Bediüzzaman’a göre ittihad-ı İslam nasıl olur?
Diyarbakır’da Üniversiteli gençlerin bu haftaki konusu “ittihad-ı İslam”dı...
H. İbrahim Önal’ın haberi
RisaleHaber-Diyarbakır’da Üniversiteli gençlerin bu haftaki konusu “ittihad-ı İslam”dı.
Tıp Fakültesi öğrencisi Ahmet Yosunkaya’nın sunduğu “İttihad-ı İslam” konulu seminerde, İttihad-ı İslam hakkında ayrıntılı bilgilere yer verildi. İttihad-ı islam nedir?, ittihad-ı islamın tarihsel süreci ve güncelliği, ittihad-ı islam nasıl sağlanır?, geleceğin islamiyetin olacağına dair ümitvar olmak” gibi başlıkların yer aldığı seminer yoğun ilgiyle izlendi.
Seminerine İttihat kelimesinin sözlük anlamıyla başlayan Yosunkaya, “birleşmek, aynı fikirde olmak olan ittihadın; ittihad-ı İslam diye terimleşmiş anlamı Müslümanların birleşmesi kaynaşmasıdır. Bu birleşme gerek bireysel gerekse devletsel bazda düşünülebilir. Diğer bir ifadeyle maksatta ittifak eden Müslümanların yöntem farklılıklarını dikkate almadan inançları çerçevesinde tek çatı altında toplanmalarıdır.” dedi.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ittihat kavramını İttihad-ı Muhammedi kavramıyla bir tuttuğuna dikkat çeken Yosunkaya, “Bediüzzaman Hazretleri bununla ilgili olarak İttihad-ı İslamın temelinde tevhid-Allah inancı- yattığını söylemiş, maksat ve hedefinin de i'lâ-i kelimetullah yani Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlerinin kıymetini bildirmek ve yaymak olduğunu belirtmiştir.” dedi.
Bugün elliden fazla İslam devleti bulunduğunu, geneli Asya ve Afrika kıtasına dağılmış bir şekilde olduğunu belirten Yosunkaya, ”Dünyadaki toplam Müslüman nüfusu 1,5-2 milyar dolaylarındadır. İslam devletlerinden ancak bir kaçı ekonomik ve politik anlamda ayaklarını yere basabilecek durumdadır. Çoğunluğu geri kalmış ülkeler statüsündedir. Hem bu ülkelere destek olmak hem de islamiyetin terakkiye sebep olduğunu göstermek için ittihad-ı İslam ve bu uğurda çok çalışmak şarttır.” dedi.
İttihad-ı islamın tarihsel süreci ve güncelliğine de değinen Yosunkaya, “İttihad-ı İslam İslamiyet’in doğuşundan itibaren müminler tarafından yaşanan bir olgudur. Abbasilere kadar tek devlet olarak gelen Müslümanlar daha sonra devletler halinde devam etmiş nihayet Osmanlının yükseliş dönemlerinde tekrar bir araya gelmiştir. Yavuz Sultan Selim İttihad-ı İslam fikrinin ilk savunucusu sayılabilir. O devlet başına geçtiği dönemden sonra çeşitli topluluklar Osmanlı’ya dâhil olmuştur. İlk katılan İslami topluluk kendi istekleriyle Kürtler olmuştur. Yavuz Sultan Selim doğudaki tehlikeyi bertaraf ettikten sonra güneyde de Arapları Osmanlıya müdahil etti. Böylelikle dört asır devam edecek birlikteliği sağlamış oldu. Daha sonra 19. yy başlarından itibaren Osmanlıda da tesirini gösteren milliyetçilik toprakları bölmeye başladı. Gerçi ayrılanlar Rumlar, Sırplar olsa da her millet kendi payına düşeni almıştı. Bilhassa Araplar Osmanlı’ya karşı iyice kışkırtılıyordu. Bunları önlemek için yapılan reformlar veya ortaya atılan fikirlerin çoğu da olumlu sonuç getirmedi. O dönemin sonlarına doğru İslamcılık fikri ağır basmaya başladı. II. Abdülhamit de halifelik unvanının önemini ve bütünleyiciliğini çok iyi bildiği için İttihad-ı İslam fikri üzerine siyasetini temellendirmişti. 20 yüzyıl başlarında ise artık önemi daha da artan ve kurtuluş reçetesi haline gelen bir kavram vardır. Çünkü zamanında Osmanlı elinde olan fakat sömürge haline gelen Müslümanların yaşadığı coğrafyalar artmıştır. Kuzey Afrika’da İtalya ve Fransa, Hindistan’da İngiltere’nin sömürgeciliği aynı zamanda Arapları da kışkırtması Osmanlı’yı İttihad-ı İslam fikrine sürüklemiştir.” dedi.
İttihad-ı İslam’a herkesin muhtaç olduğu dönemde onu savunan alim ve düşünürler olduğunu da ifade eden Yosunkaya, bunlardan birkaçını şöyle sıraladı: “Cemaleddin Afgani, Reşid Rıza, Mehmet Akif, Bediüzzaman, Hoca Tahsin …”
Bediüzzaman Hazretlerinin bu dönemde gazete ve dergilerde neşrettiği makalelerinde ve Şam’da verdiği hutbede ittihad-ı İslamın öneminden bahsettiğini söyleyen Yosunkaya,”Bediüzzaman Hazretleri bir makalesinde: “Bu ittihad, âdetten değil, ibadettir. İhfa, havf riyadandır. Farzda riya yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâm’dır. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib, muhit, merakiz ve maâbid-i İslâmiyeyi birbirine rabtettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevketmektir. Bu ittihadın meşrebi, muhabbettir. Husumet ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır.”demiştir” dedi.
Yosunkaya, “Günümüz dünyasına gelindiğinde başta Irak, Filistin, Afganistan gibi İslam ülkelerinin işgallere maruz kalması, kendi içinde terörizmle mücadele eden İslam ülkelerinin varlığı kardeşlik ve ittihat ruhunun oluşmasını gerektirmektedir. Diğer bir deyişle bir taraftan zulmü yabancılardan görenlerin olması diğer taraftan daha önemlisi aynı coğrafyada yaşayan dindaşların birbirine zulmetmesi günümüz Müslümanlarının da ittihad-ı İslama muhtaç olduklarının en bariz göstergesidir.” dedi.
İttihad-ı islam nasıl sağlanacağı konusuna açıklık getirmeye çalışan Yosunkaya, “ittihad-ı İslamı iki aşamalı değerlendirebiliriz. İlk olarak kalp ve vicdanların bir de fikirlerin ittihat etmesiyle meydana gelecek İslam kardeşliği. İkinci olarak da politik ve ekonomik anlamda bir araya gelecek ülke ve topluluklar. Bunlardan birincisi ittihad-ı İslamın mayasını, zeminini, temelini oluşturmaktadır. İkincisi akabinde gelecek gelişim dönemidir. Burada şuna değinmekte fayda vardır ki Ümmetin farklı mezheplere meşreplere ayrılması rahmettir. Çünkü farklı fıtrattaki insanları her hususta bir araya getirmek zordur ve yanlıştır. Yine yöntem olarak farklı hizmet metotları olmazsa işi birbirine bırakma olur kimse kendini ve hizmet tarzını geliştirmez. Risale-i Nur’da Bediüzzaman “Dinî cemaatlar maksadda ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklid yolunu açar ve ‘Neme lâzım, başkası düşünsün’ sözünü de söylettirir.” diyerek bu noktaya dikkati çekmiştir.” dedi.
Yosunkaya, “Şimdi birinci safhayı yani kalplerin düşüncelerin kardeşliğini sağlayacak esaslar üzerine biraz konuşalım. “Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat suresi, 10) “Müminlerin birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada, birbirlerini korumada misali, bir cesede, bir vücuda benzer ki, cesedin herhangi bir uzvu rahatsız olsa, hastalansa, cesedin diğer uzuvları da bundan muzdarib olurlar ve uykusuz kalır, ateşler içinde yanarlar.” (Müslim, Birr, 66) Bu ayet ve hadisin gereği bir müminin diğer bir müminin dertleriyle dertlenmesi gerekmektedir. Böyle değilse imani bir eksiklik var demektir. Öyleyse evvela imanımızı kuvvetlendireceğiz ki kardeşlik ruhunu yakalayabilelim. Ancak bundan sonra dünyanın her tarafındaki kardeşlerimizi düşünüp onların sıkıntılarına karşı ne yapabileceğimiz, neyle yardım edebileceğimiz hep aklımızda olur.” dedi.
Yaptığımız İbadetlerin de bizi birliğe çağırdığına dikkat çeken Yosunkaya, “Bizler yaptığımız ibadetlerde de birlik içindeyizdir. İbadetlerimizdeki bir hikmette belki sosyal dayanışma ve birliktir. Mesela en temel ibadetimiz olan namazı düşünürsek dinimiz cemaatle kılınan namaza bir hayli önem vermiştir. Bir oruç ve zekâta baktığımızda toplum içersinde zengin fakir ikileminin olmamasını barındırır. Kurban hakeza… Bunların yanında hac ibadeti vardır ki doğrudan farklılıkların sıfıra çekilip iman paydasına gelinen bir durumu içine alır. Birçok farklı ırk ve binlerce farklı insan hiçbir sorun yaşamadan aynı yerde ibadet ediyor tanışıyor kaynaşıyor. İşte ibadetlerimizin birlikteliğini de göz önüne alırsak ittihad-ı İslama biraz daha yaklaşmış oluruz.” kaydetti.
Yosunkaya, Müslümanların binlerce ortak noktası bulunduğunu, bu ortak noktaların bizi yaratanla başlayıp onun gönderdiği peygamberler, onların şeriatları, dinimiz ve daha bir sürü çok güçlü nurani bağlar olduğunu belirtirken, Bediüzzaman Hazretlerinin bu ortak noktalarla ilgili “Her ikinizin Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir.” Diyerek ortak noktaların çokluğuna “Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları…” diyerek de bunların gücüne tesirine dikkat çektiğini belirtti.
İttihatın önündeki en büyük engellerden birinin de İslam’a Kuran’a hizmet edenlerin tarafgirliğin ölçüsünü kaçırıp diğer hizmet tarzlarını batıl görmesi veya kabul etmemesidir diyerek konuyla ilgili Bediüzzaman Hazretlerinden örnek veren Yosunkaya, Bediüzzaman müthiş bir ölçü getirmiş ve şöyle demiştir. “Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit; ‘Mesleğim haktır veya daha güzeldir’ demeye hakkın var. Fakat ‘Yalnız hak benim mesleğimdir’ demeye hakkın yoktur. “Üstad Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi kendimize seçtiğimiz meslek ve meşrebinin daha uygulanabilir daha kısa olduğuyla ilgili yani daha güzel olduğuyla ilgili konuşmakta dile getirmekte bir beis yoktur. Bununla birlikte diğer tarz ve usulleri kabul etmeyen bir yaklaşım ittihadı, grup ve cemaatler düzeyinde kilitleyecektir. Dolayısıyla eleştirilecek bir hususa yaklaşım ile ilgili olarak şöyle düşünebiliriz. Eleştirinin yapıcı olması ve eleştirilenin de gerçekten bir hata varsa kabullenmesi gerekir. Yoksa inatlaşmak ve hatasında ısrar etmek iman hizmetine zarar verecektir.” dedi.
Su-i zanna meyletmenin ittihada vereceği zarardan bahseden Yosunkaya, birbirleri ile ilgili olarak olumlu düşünmeyen negatif ve ön yargılı yaklaşan toplumun birlik olmasının beklenemeyeceğini, bir topluluğun veya milletin diğerine karşı olan peşin yargılarından vazgeçmemesi birleşmeyi temelden sileceğini, bir yanlışın genellenmesinin de toplumsal bir su-i zana sebep olacağını, bu yüzden yapılan yanlışlar konusunda asla genelleyici olmamak ve yanlışı şahıslara veya daha küçük gruplara vermek toplumsal barış açısından ve ittihad-ı İslam açısından kritik bir yere sahip olacağını ifade etti.
Yosunkaya , “Gerek bireysel gerek toplumsal anlamda birlik ruhu istiyorsak birbirimize karşı doğru olmalıyız. Çünkü birbirimizin arkasından iş çevirirsek veya geneli ilgilendiren durumu birbirimizden gizlersek başlamadan bitirmiş oluruz. Toplumlar içinde aynı durum geçerlidir. Bir ülkede halk asla tek bir ırk veya gruptan oluşmaz. Bu yüzden birbirlerinden gizledikleri olan ya da gizliden başka ülkelerle işbirliği içersine giren aynı coğrafyayı paylaştığı diğer gruplara ihanet olur ve bölünmelere sebep olur.” dedi
Maddi terakkinin önündeki her engelin dolayısıyla İttihad-ı İslamın önünde de engel olduğunu söyleyen Yosunkaya, “Çünkü maddi gelişmişlik olmadan diğer yabancı devletlerden bağımsız bir birlik oluşturulamaz. O halde gelişmelerin önünü açacak veya hızlandıracak her şey ittihad-ı İslama hizmet edecektir. Buna göre İslam ülkelerinin en temel sorunlarından biri cehalet olsa gerektir. Her ne kadar şu an ilim ve irfan anlamında ülkemizde çalışmalar olsa da diğer İslam ülkelerinin çoğunda ilmi çalışmalarda eksiklik baş göstermektedir. Bütün bir İslam alemindeki üniversite sayısı bir Japonya’dakinin yarısı kadar. Hal böyle olunca eğitim alanında çok ciddi çalışmaların yapılması gerekiyor. Bu yüzden öncelikle her devletin mutlaka eğitime yatırım yapması, geleceğini hazırlaması gerekir. Bunun yanında toplumları kaynaşmasına hizmet edecek uluslararası üniversitelere de ihtiyaç vardır. Mesela, Bediüzzaman Hazretlerinin Medreset-üz Zehra ismini verdiği doğuda bir üniversite kurma projesi eğitim amacının yanında İslami kaynaşmaya da hizmet edecektir. Meydana gelmese de misyonu açısından örnek olabilecek bu proje Asya kıtasının kalkınmasını da üstleniyordu. Kafkasya, Ortadoğu ve Anadolu kavşağındaki bir merkez olan Van’da kurulacak bu üniversite yine bu bölgelerden gelecek öğrencilere din ve fen ilimlerinin karışımını sunacaktı. Hem bilgi hem İslam ahlakı almış genç nesillerin gelecekte ülkelerine İslama hizmetleri çok farklı olacaktır. İşte bu anlamda İslam ülkelerinin böylesi üniversitelere ihtiyacı vardır. Oluşturulacak böylesi oluşumlar İslam ülkelerinin birbirinden haberdar olmasını da sağlayacaktır. Çünkü öğrencilerin her taraftan gelmesi ortak bir anlayış veya bilgi birikimi oluşturacaktır. Yine ittihad-ı İslam için gelecek oluşturacak tam donanımlı bir nesilde yetiştirilmiş olur.” dedi.
İstibdadın hürriyet ve meşveretle giderilmesi gerektiğine değinen Yosunkaya, İslam toplumlarının çoğunda var olan bir kavramdır istibdat olduğunu, birçoğunun yakın zamana kadar askeri darbeyle başa gelen yöneticilerle idare edildiği halende devam eden ülkelerin varlığı liderlerinin baskıcı tutumları İslam ülkelerinin terakkisi önünde mühim bir engel olup çoğu güzelliklerin ortaya çıkmasına mani olduğunu ifade etti.
Yosunkaya, “Yaşadığı dönem itibariyle istibdadın etkilerini çok iyi gözleyen Bediüzzaman meşrutiyetten taraf olmuştur. Bediüzzaman istibdada çare olarak meşveret ve hürriyeti sunmuştur. İslamiyete mensup milletlerin ve Asya kıtasının meşvereti yerine getirmediği için geri kaldığını söylemiştir. Bediüzzaman Hazretleri istibdadın en tehlikeli olanlarından birinin ilmi istibdat olduğunu söylemiştir. İslam içersine giren yanlış akımların giderilmemesi de bu ilmi istibdat yüzündendir. İslamiyete aykırı bir fikir olduğu zaman onu dışlamak yerine o fikri savunanlara yanlışlığının ispat edilmesi sorunu temelinden halledecektir. Sonuç olarak istibdadın her türlüsü o toplumu gelişmelerden uzak tutar. İnsanın hürriyet alanını kısıtlar ve toplumun geri kalmasına sebebiyet verir. Geri kalmış bir İslam toplumu ittihad-ı İslam önünde engel olur.” dedi.
Kardeşlik, sonrasında gelişmişlik ve birliği hedef alan idealist insanların yan gelip yatması elbette düşünülemez diyen Yosunkaya, “herkes üzerine düşeni yaparsa umulan olmasa da sorun olmayacaktır. Çünkü netice Allah’tandır bize düşen bu yolda çaba sarf etmektir. Bizler böyle büyük bir ideal için çalışıyorsak kendimizi her alanda geliştireceğiz, gerekirse bir kişilik değil on kişilik çalışacağız. Ortak noktaları düşünüp farklılıklara önem vermeyeceğiz. Hiçbir şey yapamıyorsak dua edeceğiz. Son olarak da saydığım bu esasları belirleyen elimizdeki Risale-i Nur gibi kapsayıcı bir eseri bütün Müslümanlarla hatta insanlarla paylaşacağız. Şüphesiz ki bu esaslar iki milyara yaklaşan nüfusu bir araya getirmede ve ittihad-ı İslama götürecek yolda temel ölçütlerdir. Bunlara eklenecek çok şey vardır. İttihadın ilk basamağı olan toplumsal kardeşlik ve huzur ortamıdır. ittihadın gerekliliği ve getirisi ile ilgili bireysel ve toplumsal mutabakat sağlandıktan sonra ülkelerin birlikte hareket etmesi çokta zor olmayacaktır. Bu konuda yönetimlere düşen bütün olumsuz politikaların terk edilerek insan haklarının ve demokrasinin merkeze alındığı devletler haline gelmek ve ittihad-ı İslama öncülük edecek kurum ve kuruluşlara katılmak ve bu oluşumları daha aktif hale getirmektir.” dedi ve seminerine şöyle devam etti:
Bunu şöyle izah edebiliriz: Ayrılıkçı devlet politikasının yerini demokratik, her kesimi kucaklayan ve insan haklarını baz alan politikalara bırakması gerekmektedir. Otoriter idarecileri yüzünden, milliyetçi bir tavır takındıkları için ve mezheplerine bağlılıktan dolayı istibdat eden İslam ülkeleri vardır. Hal böyle olunca sayısız zulümler haksızlıklar meydana gelmektedir. Gelişmeleri kısıtlayan ve maddi manevi terakkiyi engelleyen bu tavırlar değişmelidir. Daha evvelde söylediğimiz gibi bunlar yerlerini insan haklarına bırakmadan adil bir konuma gelmeyen ülkelerle birlik oluşmaz. Bir başka hususta İslam toplumlarını bir araya getirecek organizasyonlarda yer almaktır. İki veya daha fazla ülkenin birlikte hareket etmesinin ve böylelikle daha etkin hale gelmesinin çok imkansız olmadığını ABD ve AB gibi oluşumlardan anlıyoruz. Bunlardan AB’nin oluşumu bana göre çok ilginçtir. Çelik- Kömür Birliği olarak başlayan Avrupa Ekonomik topluluğu olarak devam eden birlikteliğin ardından bugünkü konumuna gelmiştir. Bizim birlikteliğimiz ekonomik ve politik olmaktan çok kültürel bir birlik olacaktır. Ek olarak birlikte alınmış ekonomik ve politik kararlarımız da olacaktır. Her türlü birlikteliğin küçük adımlarla başlayacağı AB oluşumunda net bir şekilde görülüyor. Nitekim bizi ilerde birliğe götürecek İslami oluşumlar vardır. Üyesi olduğumuz İslam Konferansı Teşkilatı bu başlangıç için ideal bir oluşumdur. Bunun gelişmesine ve etkinleştirilmesine katkıda bulunulabilirsek birlik yolunda önemli adımlar atmış oluruz. İKT gibi oluşumlarda yer almak AB’den uzak durma anlamına gelmez, engel teşkil etmez. Sadece ilerde İKT’nin İslam birliğine dönüşebileceğini bilmek ve diğer gruplarda da adımlarını buna göre atmak gerekir.
Son olarak şunu söyleyebilirim ki; bizde olmaması gereken bir özellik ümitsiz bir yaklaşımdır. Bu özelliği terk edip Allah’ın rahmetine sığınarak ümitlerimizin gerçekleşeceğine inanmalıyız. Unutmayalım ki inanmadan hiçbir şey olmaz.
Bediüzzaman Hazretlerinin şöyle bir müjdesi vardır: “Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakaik-i İslâmiye, beşeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve rûy-i zemini temizlemeğe ve sulh-u umumîyi temin etmeğe vesile olmasını Rahman-ı Rahîm'in rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz.” Bizlerde bu müjdenin gerçekleşmesi için elimizden geleni yapmaya gayret etmeliyiz.