Musa Kazım YILMAZ

Musa Kazım YILMAZ

Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında Diyanete rapor yazan ilahiyatçılara

Ağustos 2016‘da düzenlenen Din Şurasında, bir gurup ilahiyatçı tarafından hazırlanan, Nur cemaati ve Bediüzzaman hakkında, ilimden uzak ve tenkidin çok ötesinde, kinle dolu ve gayri ilmî bir rapor hazırlanmış ve Diyanet’e sunulmuştur. İlmî bir cevap yazmayacağım. Zira kin kusan bir rapora elbette ki ilmî bir cevap verilmez.

Aslında kafaları karışık ve kimin adına çalıştıkları belli olmayan bu gurubun, bütün cemaatler arasından sadece Nur cemaati ve Risale-i Nur müellifi hakkında rapor yazıyor olması, Bediüzzaman’ın çağını ve çağdaşlarını ne kadar etkilediğinin bir işaretidir. Evet, Bediüzzaman, bütün hayatını Kur’an’a hizmetle geçirmiştir. O kendisini bir Kur’an hizmetkârı olarak takdim etmiştir. Bu ilahiyatçılar ise, ne yazık ki onun ortaya koyduğu Kur’an hakikatlerini okuma zahmetine katlanmadan onu tenkit etmeyi marifet sayan zavallılardır. Çünkü tenkide yeltendikleri Said Nursî’nin imana ve Kur’an dair yazdığı hiçbir kitabını, tenkit gözüyle bile olsa, ciddi şekilde okumuş değillerdir.

Bu rapor ilmîlikten uzak, tamamen keyfiliğe ve kıskançlığa dayanan, zaman zaman da edep sınırlarını aşan bir paçavra hükmündedir. Çünkü bu rapor “Bediüzzaman ve Risale-i Nur eserleri İslam’a ve Kur’an’a muhalif safsatalarla doludur” ön yargısıyla kaleme alınmıştır. Geriye sadece, teşvik için talebelerine yazdığı mektuplardan bazı sözleri cımbızlayarak bu peşin hükme gerekçe hazırlamak kalmıştır. Öyle de yapmışlar. Dolayısıyla bu rapor, hasutluğun insan nefsinde biriktirdiği kin ve adavet dürtüsüyle yazılmış, türünün en çirkef örneklerinden birisidir. Şöyle ki:

1) Her şeyden önce, Diyanet İşleri Başkanlarının ve İl Müftülerinin bile başlarına zorla şapka geçirildiği bir dönemde Bediüzzaman Said Nursi, Diyanetin temel giysisi olan sarık ve cübbenin hakkını korumuştur. Nitekim “Bu sarığı çıkar başından” diyen Afyon savcısına, Sünnet-i Seniyyenin hukukunu korumak amacıyla, “Savcı efendi, bu sarık bu başla beraber çıkar” diyebilmiş bir İslam kahramanıdır.

2) İşin garip tarafı bu beyefendiler, “Ben bir komünistim” diyen bir mülhidin (Emrah Cilasun) Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında yazdığı bir kitabı kaynak olarak kullanmışlardır. Bir İslam âlimini, dinine karşı duyduğu kin ve düşmanlık saikıyla tenkit eden bir mülhidin eserini kaynak kabul etmek, ilahiyat hocaları için bir zillet ve bir talihsizlikten başka bir şey değildir.

3) Unutmamalısınız ki, şu anda serbestçe böyle bir rapor yazıyor olmanızda ve güya İslam’ı ve Kur’an’ı savunmanızda bile Bediüzzaman’ın bir emeği vardır. Onun İslam hakkında, “Şeriatın bir tek hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım” şeklinde yaptığı kahramanane savunmaları olmasaydı siz bugün Kur’an’dan ve şeriatten söz edebilir miydiniz? Kur’an’ın, dinin ve dindarlığın mahkûm edildiği bir dönemde Bedşüzzaman gibi şeriatı (Kur’an’ı) müdafaa eden kaç hoca sayabilirsiniz?

4) Bütün Müslümanların ve özellikle Diyanet mensuplarının hep takdirle yâd ettikleri Eski Diyanet İşleri Başkanı merhum Ahmed Hamdi Akseki’nin Bediüzzaman hayranı olduğunu, Bediüzzaman’ın ona bir takım Risale-i Nur gönderdiğini ve bu takımın hala Diyanet kütüphanesinde olduğunu biliyor musunuz? Eğer Ahmed Hamdi hoca sizin gibi modernist ve reformcu bir kafaya sahip olsaydı o Risale-i Nur takımını herhalde sobaya koyar, yakardı. Risale-i Nurlar hakkında yazdığınız bu çirkef rapordan ötürü, sizin ve hepimizin hocası olan Ahmed Hamdi Akseki Hoca’ya kaşı hiç yüzünüz kızarmıyor mu?

5) Raporun sonuna eklediğiniz kaynakçadan anlaşıldığına göre, iftiralarınıza mesnet bulabilmek için sadece Sikke-i Tasdik-i Gaybi ve Tarihçe-i Hayat adlı kitapları okumuşsunuz. Siz neden sadece Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatını ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî adlı kitabını okumuşsunuz? Yani siz neden hep meselenin olumsuz tarafına bakıyorsunuz?

Acaba Bediüzzaman’ın Kur’an hakikatlerine dair sizi tatmin edecek kadar güzel açıklamaları da yok mu? Mesela namazdan söz eden 9. Sözü, Haşir’den söz eden 10. Sözü, Tevhidin engin hakikatlerinden söz eden 7. Şuayı, 22. ve 33. Sözleri okudunuz mu? Okumadığınızı biliyorum; ama Risale-i Nurları okumadığınız halde, içinden sadece talebelerinin morallerini yüksek tutmak için işarî manalar ihtiva eden bir eseri okuyup onunla bütün külliyatı “safsata” olarak ilan etmiş olmanız, sizi “müfteri” ve “fırsatçı” durumuna düşürmüştür.

Bu durumda Yahudiler hakkında nazil olan (أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ  فَمَا جَزَاءُ مَن يَفْعَلُ ذَٰلِكَ مِنكُمْ إِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا  وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَىٰ أَشَدِّ الْعَذَابِ) “Yoksa siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar.” (Bakara, 85) ayeti sizin hakkınızda da geçerli olur. Çünkü Bediüzzaman’ın tevhide, haşre ve nübüvvete dair yazdıklarını görmezden gelip sadece onun şahsî kusurlarının peşine düşmek, gafletin de ötesinde su-i edeptir, bir hıyanettir.

Neden böyle yaptığınızı biliyorum: Çünkü sizin amacınız aslında dine hizmet değildir. Asıl amacınız ümmet tarafından kabul gören bir İslam âlimini ve onun 47 dile çevrilmiş bulunan eserlerini, kinle dolu zihinlerinizi işgal eden boş kuruntulara kurban etmektir. Büyük bir kıskançlık ve bu kıskançlığın verdiği korku ve heyecan sizi tepeden tırnağa sarmıştır. Düne kadar korkudan sesiniz çıkmıyordu; şimdi devlet kendisini “Nur cemaati” olarak takdim eden FETÖ ile alenen savaşmaya başlayınca, siz de cesaret aldınız ve FETÖ üzerinden Bediüzzaman’a ve Risale-i Nurlara karşı kin kusmaya başladınız. Bu tavrınız, bilim adamlığı vasfına sığar mı?

6- Kullandığınız dil hiçbir İslam âlimi tarafından istimal edilmediği gibi, Ezzher uleması tarafından kendisine “Bediüzzaman” unvanı verilmiş bulunan bir İslam âliminin eserleri için “Safsatalarla doludur”  hükmü bir iftiradır. Böyle bir üslubun kullanılmış olması, içinizdeki kin ve husumetin dışarıya vurulmuş halinden başka bir şey değildir.

7) Bediüzzaman’ın kendisini abartılı bir biçimde halka takdim edip, sanki hapishanelerde çok yatmış gibi kendisini lanse ettiğini, oysa toplamda 40 ay yattığını raporda yazmışsınız. Peki, aslen Bitlisli olan Bediüzzaman Afyon, Denizli ve Eskişehir hapishanelerinde neden yatmış olabilir, hiç düşündünüz mü? Oralarda ne işi vardı? Neden bunun cevabını yazmıyorsunuz?

Madem onun tarihçe-i hayatını okudunuz, acaba Bdiüzzaman neden Eskişehir, Denizli ve Afyon‘da yargılandı? Neyle suçlanıyordu, hiç araştırdınız mı? Bediüzzaman Van’dan Burdur’a, oradan Barla’ya, oradan Kastamonu’ya, oradan Denizli ve Afyon’a, Emirdağ ve Isparta’ya piknik yapmak için gönderilmedi herhalde.

Siz tedlisçi bir kurnazlıkla Bediüzzaman’ın mahkeme müdafaalarına bakmadığınız gibi, neyle yargılandığını, neden vilayet-vilayet ve kasaba- kasaba dolaştırıldığını yazmamışsınız. Ama ben yazayım:

Bediüzzaman, Türkiye’de dinsiz bir nesil yetiştirmeye çalışan bir zındıka akımına karşı gelecek nesillerin imanlarını kurtarmaya çalışıyordu. Bediüzzaman, “Binlerce başların feda oldukları kudsî bir hakikate başımız dahi feda olsun” diyerek, sizin çok korktuğunuz ölümü hakir gören kahraman bir İslam âlimiydi. Bu duruşundan dolayı onu sürgüne gönderdiler, zindanlara koydular, tecrid-i mutlaka mahkûm ettiler. Ama o, “Ben kaderin mahkûmuyum, ehl-i dünyanın değil” diyerek, imanı kurtarmak konusunda kendisini vazifeli addediyor, “Bu dünyanın çok sefasını gördük, biraz cefasını da görsek ne olur” diyerek halinden şikâyetçi değildi. Siz ise, “Said Nursî kendisini vazifeli görüyor” diyerek onun bu tevazu ve mahviyet içindeki haline de itiraz edip iftiralarınıza mesnet yapmışsınız.

Kuşkusuz Bediüzzaman sizler gibi üniversitede asistan olmak için kafasını elli taşa vuran ve ücret almadan kimseye ders vermeyen bir hoca değildi. Tam tersine Binlerce altın maaşla öğretim üyesi olduğu Darü’l-Hikmet’ten kendi isteğiyle ayrılmış, “Din inhisar altına alınamaz” diyerek parasız bir şekilde millete hizmet etmek için kolları sıvamıştı. İşte Risale-i Nur eserleri, onun halka verdiği derslerin takrirlerinden meydana gelmiş bir külliyattır.

8) Siz neden Bediüzzaman’ın yaşadığı sosyal ve siyasal şartlardan hiç söz etmiyorsunuz? Yani size göre onu tutuklayıp hapislere atanlar haklı mıydılar? Neden ona yapılan haksızlıklardan hiç söz etmiyorsunuz? Söz etmediğinize göre, yani onun mağduriyetiyle ilgili bir tek kelime bile yazmadığınıza göre, onu kasaba-kasaba dolaştıranların haklı, Bediüzzaman’ın da haksız olduğunu düşünüyorsunuz demektir. Eğer böyle düşünüyorsanız, ona karşı sadece su-i zanda bulunmuyorsunuz, aynı zamanda ona karşı canavarca hisler besliyorsunuz anlamına gelir. Eğer böyle değilse, neden ona baskı yapan, onu idamla yargılayan Cumhuriyetin ilk liderlerinin zulmünden ve İslam’a karşı cinayetlerinden hiç söz etmiyorsunuz?

Çünkü siz korkuyorsunuz. Kanun yakanıza yapışır ve alır sizi hapse koyabilir diye o liderlerin İslam’a yaptıkları zulümden hiç söz bile etmiyorsunuz. Merak etmeyin; Bediüzzaman sizin yerinize de hapishanede yatmış, ödediği bedeller sebebiyle yeni nesilleri hapishanelerde yatmaktan kurtarmıştır. Ama sizin yaptığınız nankörlüğe bakın ki,  Bediüzzaman hakkındaki anlatımlarınıza bakan kimse, devlete ve orduya başkaldırmış bir asiden ve dinimizi değiştirmeye çalışan bir cahil şarlatandan söz ettiğinizi sanır. Yazıklar olsun size…

9) Siz yeni mi FETÖ’nün İslam’ı ve Kur’an’ı kendi hevesine göre yorumladığını fark ettiniz? Diyelim ki devlet bu adamın 40 yıldır neler yazdığını, neler söylediğini ve konunun din açısından hassasiyetini pek fark edemedi. Ya sizler? Siz rapor yazan hocalar FETÖ’nün nasıl bir adam olduğunu bilmiyor muydunuz? Fethullahçılar sizleri toplantılarına davet ettikleri zaman, masraflar onlardandır diye koşa koşa gidiyordunuz. Neden o zaman Fethullahçıları tenkit edip konuşmuyordunuz?

Neden konuşmadığınızı söyleyeyim: Çünkü siz onlardan korkuyordunuz. Hatta sadece onlardan değil, onları da “Nur talebeleri” kabul ettiğiniz için Bediüzzaman’ın talebelerinden de korkuyordunuz ve onlar hakkında en ufak bir laf etmekten çekiniyordunuz.

Ama şimdi? Şimdi nasılsa devlet FETÖ’ye karşı savaş ilan etmiş; durumu fırsata çevirmek için bir taşla iki kuşu vuralım diyerek FETÖ üzerinden Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a dil uzatıyorsunuz. Yıllarca sustuğunuz ve Risale-i Nur sempozyumlarına katıldığınız halde, şimdi ucuz kahramanlık yaparak Nur talebelerine ve üstatlarına saldırıyorsunuz. Bu tavır ilim adamlığına yakışır mı?

10) Gülen “Tesettür teferruattır” dediği zaman siz üniversitede hoca değil miydiniz? Yine, “Cebrail bir parti kursa ve beni partisine davet etse onun partisine de girmem” diyerek imkânsız bir teşbih kurduğunda siz Türkiye’de değil miydiniz? Neden bu konular hakkında bir makale yazmadınız?

Yazmadınız, çünkü korkuyordunuz. Şimdi devletin gücünün arkasına sığınarak, ömrü boyunca mazlum ve mağdur olarak yaşayan bir İslam âlimine, tenkidin çok ötesinde ve edep sınırlarını aşarak dil uzatıyorsunuz. Sizlerin “bilimsel tenkit” anlayışınız bu mu?

11) Bediüzzaman’ın iktisat anlayışının ne kadar derbeder ve işe yaramaz olduğunu ortaya koymak için bir alıntı yapmışsınız. Şeyh-i Geylanî ile bir kadın arasında geçen hikâyeyi alaylı bir dil ile aktarmışsınız. 19. Lema olan İktisat Risalesinde geçen hikâye şöyle:

Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî'nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs'ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş:

“Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!”

Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh!” O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.”

İşte, Hazret-i Gavs'ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”

İlahiyat hocaları bu hikâyeyi naklettikten sonra alayvari bir üslupla “Said-i Nursî’nin İktisattan anladıkları bu seviyede…” diyerek hem cehaletlerini hem de bir allame olan Bediüzzaman’a karşı edep dışı tavırlarını ortaya koymuşlardır.

Belli ki bu hocalar, Bediüzzaman’ın “Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir” şeklindeki altın değerinde bulunan sözünden bir şey anlamamışlar.

Kuşkusuz “Ruhun cesede, kalbin nefse, aklın da mideye hâkim olması ve lezzeti şükür için istemek” manaları, ilmî ve irfanî manalardır. Kalbî tefekküre ve ruhî eğitime sahip olamayan, takvayı kalplerine yerleşik bir sıfat olarak koyamayan ve akıllarını sadece cesetlerinin tahsin ve tezyini için kullananlar bu sözlerden bir şey anlamazlar.

12) Bu arada, eski diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu da bu modernist ve reformcu güruha katılarak bir televizyon programında “İbn-i Arabi, Said Nursi ve F. Gülen… Üçünün de ortak noktası; kendi yazdıklarının Allah tarafından yazdırıldığını iddia etmeleri… Böyle din anlayışı olur mu?” iddiasında bulunmuştur.

Ey Bardakoğlu! Şimdi mi aklın başına geldi? Yeni mi Fethullah ve Said Nursî ile ilgili böyle bir tespitte bulundun?  Sen Diyanet İşleri Başkanı iken FETÖ lideri konuşmuyor muydu? Neden o zaman sesin çıkmıyordu? Sen Diyanet İşleri Başkanlığından ayrıldıktan ve 17-25 Aralık’tan sonra, Şanlıurfa’ya gelip paralelcilerin okullarını (Tevhide Hatun Lisesini) ve camilerini açma törenine katılıp onlara bir konuşma yapmadın mı? Bunu inkâr edebilir misin?

Madem FETÖ’yü bu şekilde tanıyordun, neden onların açılışlarına, hem de 17-25 Aralıktan sonraki açılışlarına katılıyorsun? Hatta FETÖ’cüler, sizin hükümete muhalif olduğunuzu, bu yüzden sizi yanlarına aldıklarını söylüyorlardı. Sahi, Ali Bardakoğlu gizli bir FETÖ’cü olmasın? Lütfen Emniyet birimleri bunu bir ihbar kabul edip o törenin görüntülerini araştırsınlar.

Son söz:

Bediüzzaman hakkında iftiralarla dolu bir kitap yazan bir mülhit, ayet ve hadislere dayanarak Yahudiler hakkında açıklamalar yapan Bediüzzaman’ı Hitler’e benzetmiştir. Diyanete rapor hazırlayan siz ilahiyat hocaları da onun kitabından alıntı yapmışsınız. Yani Bediüzzaman gibi bir İslam âlimini haksız, o mülhidi haklı durumuna düşürmüşsünüz.

Diğer taraftan, ekseriyet itibariyle salavatlardan oluşan ve Gümüşhanevî hazretleri tarafından derlenmiş olan Mecmau’l-Ahzab için “Safsata” demişsiniz. Resûl-i Ekrem’e (asm) hakaret içeren ve edep dışı olan bu sözlerinize cevap vermek bile füzuliliktir.

Anladığım kadarıyla Diyanet’in Risale-i Nurlara sahip çıkarak basım kararı almış olması sizleri kahretmiştir. Öfkenizin asıl kaynağı budur. Çünkü raporun sonunda aynen şöyle diyorsunuz:

Diyanet İşleri Başkanlığımız, Risale-i Nur’lara resmen sahip çıkıp onları kendi yayını olarak bastırmakla, 3-4 Ağustos 2016 tarihinde gerçekleştirdiği din şûrası olağanüstü toplantısındaki tespitlere aykırı davranmış ve geleceğin “paralel yapı”sı olmaya namzet bir cemaate özel ilgi göstermiş ve koruması altına almış demektir.”

Bu iddialarda bulunmak eğer kin ve husumetten kaynaklamıyorsa kehanettir, ihanettir. Üstelik sizler İlahiyat Fakültesi hocalarısınız. Size ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Sadece, “Bir ilahiyat hocası bu kadar kötü niyetli ve tedlisçi olabilir mi?” diyerek hayretimi gizleyemiyorum. Kanaatimce çabucak tövbe ve istiğfar etmelisiniz. Allah sizi ıslah etsin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
24 Yorum