Prof. Dr. Şadi EREN

Prof. Dr. Şadi EREN

Öz ve kabuk

İnançta, amelde, ahlakta, muamelatta aşırı iki uç olan ifrat ve tefritten uzak kalıp vasat olan orta yolda gidebilmek hiç de kolay değildir. Tarih boyu Müslüman gruplar arasında meydana gelen problemler ve Müslümanların ferdi olarak yaptıkları hatalar bunu açıkça göstermektedir.

Kur’an-ı Kerîm, ümmet-i merhume olan ümmet-i Muhammed (asm) hakkında şöyle der:

“Böylece, sizi vasat (aşırılıklardan uzak dengeli) bir ümmet yaptık.”[1]

Âyeti “ümmet-i Muhammed denge ümmetidir, hiçbir aşırılıkları yoktur, hep istikamet ve itidal üzeredirler” şeklinde anlamak, tarihî realiteye ve günümüzde gördüğümüz manzaraya ters düşmektedir. Çünkü 73 Fırka hadisinde de nazara verildiği üzere, İslâm ümmeti içinde pek çok fırkalar çıkmış[2] ve bunların çoğu istikametten uzak kaldığından kendilerine “fırak-ı dâlle: sapmış gruplar” denilmiştir. Bu durumda âyet, ümmet-i Muhammedin (asm) esas ve prensipler itibariyle diğer ümmetlerden daha seçkin kılındığını ifade etmektedir. Bu esas ve prensipleri uygulamak veya uygulamamak ise, Müslümanların tercihine bırakılmıştır. Âyetten şu mesajı alabiliriz:

“Size bildirilen esas ve prensipler, sizi en seçkin ümmet yapacak bir kuvvete sahiptir. Öyle ise, dinin esaslarını iyi bilin, size anlatılan prensiplere göre hareket edin, böylece istikametli yolda gidin. Aşırı birer uç olan mağdup ve dallin güruhlarının taşkınlıklarına uymayın. Hayatınız boyunca, her iki yanı birer uçurum hükmünde olan dosdoğru yolda dosdoğru bir şekilde ilerleyin, sırat-ı müstakim üzere yaşayıp sizi cennete ulaştıracak sırattan selâmetle geçin.”

Arapların “İslam bir vâdide, biz başka vâdideyiz” şeklinde veciz bir ifadeleri var. Bu ifade, teorik olarak istikametli yolun ifadesi olan İslam’ı uygulamada Müslümanların problem yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Nitekim derdimizin dermanı olduğunu bildiğimiz ilaçları kullanmadığımızda, bu bilgi bize bir yarar sağlamamaktadır.

Bu meyanda Bediüzzaman’ın şu ifadeleri son derece kıymetlidir:

“Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur.

Hakikati tanımayan, hayâlâta sapar.

Sırat-ı müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer.

Muvâzenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.”[3]

ÖZÜ BULABİLMEK

Filozof Hegel’in "Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı!" dediği söylenir. O derecede olmasa bile dini anlamada da hayli özden uzaklaşmalar olmuştur. Bediüzzaman’ın üstte nazara verdiği ölçüler, dini doğru anlamada hayati öneme sahiptir. Bunları biraz açmakta yarar görüyoruz:

Özü bulmayan kabuk ile oyalanır. Cevizin kabuğu olur, bir de içi. Asıl önemli olan kabuğu kırıp öze ulaşmaktır. Onun gibi, dinî metinlerde asıl önemli olan onların verdiği mesaj iken, bazı kimseler ayrıntılara takılıp kalabilmektedir. Mesela Kur’ân-ı Kerim’de Hazreti Musa’ya bir mu’cize olarak bir asânın verildiği anlatılır. Bazıları bu asânın tarihi seyri ile hayli konuşmuşlar, hatta “cennetten gelme bir asâ” olduğunu bile söylemişlerdir. Tahir-i Mevlevî, bunu şöyle değerlendirir:

“Dünya koyunlarını gütmek için cennetten asâ getirmeye lüzum yoktur. Keramet asâda değil Musa’da idi.”

Hakikati tanımayan hayallere sapar. Hayal ve hakikat birbirine mukabil olarak kullanılır. Bazı insanlar hakikatlerin peşinde koşmak yerine hayallerle avunurlar. Hâlbuki hayal pilavı karın doyurmaz. Böyleleri bir nevi “gölge avcılarıdır.” Mevlâna bunu şöyle anlatır:

“Bir kuş yüksekten uçar. Gölgesi de toprak üstünde kuş gibi uçar. Budalanın biri, o gölgeyi avlamak ister. Koşar, koşar, takati kesilir. Gölgeye ok ata ata, ok torbasını boşaltır.”[4]

İstikametli yolu göremeyen ifrat ve tefrite düşer. Mesela Mücessime’nin yaptığı gibi Allah’ı mahlûkata benzetmek ifrat, Mutezile’nin yaptığı gibi Allah’ın sıfatlarını reddetmek ise tefrittir. İstikametli yol, O’nun sıfatlarını kabulle beraber bunları mahlûkatın sıfatlarına benzetmemektir.

Dengesiz ve ölçüsüz olan, çok aldanır, aldatır. Mesela, emir sığasının hangi manalarda kullanılabildiğini bilmeyen birisi, Kur’ân’da geçen “Avlanın” ve “Evlenin”[5] emirlerini vücub için zanneder. Böylece ihramdan çıkınca avlanmaya gider, evlenmeyen din âlimlerine dil uzatır.

Hâlbuki Kur’ân âyetlerini sadece zahirine göre yorumlamak bazan insanı yanıltabilir. Zira Kur’ân âyetlerinde emir her zaman vücup ifade etmez. Bazı emirler, “Böyle yapabilirsiniz” şeklinde “ibaha” manası taşır, o işin mubahlığını gösterir

[1] Bakara, 143

[2] Tirmizi, İman,18; İbn Mâce, Fiten, 17; Ebu Davud, Sünne, 1

[3] Said Nursi, Muhakemat, s. 49

[4] Rûmi, Mesnevi, I, 274

[5] Maide, 2 ve Nisa, 3

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum