Abdulkadir MENEK
Bediüzzaman ve 2011 yılı müjdesi
Geçtiğimiz Cumartesi günü Sosyal Etütler Derneği’nin davetlisi olarak Ankara’daydık. ‘’Tarihi Süreç İçerisinde Kürt Meselesi ve Said Nursi’den Çözümler’’ konulu seminerimizi seçkin, dikkatli ve katılımcı bir heyete arz etme imkânı bulduk. SETÜD Başkanı Muhterem dostum Mehmet Ali Bey’in daveti üzerine, yeni çıkan ‘’Kürt Meselesi ve Said Nursi’’ kitabımızın ana fikrini ihtiva eden bir seminer talebine dostluğun gereği olarak elbette icabet edecektik.
Seminer üç saat kadar sürdü. Kürt Meselesi, tarihi süreç içerisinde enine boyuna masaya yatırıldı. Bir seminer kapsamını aşacak şekilde ciddi mütalaalar beyan edildi ve müzakereler yapıldı. Ahir zamanın beklenen en son müceddidi ve aynı zamanda bir bölge insanı olan Üstadımızın meseleye bakışını iman ve kardeşlik ekseninde ifade etmeye çalıştım.
Semineri takip eden çok değerli misafirlerin aktif katılımı ile seminer adeta bir foruma dönüştü. İstisnasız bütün katılımcıların memnuniyet ve tebessümlerine muhatap olmaktan da Risale-i Nur adına büyük bir sevinç duydum. Bu sevinç, Kürt Meselesine Üstad’ın bakışının ne kadar kucaklayıcı ve kuşatıcı olduğunun bir kez daha net bir şekilde ortaya çıkması nedeniyledir. Bizim yaptığımız, Kürt Meselesinin tarihi sürecine Üstad’ın görüşlerini serpiştirip ne kadar makul ve muhteşem bir yaklaşım gösterdiğini nazarlara vermekten ibaretti.
Kürt Meselesi, farklı bazı mülahazalar ortaya atılsa bile, halen de ülkenin en önemli meselesi olarak orta yerde durmaya devam etmektedir. Çok yakın bir zamanda da gündemden düşeceğine dair herhangi bir emare de görülmemektedir. Tabi gönlümüzden geçen, bu meselenin en kısa zamanda bütünüyle hal edilip, tamamen gündemden düşmesi, birbirini gönülden kucaklayan yetmiş beş milyonluk bir ülkede yaşamanın engin ve zengin hazzını yaşamaktır. İnşallah o günlere de en kısa zamanda kavuşmanın saadetini hep birlikte yaşarız.
Seminer ve orada konuşulanlarla ilgili olarak çok şeyler yazılabilir. Belki orada bulunan bazı kalem erbabı da görüş ve düşüncelerini kamuoyu ile paylaşmak isterler. Ancak Risale Haber’de seminerin haberinin yayınlanması ile ilgili olarak yaşanan tartışmalara da belki bir açıklık getirmek gerekebilir. Meseleler enine boyuna, öncesi ve sonrası ile birlikte ele alınmadığı zaman hep yanlış bazı yorumlara kapı açabilir. Bu konuda da öyle oldu.
Bu asrın ve kıyamete kadar ümmet-i Muhammediyenin (ASV) vesile-i necatı olacak, sağlam ve şaşırmaz bir pusula vazifesi gören Risale-i Nur eserlerinde, elbette istikbale dair çok sayıda işaret ve müjde bulunmaktadır. Tabii ki, bunların bazıları tarihlerle ifade edilmiş, bazıları yaklaşık olarak söylenmiştir. Bunlar ayet ve hadislerden Üstad’ın çıkardığı bazı işaretlerdir. Biz de Üstadımıza olan itimadımızın gereği olarak zaman zaman bunları gündeme getiririz.
Üstad’ın 2011’e dair işaretini de yıllardır çeşitli vesilelerle hep konuşuruz. Üstad Meşrutiyetin ilanından sonra memleketine dönüp aşiretlere ziyaretler yaptığı sırada çok meseleler sual-cevap tarzında gündeme gelmiş ve Üstad da bunlara uygun cevaplar vermiştir. Bu soru cevaplardan bir tanesi de şu şekildedir:
“Suâl: Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?"
Cevap: Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz. Zîrâ sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır. Zîrâ eski zamanın adamlarına benzersiniz.
O nâzik meşrûtiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gâyetkeyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast geçecektir. Ezcümle, bâzı cezâ-i sezâsını hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bâzı bir meşhur bektâşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp, gasp ve gâret ediyorlar. Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır; bâzı bahane ile parça parça etmek istiyorlar.” (Münazarat, 29)
Aslında bu cevabın her kelimesini ayrı ayrı izah etmek lazım. Bence burada ifade edilen Meşrutiyet ve Demokrasi karşıtları farklı isim ve resimlerle bugün de bütün gayretleri ile orta yerde durmaktadırlar. Demokrasi düşmanı olan ‘’eşkıyanın’’ izah edildiği son iki cümle üzerinde ise özellikle durmak gerekir. Meseleyi basit bir parti yaklaşımı ile tenkit edenler ve ‘’eksen kaymasından’’ bahsedenler kendilerine ve etraflarına dikkatlice bakmalıdırlar. Bu sıfatlara tam olarak yakışan ve toz kondurmadıkları bazı kişileri çok net bir şekilde göreceklerdir. Eksen kayması gibi tabirleri basit isimler ile irtibatlandırmamak gerekir. Siyasi ve şahsi husumetlerden dolayı yıllarca ifade ettikleri görüşlerin tam karşısında durma tuhaflığını gösterenlere bu tabirler daha çok yakışmaktadır.
Üstad’ın Kürt aşiretlerini gezmesi ve sorularına cevap vermesi 1910 yılının son ayları ile 1911 yılının ilk aylarında gerçekleşmiştir. Dolayısı ile Üstad’ın yukarıdaki suale verdiği cevapta, Meşrutiyetin gecikmesine sebep olarak gösterdiği gerekçeler maalesef bu yüz yılda bütünüyle gerçekleşmiştir. Bu cevap içinde gerçekten çok enteresan noktalar vardır. Meşrutiyet-Cumhuriyet ve Demokrasinin çok sayıda düşmanı bulunmaktadır. Vahşet ayıları, cehalet ejderhaları ve husumet kurtları, demokrasinin gelmemesi için büyük gayret göstermektedirler.
Bu gayret neredeyse kesintisiz olarak devam etmektedir. Doğu ve güneydoğuda yaşayan insanlar üzerinde büyük oyunlar oynanmaktadır. Bölge insanları siyasi bir rant kapısı olarak kullanılmaktadır. Bu oyunların hepsinin ortak noktası, bu insanları, bu bölgeyi, bu kültürü bahane ederek demokrasinin bu ülke için lüks olduğunun her fırsatta ifade edilmesidir. Terör ve şiddetten beslenen ve varlıklarını buna borçlu olanlar, demokrasinin tam olarak yerleşmesinden elbette rahatsız olacaklardır. Türk ve Kürt ırkçıları bu rant kapısını asla kaybetmek istemiyorlar. Halkçılar ve ırkçılar tarafından geçen yılın 12 Eylül gününde yapılan referandum ve bu seçim sürecinde gösterilen ortak tavır, bu ortak rantın en büyük işaretlerinden birisi olarak kabul edilmelidir.
Bu seminerde ifade edilmeye çalışılan düşünceler böyle bir görüşten kaynaklanmaktadır. Sevgili okuyucuların meseleyi bu perspektiften değerlendirmelerini istirham ediyorum. Her hususu bir partiye olan muhabbet ve başka bir partiye olan husumet çerçevesinde değerlendirenler, elbette meseleyi istedikleri gibi yorumlamakta serbesttirler. Her şeyin en doğrusunu şüphesiz ki Allah bilir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.