Himmet UÇ
Bediüzzaman ve Halidi Bağdadi Hazeratının fikirleri arasında
Bediüzzaman ve Halidi Bağdadi Hazeratının fikirleri arasında bir tefekkür
Nakşibendi Tarikatının on bir altın prensibi vardır. Bunlar Vukuf-ı Zamani , bunun anlamı zamanı bilip değerlendirmektir. Hak yolcusu olan bir salik kesinlikle vaktinin, zamanının değerini bilmelidir. Üzerinden anlar bir bir gelip giderken, kendisinin ne halde olduğunu sezmeye bakmalıdır. Şayet geçen bir an içinde huzurlu olduysa bunu bir şükür gerektiren hal bilmeli. Zaman sorumsuzca geçmişse hemen onu telafi yoluna gitmeli, yüce yaratana nefsani mazeretini bildirip O’ndan bağışlanmalısını dilemelidir. Asr suresi zaman konusunda gerekeni söyler. “Yemin olsun zamana ki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip de salih amel işleyenler birbirlerine hakkı tavsiye ederler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka, onlar ziyanda değillerdir. “İmamı Şafiinin şu sözü anlamlıdır. (R A )Zaman kılıç gibidir, sen onu kesmezsen, o seni keser.”
Bediüzzaman’ın hayatı zamanı en iktisadi ve rantabl bir şekilde kullanan bir boyuttadır. Çok kısa zaman birimlerinde ilimler ve marifet ile meşgul olmuş ve büyük inkişaflar elde etmiştir. Nasıl Mevlana Halid beş ay gibi bir sürede Dihlevi hazretlerinin yanında tarikatın inceliklerini kazanmışsa Bediüzzaman da bütün şark ulumunu bir kaç ay içinde gözden geçirmiş, çok genç yaşta zamanın bediisi ünvanını almıştır. Erzurumlu Şeyhülislam Musa Kazım Efendi bu ünvanı ona vermiştir. Risale-i Nurlar da aynı zaman iktisadını talebelerine vermiş, bir yıl eserleri okuyan kimse zamanın önemli bir alimi olur, denmiş bu yolda seriüüsseyr olan bu zamanın insanına çok kısa zamanda dinin ve akaidin temel meselelerini kazandırmıştır. İstanbul’a ilk gidişinde büyük bir tarama ile ne var ne yok İstanbul kütüphanelerinde gözden geçirmiştir. Şarkta edindiği bilgiler ile İstanbul da edindiği bilgiler ve ilimlerin envaındaki tetebbuları onu hayret edilen kısa bir zamanda asrının ulum ve funununu, felsefesini ve dini söylemlerini gözden geçiren eleştirel bir eser külliyesinin ortasına çıkmasına neden olmuştur.
2-Vukuf-ı Adedi, zikir sayılarını bilmek. Kendisine verilen dersin sayısını bilmelidir. Şahı Nakşibend bunun açıklamasını yapar. Bilmek, ermek, ledün ilmi derecelerinden bir derecedir. Sayılar bizim bilmediğimiz sırlar ile kaplıdır.
Bediüzzaman özellikle 33 sayısı üzerinde yoğunlaşır. Haşir risalesi otuz üç mertebeden otuz üç bahisten oluşur. Ayetül Kübra risalesi de otuz üç duraktan meydana gelir. Tevhid bahsinde otuz üç üzerinde durması namazdaki tesbihatta otuz üç sayısına muvafakattır, hepsi bizim bilmediğimiz ahirete taalluk eden kapılardır. Bediüzzaman’ın namazlardan sonra önemsediği tesbihatda da bu sayılar önemlidir. Her bölümün sayısı vardır, bunların yanında yedi ve dokuz rakamları da risalelerde önemli yer işgal ederler. Dinin sihirli sayıları bizim bilmediğimiz hedeflere vurur, ancak biz dünyadan göçtükten sonra bunu anlarız.Hatta Bediüzzaman bu sayıları kapıyı açan anahtarın diş sayılarına benzetir.
Nakşibendi tarikatında sayı konusunda başka şeyler de vardır. “Gerçek anlamda tek zatın tekliğini hemen her şeyde sezebilmek . Sezilen anda da durmak “ Bediüzzaman her şeyde tek zatı sezebilmek varlıkta vahdet eserlerini görmektir.Bediüzzaman Risale-i Nur’un tahkik metoduna göre bütün kainatı bir zatın tasarrufunda gösteren izahlar yapmıştır. Bediüzzaman hem kainattaki bütün olayların biri tarafından yönetildiğini , organize edildiğini anlatır, hem de her şeyi yönetene teveccüh eden bir kişinin ondan başkasına yönelmemesi gerektiğini anlatır. “Yani vahdehu manen der. Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme , onlara temellük edip boyun eğme , onların arkasına düşüp zahmet çekme , onlardan korkup titreme . Çünkü Sultan-ı Kainat birdir herşeyin anahtarı onun yanında her şeyin dizgini onun elindedir, her şey onun emri ile halledilir. Onu bulsan her matlubunu buldun , hadsiz minnetlerden korkulardan kurtuldun”(20 M) Sözün ikinci Vahdehu bahsinde ise vahdetin analizini yapar, mahlukatın ve kainatın nasıl bir elden yönetildiğini anlatır. Burada vahdetin nasıl vahdeti icra ettiği anlatılır. Mükemmel ve umumi bir nizam, hassas bir mizan , tanzim ve tevziniyet, hikmet ve , kudret ve ilim, bütün bunlar vahdetin lazımı olan birbirini takib eden fiillerdir. Vahdet cami bir fiildir bu fiiller de onun tamamlayıcısıdırlar. Bediüzzaman Nakşibendi meşayihinin ortaya koyduğu esaslara büyük ve gözleme dayalı bahisler idhal eder.
Yirmi ikinci mektupta ise Bir‘i sosyal bütünlük için izah eder. “Her ikinizin Halıkınız bir, Malikiniz bir, Mabudunuz bir, Razıkınız bir, bir bir bine kadar bir bir. Hem peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir, bir bir yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği kainatı ve küreleri biririne bağlayacak manevi zincirler bulundukları halde...“
Buna benzer izahlar vardır, Nakşi yorumunda . “Esas biri anlamak için bu bire dikkat gerek. Şu şiir bu manada yolu aydınlatır
Say bu kainatta çokluğu tez bir bir
Serap misali hayaldekine göz gezdir
Orada bir vardır sadece şanı yüce
Tecellisi bize zuhur yerinde bir bir
3-Vukuf-ı kalbi , kalbi bilmek kalptekini anlamak.Vukuf-ı kalbi prensibini iki şekilde anlamak gerektir.
Yüce Allah’ı zikreden kimsenin kalbinin zikrin de zikredilen zatı bilmesi .Zikreden kimse O’nun varlığına öyle bir düşmeli ki O’nun gözetiminden , O ‘nu her hali ile müşahade etmekten kurtulmamalıdır.
Bediüzzaman zikre yeni bir uygulama getirmiştir, gözleme dayalı aklın değerlendirdiği daha sonra kalbe giden bir zikir zinciri. Nakşibendilik kalbi bir meslek, ama Bediüzzaman ise evvel emirde asrın hastalamış olan aklını tedavi daha sonra onu ikna arkasından kalbi yanına alıp davranışları düzenlemek.Lailahe illallah kelamı kudsisi zikrin Bediüzzaman da da Nakşi tarikatında da tevhidin beynidir. Bediüzzaman bu kelamı yirminci mektupta iki yerde farklı şekillerde izah eder, Elhüccet. Üz Zehra’da yine farklı bir açıklama getirir , Ayet ül Kübra ise tamamen bu mubarek lafzın anlatımıdır.Kainattan Halıkını soran bir seyyahın gözlemlerinden oluşur, Bediüzzaman gözlemi görsel olarak ele alır, bu yüzden tabiat onun gözlemlerinin odağındadır. Ayet ül Kübra birbirini takviye eden otuz üç gözlem zincirinden oluşur. O eserini Elhüccet üz Zehra’da anlatır.
“Birinci kelime “ Lailaheillallah’dır. Bundaki hücet ise matbu Ayet ül Kübra risalesidir. O emsalsiz hüccetin harıkalığı içindir ki İmamı Ali RA nurun eczalarından haber verdiği sırada Vebilayatül Kübra emini minel fecet deyip o Ayet ül Kübra’yı şefaaatci yaparak Nur şakirtelrinin Denizli hapsinde o risalenin hem Ankara hem Denizli mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla talebelerine beraat kazandırmağa sebeb olduğu gibi onun gizli tabı da şakirdlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile olmasıyla İmam-ı Ali’nin RA keramet –i gaybiyesini hem Nur şakirtlerinin bedeline duasını pek zahir bir surette tasdik etti.
Evet Ayet ül Kübra şuaı otuz üç icmaı azimi ve külli hücetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip her bir hüccet-i külliyede hadsiz bürhanlara işaret ederek başta semavat yıldızlar kelimeleriyle adz, hayvanat ve nebatat kelamları ve cümleleriyle gitgide ta kainatın mecmuası müştemilat ve mevcudat ve hudus ve imkan ve tagayyür hakikatlerinin kelimeleriyle Vacib ül Vücud’un mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş zuhurunda ve gündüz katiyetinde isbat ediyor. Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar Ayet ül Kübra’ya müracaat etsinler.”(15 Şua)
Katre risalesinin birinci babı da yine Lailahe illallah kelamında derinleşmektir.
Nakşi tarikatında zikrin ikinci boyutu izah edilir. “ b zikreden kimsenin zikir esnasında kalbine vakıf olabilmesi . Anlatılan kalbe vakıf olmak ise onun halini yolunu bilmektir. Bu arada kalbi daima zikirle meşgul etmek, zikir edilenin manasını ona düşündürmektir. Kalbi o kadar zikirle fikirle meşgul etmeli ki ne ederse etsin , bir türlü gaflete yol bulamasın”
4-Nazar be kadem (gözler ayakta)
Bu prensiple ilgili çok şey söylenmiştir. Kalbin etraftan etkilenerek ve masivayla ilgilenerek zikirden geri kalmasını önlemek için gözler daima ayak üzerinde olmalıdır. Ayrıca nazar ber kadem salıkın kendisinden yüksek durumda olanlara bak ıp isyankar olmaması ve aşağısındakileri görerek şükretmesi ve onları gücü nisbetinde yardımcı bulunması demektir.İmamı Rabbani bu yorumu yapmaktadır bu konuyla ilgili olarak . “ Nazar ber kadem cümlesinden murat o değildir ki göz ayağı aşmaya daha yukarıya geçmeye . Çünkü böyle şeyler olan durumun hilafınadır. Bundan kastedilen mana şu olsa gerektir. Yüksek rütbelere çıkış önce gözle olacak . Göz orayı kestirecek gözün kestirdiği yere ayak çıkacak.
Abdurrahman ı Cami Şahı Nakşibendi överken şunları söyler.
Geçirmedi bir nefesini huzursuz hiç
Geçirmedi gözlerini ayaklarını hiç hiç
Hızlı yarış sahibi adımları sağlam
Ayakları da gözden uzak gitmezdi hiç
Bu bahis uzuvlar arasında dengeli iletişim manasındadır. Hem ibadet hem de sosyal yapı için birbirini aşmamak, gözün ayağın denetimini yapması ikisinin biribirini denetlemesi manevi terbiyenin adı ne olursa olsun yörüngesinde olan bir durumdur.
Bediüzzaman altıncı söz isimli eserinde insan uzviyetinin kullanımı için adeta bir yönetge prospektüs belirlemiştir.”Göz bir hassedir ki ruh bu alemi o pencere ile seyredir” Ruhun seyir penceresi olan göz aynı zamanda ayağın da hedeflerini belirler ikisi arası uyum hayatı ve başarıyı getirir. Bir de sünnet te hep ayağın önüne bakmak vardır ki yani tehlikeyi önceden sezmek. Namazda ayağa bakmak, yürürken ayağa bakmak. Bediüzzaman birlikte yürüdü talebelerine başlarını önde gitmelerini salık verir. Harice bakmak ruhun ilgi alanının vahdetini bozduğu gibi hafızayı da zayıflatır.Altıncı sözdeki şu cümle uzuvların birlikteliğinin eylem birliğinin sonucunu belirler. “ Hayatı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl , kalb , göz ve dil gibi güzel hediyeyi rahmaniyeyi cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir. “ Akıl, kalp , göz ve dil ve benzeri uzuvlar cennetin kapılarını açan ayaklardır. Kişi onları yerinde kullandıkca her uzuv cennetin kapılarını açacaktır yoksa cehennemin kapılarını açacaktır.Bediüzzaman azaların arasındaki tenasüblü davranışa yenilik getirmektedir.
5- Huş der dem nefes alıp verirken gaflette olmamak.
Bu kişilerin akıl ve fikirlerinin , alıp verdikleri her nefeste bilinçli , dikkatli , uyanırk ve huzurlu olması demektir. Her nefeste Allah’ı anmak (CC)O’nunla olmak ve asla gaflette bulunmamak çok önemlidir. Şeyh Sadi’nin şusözleri o yoldadır.
Alınan her nefes hayatı uzatır
Verildiği zaman da vücudu ferahlatır
Demek her nefeste iki nimet var
Her nimet içinse bir şükür vacip
Bu bölüm yine Altıncı sözün doğrultusunda bir bahistir. Nefes alırken insan bir eylemdedir, her nefes veya nefesler insanın eylemlerinin nefesidir, nefeslerin mekanında insan işler yapar. Bu yüzden nefesini iyi işlerde kullanmak. “Bütün aza ve aletlerin ibadeti ve tesbihatı “ nefes sayesinde mümkündür, o nefesler yerinde kullanılırsa mükafatları cennet yemişleri suretine dönecektir. Böyle der Bediüzzaman. Eğer nefesler yerinde kullanılırsa mal ve evlat, nefis, heva, gençlik ve hayat” insana ebedi bir hayatı kazandıracaktır. Yoksa kişinin elinden çıktığı gibi , günah ve elemlerini de boynuna yükleyecektir.
6–Sefer der vatan, vatanda sefer.
Bu cümleden maksad Allah’a doğru yol almak , maddeden manaya yönelmektir. “ Bu cümle bütün bir Risale-i Nur’dur.Yol teması eserlerin odağındadır, ilk sekiz söz yolculuktur, dokuzuncu söz sembolik, yerine göre zihinde yerine göre alemde, yerine göre maverada yolculuktur. Haşir risalesi bir gözlem yolcululuğudur, Ayet ül Kübra bir seyyahın ilahi sanat galerisi olan bu kainattaki manalı dolaşmasıdır, Münacaat eşyayı görüp duaya araç etmektir. İkinci noktanın ikinci mebhası iki yolun karşılaştırmasıdır, biri hidayet diğeri dalalet yoludur. Bediüzzaman ‘ın eserleri yol teması doğrultusunda yorumlanabilir. Çok zengin içerikli eserlerdir.Maddeden manaya –yönelmek anlamındaki yolculuk ise yorumu sayfalar alacak genişliktedir. Hazreti Nakşibendi ki Bediüzzaman ondan çok bahseder, onun temalarına yeni bakış açıları getirir. Bu ayrı bir bahistir, Bediüzzaman onun bu tarikatın tarihinde yaptığını çok iyi etüd ettiğinden ona saygı duyar ve onun farklı bir karakterde devamı olduğunu ima eder. Dağlar hepsi yüksektir onların yükseğini bizim gibi biçareler ölçemez, bizkimiz bir neyiz ki . Bir katre su bile değiliz. Annem Rüveyda Anam bazen Nakşibendi tarikatının silsilesini sayardı, gözlerinde yaş, ne günlerdi, şimdi anne diyeceğim bir kimse yok.Zulmün , itilmişliğin girdabında , annemin duası “ Allah’ım imanını yoldaş amelimi kardaş “ et derdi. Biz ne diyelim. Ölürken son sözleri “Benim de güzel Allah’ım var “ idi.
Yukardaki cümlenin Divan-ı Mevlana Halit Hazretlerindeki devamı .
O ne güzel gülmek onda ağız olmaya
O ne görmek öyle göz putu bulunmaya
Dıştan atıl pamuk gibi , sır göçüp gitsin
Güzel yolculuk başla ayaksız koşmaya
Sefer der vatan insanın kötü huylardan beşeri sıfatlardan , güzel huylara , insani sıfatlardan , meleki sıfatlara sefer etmesi , ahlaki olgunluğa erişmesidir. Dervişlerin feyiz alabilecekleri bir kimse buluncaya kadar sefer etmesine de bu isim verilmiştir.
7- Halvet der encümen , halk içinde halk ile beraber olmak.
Buradaki Halvet zahiren bir köşeye çekilmek ve yalnız kalmak değildir. Bunun anlamı Hak yolcusunun halktan kopmadan ve dünyadaki işlerini aksatmadan yüce Allah’la olması ve tüm yaratılanları kalbinden çıkarıp kalbinde sadece zikrullahı bırakmasıdır. Bunu en iyi anlatan şu Ayet-i kerimedir.” Allah’ı anmaktan , namazı kılmaktan , zekatı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.(Nur )
Erzurum’lu İbrahim Hakkı hazretleri Nakşibendiliğin inceliklerini anlatırken şu tesbiti yapar.
İşte bu Nakşi yoluna bel bağlayanlar ve bu dertle devamlı ağlayanlar, zahirde halk ile iç içe olup onların hizmetine koşarlar. Batında ise yalnızca Allah’ı bilirler ve bulurlar. Kendilerini halka , gönüllerini Hakk’a teslim ederler. Bu düstur ve yola gizlice Hakk’a doğru giderler. Dışardan alakasıziçeride birlikte olurlar.
Suretleri kesrette manaları vahdette
Suretleri firkatte siretleri vuslatta
Halvet Nakşi türü bir halvet değil ama olgunlaşmak ,kemale erişmek, bir başka bakış açısı kazanmak manasında Nur talebelerinin ve Bediüzzaman’ın hayatının bir parçasıdır. Bediüzzaman her zaman çeşitli vesilelerle halveti arzu etmiş hatta hapishaneleri bile bir halvethane gibi yorumlamıştır. Yuşa tepesinde, Sarıyer’deki halvethanede, Burdur ve Barla sürgünlerinde halvet içinde yaşamıştır, Barla sürgünü onun eserlerinin ortaya çıkmasını doğurmuştur, o bir halvet gibidir, insanlarla görüşmesi yasaklanmış hatta Bedre’ye bile gitmesi izne bağlı olmuş işte bu şekilde kesretten zihni vahdete dönmüş ve büyük eserlerini yazmıştır. Nakşi halvetinde bir kişinin ruhen tekamülü esas alınırken Bediüzzaman ‘ın halvetleri büyük eserlerinln doğmasına neden olmuştur.
8- Yadkerd , zikretmek
Bu prensibin anlamı sürekli zikretmektir. Bu zikir Allah ü Taalanın esması olabileceği gibi kelime-i tevhid de olabilir. Sahip olduğumuz iki dilden (lisan ve kalp) Allah’ın zikrini mahrum etmemek demektir.Ayeti kerime açıklıyor “ Rabbinin ismini sabah akşam an “(insan)
İnsanın murakabe mertebesine ulaştıktan sonra nefiy ve isbatı belli bir miktar dille yapmasıdır. Nefiy ve ispattan meydana gelen tevhid dudaklardan riyasız dökülürse kalbi parlatır.”Bediüzzaman’ın eserleri gözlemlerden doğan nefiy ve isbatlardan oluşur. Nakşibendilik daha çok enfüsi dairede nefiy ve isbat iken Bediüzzaman da harici tabiata dayalı nefiy ve isbatlar esastır.Kainat kitabı okunması gereken ve Allah’ın esmasına açılan kapıları insan tarafından görülmesi zorunlu bir kitaptır. Bediüzzaman kendini okuyan insandan ziyade kainatı okuyan insan tipinde karakterinde yoğunlaşmıştır.
9- Bazgeşt, dönüş
Kelimei Tevhid okuduktan sonra şu cümlenin anlamını hatırına getirmek ve söylemektir.
İlahi ente maksud ve rızake matlub -Allah’ım gayem sensin matlubum da rızandır- Nakişbendi büyükleri tevhid sırrının kalbe gelmesi için bu cümlenin sürekli tekrarını emretmişlerdir.” Bu bahis de yine Bediüzzaman’ın eserlerinin asli konusudur, onun eserlerinin dört temel argümanı içinde en önemlisi tevhid hakikatıdır. Tevhid tarikatlerde kalbi bir murakabe iken Bediüzzaman ise varlıkla yüzyüze bir müşahade ve esmaya varma ameliyesidir.
10- Nigahdaşt , muhafaza
Kelimei Tevhidin manasını düşünerek kalbe sahip olmak ve yabancı anıların kalbe girmesini engellemek demektir. Bütün bunlar Bediüzzaman’ın tevhid hakikatı ile olan ülfetinin içinde yorumlanır.22 sözde tevhidi iki kısma ayırır , icmali tevhid ile hakiki tevhidi etraflı olarak anlatır.Her iki yolun temeli olan Tevhid hakikatı Bediüzzaman da asrın durumuna fen ve felsefeden gelen itirazlara göre dizayn edilmiştir. Muhafaza’yı Bediüzzaman amellerin korunması için takva olarak yorumlar.Çünkü takva elde edilen manevi gelirin dağılmaması ve kaybolmaması için yapılan davranış tarzıdır.Hatta amelin korunmasını daha önemli bulur.
11- Yaddaşt , Allah’ı unutmamak.
Ancak Allah dilerse yapacağım de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve “ umarım Rabbim beni bundan daha doğru olana ulaştırır. “ de. Bu prensibin anlamı Allah’ı unutmamaktır. Zikreden kimsenin kelime-i tevhidi zikrederken zikri yapılan zat ile kalbini huzurlu tutması O’nun huzurunda kendini bilmesi , bu huzurdan da hiç ayrılmaması gerekir. Bu manada hem nefsini hem de nefesini tutmalıdır. Bediüzzaman huzur konusunda ibadet ve namazı ve namazın rükünleri üzerinde derinleşmeyi anlatır. Tahiyyatın önemi namazdaki rükünlerin Dokuzuncu Sözde kazandığı yapı ve derinlik huzuru anlatmaktır ve yaşamaktır.
Kalbe gelen düşünceler dört çeşittir
Nefsani, şeytani , meleki , hakkani
Hak yolcusu bir salikin kalbine gelen üç hatırayı atıp , tek hatırayı tutması gerektir. O tek hatıra da Hakkani olan yani yüce Allah’a ait olan hatıradır. Bediüzzaman kalbe ilhamla gelen manalardan ziyade aklın gözlemleri ile elde edilen manaları izah eder. Bütün eserleri bir nevi muakelelerdir yani akıl yürütmelerdir,
Huda lutf eylese kılsa dili saf
Gerek etse kula esnaf esnaf
Gönülden kalb olunsa harf-i illet
Sahih ü salim olsa cümle ecvaf
Lisanından akıp yenbu-i hikmet
Hayatı baki bulsa onda eşraf
Seni andıkca Mevla sen unuttun
Gel ey insan insaf eyle insaf
Yaddaşt nigahdaştı derinliğine anlamak demektir. Bu da Allah-ı Taalayı devamlı düşünmek , hatırından masivayı atmaktır. Kainattaki sınırsız çoklukta , ilahi vahdaniyeti müşahade etmektir. “
Bediüzzaman Nakşi tarikatının onbir umdesini genişletmiş yaşadığı yüzyılın gerçeklerine göre dizayn etmiştir. Nakşi bendi tarikatındaki dört büyük durağı o farklı şekilde izah etmiştir.
“Tarıki Nakşi hakkında denilen “ Der tarik-i Nakşibendi lazımamed çar terk; terk-i dünya , terki ukba , terk-i hesti , terk-i terk olan fıkra-ı rana birden hatıra geldi . O hatıra ile beraber birden şu fıkra tulu etti. Der tarik-i aczimendi lazım amed çarı çiz , fakr-ı mutlak, acz-i mutlak , şükr ü mutlak , şevk-i mutlak ey aziz .Hayatın içinde terki değil hayatın içinde aczi ve fakrı esas almıştır.
Bediüzzaman’ın öğretisinde fenni ve felsefi bilimler yeni fikrin oluşmasında önemlidir, o tek boyutlu ilim ve yorumlara ilmi ve dini boyutlar getirmiştir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.