünyada çekilen sıkıntı, musibet ve hastalıklarla temizlenirken, bazısı da vefat anında silinir. Kalanlar da büyük mahkemeye bırakılmasın diye kabirde bir temizleme ameliyesinden geçer. Kabrin temizleyemeyeceği ölçüde kabarık olan leke ve günâhlar ise ileride haşirde, mîzânda, sıratta ve daha da olmazsa cehennemde temizlenir.
Peygamberimiz kabri nasıl anlatıyor?
Ruhlar, cesetlerin bulunduğu kabirlere manevî vasıta ve kablolarla bağlı bir kulak bırakır gibi bekleme salonu olan berzah âlemine geçerler. Dünyadaki amelleri, belli bir keyfiyet ve hüviyet kazanmış olarak karşılarına çıkar. Berzâh âlemi âhiret âlemine âit bir keyfiyettir. Artık o ruh için âhiret hayatı başlamış demektir.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: "Biriniz öldüğü zaman ona sabah akşam oturacağı yer gösterilir. Eğer cennet ehlinden ise cennet gösterilir. cehennem ehlinden ise cehennem gösterilir. Ona, işte Allah seni kıyâmet gününde tekrar diriltinceye kadar oturacağın yerin burasıdır, denilir." (Tirmizi, Cenâiz 70) Mü’min ruhları nimet içinde, kâfir ve günâhkârınki de azâp içindedir. Azâp ve dereceleri, hak ettiklerine göredir ve birbirlerinden farklıdır. Berzâh âlemine intikal eden ruhlar bizi duyabilirler, fakat biz onları duyamayız. İnsan kabre konulunca (Bilinmeyen, tanınmayan, yadırganan manasında) "münker" ve "nekir" denilen iki melek gelerek onun ilk sorgusunu yaparlar. İlk sorguda ve imtihanda başarılı olanlar, dünya hayatından çok daha iyi ve cennet hayatına yakın bir güzellikteki hayat ile yaşarlar. Sorgu ve imtihanda başarılı olamayanlar ise bu dünya hayatından çok daha sıkıntılı ve cehennem hayatına yakın bir hayat içinde yaşarlar. Bu durumda kabir kişi için, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olur.
Bugün