Mehmet Ali KAYA
Bediüzzaman ve Platon (Eflatun)
Giriş:
Hayatı boyunca kendi düşünceleri dâhil hemen hemen her konuyu sorgulayan, hayatın farklı cephelerine ve problemlerine çözümler üreten Platon, (MÖ 427-347) yaşadığı dönem itibariyle tabiat ve insan ilişkisini konu alan bir felsefi dönemde yaşamıştır.
Sokrates ile başlayan bu sorgulama dönemini sistematik hale getiren, Platon ve talebesi Aristolestir. Bu dönemde daha önce sorgulanarak elde edilen bilgiler sistemli bir hale getirilmeye çalışılmıştır. Birinci dönem filozoflar tabiatı ele alarak sorgulamışlardı, ikinci dönemde ise tabiat içinde insanın rolü sorgulanmıştı. Üçüncü dönemde ise her ikisi arasında bir denge kurularak sistemli bir şekilde insan ve kâinat münasebetleri geliştirilerek daha sonra ortaya çıkacak olan felsefî ilimlerin (Matematik, Fizik, Tabiat İlimleri, Astronomi vb.) temelleri atılmıştır.
Platonun bunlar arasında önemli bir yeri vardır. Çünkü Platon fizik âlemi ile metafizik âlem arasındaki münasebeti nazara veren ve bu iki âlemi birden ele alan bir filozof olarak ayrı bir yeri ve değeri vardır.
Platonun sistematik ve disipline edilmiş bilgilerin araştırılması dönemini başlatmış olmanın yanında bir diğer yönü de İdealizm denen akıl yürütme ve gerçekçilik akımına öncülük etmiş olmasıdır.
Platonun Hayatı:
Platon MÖ 427 yılında Atinada aristokrat ve zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. 20 yaşlarında Sokrates ile tanışır ve ölümüne kadar (399) ondan ayrılmaz. Sokratesin ölümünden sonra 12 yıl boyunca Mısır, Keyrenye ve Tarasa gider ve bu arada Sicilyaya üç ayrı ziyaret gerçekleştirir.
Atina o dönemlerde hem askerî, hem ekonomik, hem de kültürel bakımdan çok gelişmiştir. MÖ 480-490 yıllarında Yunanlılar Perslerin saldırılarını püskürterek zamanının Delos Deniz Birliği içinde önemli bir güç haline gelmiştir. Ama Isparta ile çatışma içine girmek durumunda kalır. Isparta o dönemde demokrasiye sıcak bakmayan, oligarşik, tutucu, gücünü baskı altında tuttuğu kölelerden alan, askerî güce önem veren; ama sanat alanındaki yeniliklere değer vermeyen bir tutum içindedir.
Perslerin yayılmacı geniş devlet yapılarına karşın Yunan bölgesinden her kentin bir diğerini rakip olarak gördüğü şehir yönetimlerinin hâkim olduğu bir yapıdadır. Böyle bir ortamda Atina ile Isparta arsında meşhur Peloponnesos savaşları başlar. Atina 404 yılında kesin bir bozgun yaşar. Platon bu dönemde 409 yılında 18 yaşlarında askerliğini yapar. Bu dönem yaşanan bozgunun getirmiş olduğu, yüksek ideallerin çöktüğü, acıyı ve umutsuzluğu beraberinde getiren bir dönemdir. Savaş dönemlerinde Atinada bulunan ve yönetimde de büyük ağırlıkları olan demokrat tüccar sınıfının politikaları Platonun fikir dünyasına fazlasıyla malzeme sağlar. Bir ara Platon herkes gibi askerî sahada yaşanan bozgunun sebebini Atina demokrasisinin gevşekliğine, Ispartanın dikta disiplinine ve düzenine bağlar.
Atinada çeşitli kanlı olaylardan sonra 403 yılında Atina Demokrasisi yeniden işlemeye başlar; ancak bu dönemde de Sokratesin mahkûmiyeti ve idamı Platonun demokrasiye olan nefretini haklı çıkarır. Bu bakımdan Platon demokrasi idaresini ayak takımının yönetimi olarak isimlendirir. Platonun idealindeki yönetim Erdemli ve bilge insanların yönetimidir ki buna Medine-i Fâzıla adı verilmiştir.
Sokratesin idamından sonra Platon Sokratesin sevenleri ile birlikte Megaraya gitmiş, bir süre sonra tekrar Atinaya dönerek Akademisini kurmuş, eğitim ve öğretim faaliyetlerine başlamıştır. Bu okulda Politika, Hukuk, Felsefe ve Yasalar konusunda dersler vermeye başlamıştır.
Platon seyahatleri esnasında Mısırlı rahiplerden Matematik ve Astronomi öğrenmiştir. Ayrıca Sicilyaya yaptığı seyahatlerinde de hem idarecilerle görüşüp konuştu, hem de yasalar konusunda büyük bilgi ve tecrübe sahibi oldu. Bilhassa yöneticiler kralların yasalarda reformlar yapmaları için onun kralları ikna etmesini istiyorlar ve bir nevi obdustmanlık yapmalarını istiyorlardı.
361 yılında Sicilyadan dönerken bir ara korsanlar tarafından esir edilip köle olarak satılan Platon köle pazarında bir tanıdığı tarafından satın alınarak Atinaya dönmesi sağlanmıştır.
Bu arada edindiği bilgilerini ve öğretmenleri olan Sokrates ve benzeri filozofların konuşmalarını ve siyasi gözlemlerini kendi fikirleri ile yoğurarak yazılı hale getirmiştir. Son olarak hayatının ve tecrübelerinin son ürünü olan Nomio (Yasalar) adlı eserini yazmıştır.
Platon MÖ. 347 yılında 80 yaşında vefat etmiştir.
Eserleri:
1.Apoliga: Sokratesin savunması,
2.Kriton, Protagoras, Ion: Diyaloglar ve Konuşmalar
3.Politeia: Devlet Felsefesi
4.Gorgias, Menon: Diyaloglar ve Münazaralar (Geçiş Diyalogları)
5.Symposion, Phaidon, Politeia II-X (Devlet) Phaidros: Olgunluk Diyalogları
6.Theitetos, Parminedes, Sophistes, Politikos, Philebos, Timaios, Kritias, Nomoi (Yasalar): Yaşlılık diyalogları
Felsefesi:
Gençlik döneminde Sokratesin etkisinde olan Platon daha çok Bilgi ve Erdem konularını incelemiştir. Zamanla Sokratesin görüşlerini aşarak kendi düşüncelerini de oluşturmasına rağmen yazdıklarını daha çok Sokratesin ağzından dile getirmiş ve Sofistlere karşı Sokratesin akılcılığını müdafaa etmiştir. Platon Sokrates gibi daha çok Tümevarım metodunu kullanmıştır.
1.Ruh Teorisi:
Bilgi ve erdemin kaynağını ruhun oluşturduğunu savunan Platon, daha sonra mutlak değişmez ile değişken arasındaki ilişkinin ruhtan kaynaklandığını savunur. Sofistlerin hazza dayanan düşüncelerine iyi kavramı ile karşı çıkar. Platon ruhun üç bölümden meydana geldiğini savunur. Bunlar; akıl, irade ve iştihadır. Akıl, bilgeliği arar, irade insanı yönlendirir ve idare eder. İştiha ise ruhun beden ile ilişkisini temin eder ve bedenin isteklerine bakan yönüdür. İnsan bedensel isteklerini irade ile kontrol altına alarak ruhun akıl yönüne ağırlık vermelidir ki iyiye ve doğruya yönelmiş olsun. Bedenin istekleri bitmek bilmez, buna esir olan kimse ruhun yüce duygularına bakan yönünü ihmal eder. Gerçek âlem olan ve bu fani dünyanın kaynaklarını teşkil eden idealer dünyasına bedenimiz değil aklımızla ve ruhumuzla gideceğimizi belirtir. Bedeni eğitmenin ve beceri kazandırmanın amacı ruha yardımcı olmak ve ruhun gelişimini sağlamak içindir der. Bedenin ölümü ile gerçek âlem olan idealar dünyasına ruhun ancak akıl bölümü gidebilir demiştir.
2.Bilgi Teorisi:
Bilginin araştırma ve öğrenme yolu ile kazanılacağını belirten Platon, felsefenin olabilmesi için bilgi sahibi olmanın şart olduğunu söyler. Platon ayrıca erdemin bilgi demek olduğunu da iddia eder. Bilgiyi erdem haline getiren şey ise dialektik dediğimiz sorgulama teknikleridir. Diyalektiği geliştiren Platon bunu üç aşamaya ayırmıştır. Birincisi, Sokratik soru-cevap şeklindeki tartışma sanatıdır. İkincisi, hipotezlerden yola çıkarak yapılan akıl yürütme metodudur. Üçüncüsü ise, bölme metodudur ki bir türün tanımına ulaşana kadar cinsleri bölmek, bireylere kadar indirerek tanımlamak ve ondan yola çıkarak cinsi tanımak ve tanımlama yapma metodudur. Platon böylece gerçeklere ulaşılabileceğini kanıtlamıştır.
3.İdealar Teorisi:
Platonun idealist düşüncesinde iki dünya vardır. Birincisi duyularımızla algıladığımız görünen dünyadır. Bu görünen dünyada, yâni âlem-i şahadette değişim ve dönüşümler yaşanır. Bu değişen gelip geçen fani dünyadır. Bu dünyanın arkasına takılmanın ve bunu gerçek sanmanın pek önemi yoktur. Çünkü her şey devamlı değişim içindedir, dolayısıyla buna ait bilgiler de geçicidir. İkincisi ise, kavranan ve akıl ile algılanan gerçek dünyadır. Geçici dünyadaki kötü olmayan her şeyin değişmeyen sabit bir gerçekliği vardır ki bu idealar dünyasında vardır. Kötülüğün ideası yoksa varlığının sebebi nedir? sorusuna da bunların sabit bir gerçekliği olmayıp hazları meydana getiren insan bedenidir şeklinde cevap verir. Yeme, içme, cinsel arzular ruhun beden, yani nefis ile ortak olarak oluşturduğu hazlar olduğunu ve bunun da geçici olduğunu ifade eder. Kötülüğün bir gerçekliği ve ideası olmuş olsaydı o zaman kötülüğün değişmez/değiştirilemez ve ortadan kaldırılamaz olduğunu savunmak gerekirdi demektedir. Bu sebepledir ki bütün dinlerde ve kutsal kitaplarda iyilik Allahtan, kötülük ise nefisten kaynaklanır denilmiştir. Bundan anlaşılmaktadır ki, kötülük ilâhî olmayıp, fıtratın ve yaratılışın bozulmasından kaynaklanmaktadır.
Gerçek dünyada yer alan ve akıl ile kavranan idealar hiyerarşik bir yapı içinde yerini alır. En üstte iyilik ideası vardır. Duyu organlarımızla algılanmayan bu dünyayı kavramanın ve anlamanın tek yolu akıl yürütme ile doğru düşünmedir; yani felsefe yapmaktır. Buna göre, âdil insanın arkasında Adalet ideası, güzel nesnelerin arkasında da Güzellik ideası vardır. Aynı şekilde bütün iyiliklerin arkasında bir Rahmet ideası ve doğru bilgilerin arkasında ise bir Hikmet İdesı olmalıdır ki onların yansıması ile bilgi ve hikmet, şefkat ve merhamet meydana gelsin. Platona göre idealar dünyası olmadan ve her şeyin bir hakikati olmadan onların yansımaları olan bu dünyada gelişme ve değişme mümkün olmaz. Yaratıcının yarattığı görünen varlıklar ya fıtratlarının gereği olarak idealar dünyasına göre kemale erer veya bozularak kötülüğü meydana getirirler.
Kavramlar ideaların varlığının en büyük kanıtıdır. Çünkü insandan bahsetmeden önce bir İnsanlık kavramı olduğu gibi, örneğin elma dediğimiz zaman, tek tek elmalardan değil, bir elma kavramından söz ederiz. Bu kavramlar olmadan düşüncelerimiz bile teşekkül etmez, nerede kaldı ki idealar olmadan varlıklar olsun. İnsan ruhunun tekâmülü, aklın ideaları anlaması ve onların gerçekliğine göre davranması ile mümkün olabilir. Gerçek bilgi ve hikmet de bu şekilde ortaya çıkar ki buna Platonun İdealizmi adı verilmiştir.
Platonun anlatmaya çalıştığı şey aslında Bediüzzamanın Her şeyin hakikati Esma-i İlâhiyeye dayanır ve bu sayede o şey hakikat olur ifadeleri ile açıkladığı husustur.
4.Sanat Anlayışı:
Platonun sanata ve sanatçıya mesafeli yaklaştığı görülmektedir. Sanatçının taklit ettiği örnekler gerçeğin kendisi değil, gölgesidir. Gölgeye takılıp kalmak ise gerçeğe uzak kalmak anlamına geldiğini düşünmektedir. Platona göre bir ressamın taklit ettiği nesneler zaten gölgenin gölgesidir. Bu durumda sanatçıların gölgenin gölgesi ile meşgul olduklarını belirtir. Yani ressam ideanın değil, ideanın taklidinin taklidini yapmaktadır.
Yine Homeros ve Tragedya yazarları akıl yoluyla ilerleyen kimseler olmayıp, tutkularına kapılmış insanların taklidini yaptıklarını söyler. Böylece sanatçıların insanları gerçeklere değil, haz ve tutkuya yönlendirirler. Sanat taklit olduğu için bir bilgi değildir ve ciddi bir iş de değildir der.
Sanat eserlerini üçe ayıran Platon bunlardan birincisi dythrambos adı verilen ozanın kendi duygularını dile getirdiği türler. İkincisi, komedi ve tragedya denen kişilerin taklit edildiği türler. Üçüncüsü ise, epos denen her iki türden oluşan türlerdir.
5.Devlet Görüşü:
Platona göre devlet bireylerin sosyal bir varlık olup ihtiyaçlarını tek başına karşılayamamasından bir ihtiyaç olarak doğmuştur. Devlet, halk, koruyucular, askerler ve memurlardan oluşur. Yine devlette koruyucular karar verenlerdir, askerler ise onlara yardım edenler sınıfını teşkil eder. Mal ve mülk sağlayan ve devlete gelir getirenler ise halkın içinde bulunan tüccarlar ve sanatkârlardır.
Devleti bir bedene benzeten Platon söz konusu üç sınıfı da ruhun üç bölümüne uyarlar. Devletin koruyucuları ve karar veren idareciler akla benzerler. Onları koruyan askerleri iradeye, mal mülk peşinde koşan halkı da iştihaya benzetir. Her sınıfın bir erdemi vardır. Yöneticilerin erdemi bilgelik, koruyucu askerlerin erdemi cesaret, halkın erdemi ise ölçülü ve dengeli bir hayat sürmeleridir. Adalet ise herkesin üzerine düşeni yapması ile ortaya çıkan bir erdemdir. Toplumun adil olması ancak herkesin üzerine düşeni yapmasına ve adalete yardımcı olmasına bağlıdır.
Platona göre, bir devletin mükemmel olması yöneticilerin filozof olmasına bağlıdır. Sonra eğitim eşit bir şekilde kadına ve erkeğe verilmelidir. Çocukları ise bilgeler eğitmelidirler. Kadın ve erkek arasında sorumluluk eşit olacaktır. Faziletli bir toplumun örneği idealar dünyasında vardır. Herkes bunu kendisine örnek almalı ve faziletli olmak için çalışmalıdır. İdeal bir devlete yaklaşma durumuna göre yeryüzünde kurulan devlet türleri dörde ayrılmaktadır. Birincisi, Timokrasi denen şan ve şöhret düşkünlerinin devleti. İkincisi, Oligarşi denen zengin sınıfın devleti. Üçüncüsü, eşitliği esas almaya çalışan Demokrasi ve dördüncüsü de tek bir tiranın yönetimini ve diktasını esas alan Tiranlıktır.
Devlet isimli kitaplarında bütün bu bozuk yönetim biçimlerini tek tek inceleyen Platonun savunduğu ve ideal olarak gördüğü devlet şekli Aristokratik Monarşidir. Tabii ki bu monarşinin başında filozof kral bulunmalıdır. Daha sonra bu tezini geliştiren Platon Yasalar kitabında Monarşi ve Demokrasi karışımı bir devlet yönetimini önerir.
Daha sonra gelen bütün filozoflar, devlet kuramcıları ve yönetim bilimcileri ister istemez Platonun bu düşünce ve felsefesinden etkilenmişlerdir.
Bediüzzaman ve Platon/Eflatun:
(Batıda ve Yunanda Platon olarak bilinen filozof İslam dünyasında Eflatun olarak kabul görmüştür. Çünkü Arap alfabesinde P harfi yoktur. Flaton demek de kaba düştüğü içim dile kolay gelecek şekilde Eflâtun denilmiştir.)
Bediüzzaman Eski Said döneminde felsefede çok ileri gitmiştir. Garbın Sokratı, Eflâtunu, Aristosu gibi hakikatli feylesofları ve Şarkın İbn-i Sinâ, İbn-i Rüşd, Fârâbi gibi dâhî hükemâlarından felsefe ve hikmette Kurân-ı Hakîmin feyziyle geride bırakmıştır. (Sözler, 2004, Konferans/ 1231)
Bediüzzaman Risale-i Nurlarda Sokrat ismini dört defa zikrettiği halde Eflatun isminden yirmi yerde bahsetmektedir. Genel olarak ele aldığımız ve incelediğimiz zaman, Bediüzzaman Said Nursi hazretleri silsile-i felsefenin dâhîleri olarak Eflatun, Aristo, İbn-i Sina ve Farâbîyi sayar. Eflatun dışında sayılanların İnsanların gâyetül-gâyâtı teşebbüh-ü bilvâcip, yani Vâcibul-Vücûda benzemektir deyip Firavunâne bir hüküm verdiklerini belirtir. Bu hüküm ile enâniyeti kamçılayarak şirke yol açtıklarını belirterek insaniyetin esasında münderiç olan acz ve zaaf, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusur kapılarını kapayıp, ubûdiyetin yolunu seddettiklerini ifade eder. (Sözler, 880, 888) Mağdup ve dâllîn yolu olan Felsefe mesleğinde ancak Eflatun ve Sokrat gibi yüzde birinin kurtulacağını (Sözler, 1205) belirten Bediüzzaman dâhi-i meşhur Ebu Ali İbn-i Sinâyı İslam hükemasınının Eflâtunu olarak görür. (Lemalar, 2005, s.368)
Akıl ve zekâ, ilim ve felsefe konusunda Bediüzzaman devamlı olarak Eflatunu örnek gösterir. (Lemalar, 428) Eflatunu şuurlu, Calinosu da hikmet sahibi olduğunu belirten (İşâratul-İcâz, 2006, s. 233 Muhakemat, 2006, s.168) Bediüzzaman Eflâtunun Medine-i Fâzıla şeklinde ortaya koyduğu ideal devlet felsefesinin ideal olmakla beraber hayal olduğunu belirtir. Bediüzzaman İslâmiyetin insaniyet-i kübrâ ve şeriatın ise medeniyeti fuzlâ (en faziletli medeniyet) olduğundan, âlem-i İslamiyet, Medine-i fazıla-i Eflâtuniye (Eflatunun hayal ettiği faziletli şehri) olmaya sezadır. (lâyık) (Tarihçe-i Hayat, 65; Divan-i Harb-i Örfî, 1993, s. 47) buyurarak uygulanabilir ideal devlet sisteminin ancak İslamiyet içinde hayat bulabileceğine dikkatleri çekmiştir.
Devlet ve hükümetle ilgili görüşlerini dile getirdiği Münazarat isimli eserinde Bediüzzaman bir şahsın dahi hata ve kusurdan yoksun olmadığını, insanların oluşturduğu şahs-ı mânevi olan hükümetin de masum olamayacağını belirttikten sonra, masum bir hükümetin ancak Eflâtûn-i İlâhînin Medine-i fazıla-i hayaliyesinde masum olabilir (Münazarat, 1996, s.39) diyerek Eflatunun Medine-i Fazılasının ancak ideal bir hükümet şekli olabileceğini ifade ile meşrutiyetin/demokrasinin istibdada nispeten su-i istimalleri önleyebileceğini ifade etmektedir.
İstibdadın kalkması, hürriyetin her tarafa hâkim olması ile insanların istidat ve kabiliyetlerinin inkişafa başlayacağını ve o zaman Asya ve Rumelinin Eflâtunları, Dekartları, Bismarkları, İbn-i Sina ve Taftazanileri geri bırakacak istidat ve kabiliyetlerin yetişeceğini de müjdeler. (Divan-ı Harb-i Örfî, 1993, s. 83)
Bediüzzamanın Kuran-ı Kerimden ilham alarak akıl ve kalbin ittifakı ile ortaya koyduğu mesleğine yakın görüşler ortaya koyan Eflatunu takdir etmemesi elbette düşünülemezdi. Plüralist bir din, materyalist bir hayat içinde Allahın birliğine ve ahrete inanan, her şeyin hakikatinin idealer dünyası dediği Allahın esmasını araması, ahiret hayatını göstermesi gerçekten Eflatunun kurtulduğunu ve bir Allah adamı olduğunu göstermiştir. (Sözler, 1205)
Boş kafa şeytanın çalışma odasıdır diyen Eflatun daima çalışmayı, hak yolda olmayı, hak ve hakikati ders vermiştir.
KAYNAKLAR:
1.Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, 2006-İstanbul
2.Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, 2004-İstanbul
3.Nursi, Bediüzzaman Said, Lemalar, 2005-İstanbul
4.Nursi, Bediüzzaman Said, İşaratul-İcaz, 2006-İstanbul
5.Nursi, Bediüzzaman Said, Muhakemat, 2006-İstanbul
6.Nursi, Bediüzzaman Said, Münazarat, 1996-İstanbul
7.Nursi, Bediüzzaman Said, Divan-ı Harb-i Örfî, 1993-İstanbul
8.Risale-i Nurdan Porteler, Ansiklopedi, 2008-İstanbul
9.http://tr.wikipedia.org/wiki/Eflatun
10.http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=1393
11.http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=228
12.http://www.muzikvesoz.com/s540-Platon-biyografi.html
13.http://www.girgin.org/ansiklopedi/platondevlet.htm
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.