Bediüzzaman ve şaka kültürü

Ciddi olmak elbette güzel bir şey; belki de ölüm gibi bir gerçek önümüzde durup dururken eğlenmek anlamında gülmek bize yakışmaz. Hatta bu gerçekten hareket ederek hayatta gülmemeyi bir ilke haline getiren Allah dostları da var. Ama ne olursa olsun, insan tek yönlü bir yaratık değil ki, tekdüzeliği yani monotonluğu yaşamaya kendini zorlasın.

İnsan zıtlardan örülmüş. Bazen ağlayacak ve bazen de gülecektir. İnsan gülmeden edemez. Gülmek, günlük hayatın hayhuyları, sıkıntıları, hücum eden belaları, ters giden işleri, beklenmedik olayları savuşturmak ve gelmesi muhtemel her şeye karşı, teslim ve rıza duygusunun bir tezahürü olarak sıkışmışlıktan kurtulmak için alınan hayati bir nefestir. Böyle olunca çoğu insanlar, hangi düzeyde olurlarsa olsunlar, gülmeye sebep olan latife denilen şakalara açıktırlar. Kendilerine özel de olsa aynı toplumu paylaşan bireylerde bir şaka kültürü de gelişmiştir.

Zeki insanların şaka kültürü daha düzeyli ve daha canlıdır. Düzeyli yapılan her şakanın altında alınması gereken bir ders de vardır.

Bu girişi yaptıktan sonra, sözü asrın adamı Bediüzzaman Said Nursî’nin bu yanına getirmek istiyoruz. Bediüzzaman, sona yakın bir zamanda Kur’an’ın mesajı gibi son derece ciddi bir davayı üstlenerek davranışlarını buna göre ayarladığı gibi, normal insanın bütün hayatı boyunca sergileyebileceği hallerin en ölçülüsünü yaşadığını da kendini yakından tanıyan talebeleri tarafından gözlenerek belgelenmiştir. Onun şakacılık yanı küçümsenmeyecek kadar canlı ve düzeylidir.

Bediüzzaman talebelerinin güleç ve canlı olmalarını, hayata karşı her halleriyle yenik bir görüntü sergilememelerini isterdi. Çünkü dünya hayatı somurtulmaya değmezdi. Talebelerinin hapislere tıkatılırken çoğunluğun sergilediği davranış biçimi bunun en büyük kanıtıydı. Ama ne çare ki hayat tekdüze gitmezdi; çeşitli nedenlerden dolayı boyun büküklük karesi de hayatın gerçeklerindendi.

Afyon Hapishanesi günlerinde, çekilen ağır sıkıntılar ve işkenceler içinde, bazen güler yüzlülüğü de unuturdu insan. Bediüzzaman, teneffüs yerinde volta atan İbrahim Fakazlı’yı biraz üzgün görmüş olacak ki, pencereden attığı pusulada “İbrahim sen hasta mısın, boynunda ne var? Seni üzgün görüyorum” diye yazdığı notta üzgün olduğunun sebebini araştırırken, liderliğinin de ne boyutlarda olduğunu gösteriyordu. Yine aynı hapishanede İbrahim Fakazlı üç arkadaşıyla teneffüs yerinde gezinirken, Bediüzzaman, üçüne attığı pusulada “kardeşlerim, gezin dolaşın, neşeli olun!” diyordu, onların haksız yere sıkıntı verenlere karşı gülerek, eğlenerek karşı koymalarını ve ne olursa olsun bu sıkıntıları onlara reva görenlere psikolojik olarak yenik düşmemelerini istiyordu.

Bediüzzaman’ın elbette öfkelendiği zamanları da olurdu. Özellikle talebelerine yapılan haksızlıklara hiç tahammül edemezdi. Ama bu, hiçbir zaman süreklilik arz etmezdi; en sıkıntılı anlarında bile gülümseyerek çekilmez işkenceleri bile kendi lehine çevirmesini bilmiştir. Onun bu güzel ahlakı talebelerine de sirayet etmişti. Gülerek hapishaneye giden Nur talebelerini hatıra olarak bize ulaşan resimlerde görebiliyoruz.

Konumuz asrın adamı Bediüzzaman’ın talebeleriyle yaptığı şakalardır. Onların hepsini saymak, yalnız bu satırlarla ifade edilmez. Tespit ettiğimiz ilginç olanlarından sadece birkaç şakayı paylaşacağız.

Santral Sabri diye şöhret yapan bir talebesi, bir korulukta çıkan yangını ne yapmışsa söndüremeyince, bu kez yadigâr olarak sakladığı Üstad’ın cübbesini “Yak yakabilirsen!” diye gösterdiği alevler sönüveriyor. Bunu anlattığı Bediüzzaman, “Keçeli, beni orman bekçisi mi yaptın!” diye latifede bulunmuştu.

Mahkemede, henüz celse başlamadan, namaz vakti gelmiş. Yer arandı. Pencere kenarında, yalnız bir kişinin kılabileceği bir boşluk vardı. Yerden 60-70 santimetre yükseklikteydi. Bir sandalye aranmaya başlandı. İbrahim Fakazlı attı kendini yere. Herkesin şaşkın bakışları arasında asrın adamı Bediüzzaman Fakazlı’nın ensesine “keçeli, keçeli!”diye vurmuş, sırtına basarak çıkmış ve namazını pencere önünde kılmış.

Said Özdemir bir gün Üstadını ziyarete gitti. O ziyarette Bediüzzaman kendisine “kardeşim, bugün benim yatağımda yatıp, benim yemeğimi yiyeceksin” dedi. Ders yapıldıktan sonra herkes kendi odalarına dağıldı. Bediüzzaman, kendisine getirilen yemeğin yarısını Said Özdemir’e yolladı ve “kabı bana lazım” diye de latifede bulundu.

Bediüzzaman, bir gün Ahmet Gümüş’ü çağırdı. Zübeyir Gündüzalp için ona “şu senin hemşerin çok ahmak, benim için her şeyini terk etti. Görüyorsun çok dövüyorum, kovuyorum bir türlü gitmiyor. Hem de maaş ve ticari geliri 700 lira idi. Onları da bıraktı, şimdi ben hemşerine 30 kuruş veriyorum, hiç sesini çıkarmıyor. Senin bu hemşerin ahmak değil mi?” dedi. “Üstadım, değil” dedi Ahmet Gümüş. Bediüzzaman “Neden? Bak babasını anasını terk etti; memuriyetini bıraktı, üstelik bir de benden dayak yer. 30 kuruş gibi cüzî bir para veriyorum. 30 kuruş mu çok, 700 lira mı çok?” diye sorar. Ahmet Gümüş “Üstadım, sizin o 30 kuruş çoktur” diye cevabında ısrar eder. “Sen mekteplisin, hiç hesap okumadınız mı? 30 kuruş 700 liradan nasıl çok olur?” diye sorusunu tekrar eder Bediüzzaman. Ahmet Gümüş de cevabında ısrarlı: “Üstadım, Zübeyir Ağabey en iyisini yapmıştır, sizin vereceğiniz 30 kuruş 700 liradan çok iyidir.”  Asrın adamı Bediüzzaman, aldığı cevaplardan çok memnun olacak ki, “Nasıl iyi olur, anlaşıldı, sen hemşerini tutuyorsun, sen de ahmaksın. Hemşerini benim yanımda müdafaa ediyorsun, anlaşıldı. Ondan sana ahmaklık bulaşmış veya seni kandırmış” diye latifede bulundu.

Bediüzzaman, bir gün ders yapıldıktan sonra, bir sepet üzümü dokuz kişi oldukları için dokuz hisseye ayırarak kur’a çektirmiş. İçinde bir-iki salkım siyah üzüm vardı. Her zaman olduğu gibi Ceylan Çalışkan, kur’a atılırken yer değiştirip o siyah üzümlü hisseyi kendine düşürmeyi başarmıştı. Üstad “Vay Keçeli! Keçeli! Ben bu siyaha göz dikmiştim. Sen yine kendine düşürdün” diye latifede bulundu.

Bediüzzaman, elbette bu latifeleri talebelerini daha neşeli kılma adına yapıyordu. Hayat tekdüze geçemezdi; şevk hizmetin lokomotifiydi. Yanına ziyaret için gelen Fahrettin Sayı’ya Van’daki Risale-i Nur talebelerinin hatırını sordu. Yurdun değişik yerlerinden gelen güzel haberlere çok sevinirdi. Bediüzzaman, o gün çok sevinmiş olacak ki, elini çok sevdiği ve manevî evladı olan Ceylan Çalışkan’ın omuzuna atarak, “Dağlarda fedakâr ceylanlar bulunur; bu da fedakâr bir Ceylan’ımdır.” dedi.

Abdullah Çayırlı küçüklüğünde uzunca bir sepet içinde Üstadına yemek getiriyordu. Merdivenlerden çıkarken sepet takılıp tökezlemesiyle yemeğin dökülmesi ve merdivenleri kirletmesi bir oldu. Abdullah oracıkta mahzun kala kaldı. Onu gören Bediüzzaman, “gel bakalım keçeli, sen cezalısın” dedi ve önüne koyduğu bir kâse aşureyi yemesini isteyerek latifede bulundu. Küçük Abdullah aşureyi yedi; ceza da bu aşureyi yemesi oldu.

Asrın adamı Bediüzzaman, yalnız kendisi talebeleriyle şakalarda bulunmazdı. Aynı zamanda onlar tarafından yapılan şakalara da tepki gösterir ve çoğunlukla da gülümserdi. Ceylan Çalışkan hem zeki ve hem de son derece şakacı biriydi. Elbette babası kadar çok sevdiği Üstadına karşı şakalar yapardı. Üstadı da onu hoş karşılardı.

Bir gün Ceylanla kır gezintisine çıkmıştı Üstad. Koyunların kuzuların yanından geçiyorlardı. Asrın adamı Bediüzzaman Ceylan’a takılmadan edemedi. “Ceylan, sana bir koyun alacağım, bir de nine alacağım. Nine koyunu sağar, sen de sütünü içersin.” dedi. Ceylan da bu takılmanın cevabını vermeden durur muydu hiç? “Nine ihtiyardır, bu işleri yapamaz Üstadım!” diye cevap vermişti.

Yine bir gün babasının yazdığı hasret ve şikayet mektupları üzerine Zekeriya Kitapçı, Abdullah Yeğin’e Emirdağ’a, Üstada gelmesi için mektup yazmış. Bunun üzerine Yeğin Üstada gelmiş. Üstad Yeğin’i görünce hiddet etmiş. Öyle durup dururken Yeğin’in çıkıp gelmesine Zekeriya Kitapçı’nın mektubunun neden olduğunu anlayan Ceylan “ Zekeriya’nın dolmuşuna binmiş Üstadım!” diyerek, hem ne kadar hazır cevap olduğunu göstermiş ve hem de böyle kritik bir anda latife yapmadan da geri durmamış.

Bediüzzaman, hayatı bütünüyle yaşayan bir dava adamı, bir müceddit, çağımızda Kâinat Efendisinin (asm) bir temsilcisi. Elbette davayı sunuşunda akla gelmez bir cesaret gösterecek ve ciddilik sergileyecek; günlük olaylarda her şeyi olan talebeleriyle de şakalarda bulanarak hayatın ne kadar yaşanacak özellikte olduğunu gösterecekti. Birçoklarının deyimiyle, Bediüzzaman talebelerinin hem anası ve hem de babasıydı. Talebeleri ev dönüşünde, günlerce evlerinden uzak kalan çocuklar gibi Üstadlarına koşarlardı. Bunda Üstadın sevginin aktif bir türü olan şakacılığının payı büyüktür.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.