Bediüzzaman’a gurbet acısını unutturan mektup

Bediüzzaman’a gurbet acısını unutturan mektup

Günlük Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Bir zaman, Isparta vilâyetinin Barla nahiyesinde, nefiy namı altında işkenceli bir esaretle, yalnız ve kimsesiz, bir köyde ihtilâttan ve muhabereden men edilmiş bir vaziyette, hem hastalık, hem ihtiyarlık, hem gurbet içinde gayet perişan bir halde iken, Cenâb-ı Hak kemâl-i merhametinden, Kur'ân-ı Hakîmin nüktelerine, sırlarına dair benim için medar-ı teselli bir nur ihsan etmişti. Onunla o acı, elîm, hazîn vaziyetimi unutmaya çalışıyordum.

Vatanımı, ahbabımı, akaribimi unutabiliyordum. Fakat, vâ hasretâ, birisini unutamıyordum. O da hem biraderzadem, hem mânevî evlâdım, hem en fedakâr talebem, hem en cesur bir arkadaşım olan merhum Abdurrahman idi. Altı yedi sene evvel benden ayrılmıştı. Ne o benim yerimi biliyor ki yardıma koşsun, teselli versin; ve ne de ben onun vaziyetini biliyordum ki onunla muhabere edeyim, dertleşeyim. Benim bu ihtiyarlık vaziyeti zamanımda öyle fedakâr, sadık birisi bana lâzımdı.

Sonra, birden, birisi bana bir mektup verdi. Mektubu açtım, gördüm ki, Abdurrahman'ın mahiyetini tam gösterir bir tarzda bir mektup ki, o mektubun bir kısmı Yirmi Yedinci Mektubun fıkraları içinde, üç zâhir kerameti gösterir bir tarzda derc edilmiştir. O mektup beni çok ağlattırmış ve el'an da ağlattırıyor. Merhum Abdurrahman, o mektupla, pek ciddî ve samimî bir surette, dünyanın ezvâkından nefret ettiğini ve en büyük maksadı, bana yetişip, küçüklüğünde benim ona baktığım gibi o da ihtiyarlığımda bana hizmet etmekti. Hem, dünyada benim hakikî vazifem olan neşr-i esrar-ı Kur'âniyede, muktedir kalemiyle bana yardım etmekti. Hattâ mektubunda yazıyordu: "Yirmi otuz risaleyi bana gönder; herbirisinden yirmi otuz nüsha yazıp ve yazdıracağım" diyordu.

O mektup, bana, dünyaya karşı kuvvetli bir ümit verdi. Dehâ derecesinde zekâya mâlik ve hakikî evlâdın çok fevkinde bir sadakat ve irtibatla bana hizmet edecek böyle cesur bir talebemi buldum diye, o işkenceli esareti, o kimsesizliği, o gurbeti, o ihtiyarlığı unuttum.

O mektuptan evvel, iman-ı bi'l-âhirete dair tab ettirdiğim Onuncu Sözün bir nüshası eline geçmişti. Güya o risale ona bir tiryak idi ki, altı yedi sene zarfında aldığı bütün mânevî yaralarını tedavi etti. Gayet kuvvetli ve parlak bir imanla ecelini bekliyor gibi, bana o mektubu yazmış. Bir iki ay sonra Abdurrahman vasıtasıyla yine mes'udâne bir hayat-ı dünyeviye geçirmek tasavvurunda iken, vâ hasretâ, birden onun vefat haberini aldım. Bu haber o derece beni sarstı ki, beş senedir daha o tesir altındayım. O vakit bulunduğum işkenceli esaret ve yalnızlık ve gurbet ve ihtiyarlık ve hastalığım, on derece onların fevkinde bana bir firkat, bir rikkat, bir hüzün verdi. Benim merhume validemin vefatıyla hususî dünyamın yarısı, onun vefatıyla vefat etmiş diyordum. Abdurrahman'ın vefatıyla da, bâki kalan öteki yarı dünyam da vefat etti gördüm. Dünyadan bütün bütün alâkam kesildi. Çünkü o dünyada kalsaydı, hem dünyadaki vazife-i uhreviyemin kuvvetli bir medarı ve benden sonra tam yerime geçecek bir hayrülhalef ve hem de bu dünyada en fedakâr bir medar-ı teselli, bir arkadaşım olabilirdi; ve en zeki bir talebem, bir muhatap ve Risale-i Nur eczalarının en emin bir sahibi ve muhafızı olurdu. (Lemalar Sh. 241)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

NEFİY : Sürgün etme, olumsuz olma, yokluk; yok sayma, inkâr,
İHTİLÂT : Karışmak, karışıp görüşmek.
MUHÂBERE : Haberleşme.
AHBAB : Dost. Sevilen dostlar. Sevilenler. Ehibbâ, muhibler.
AKÁRİB : Yakınlar, akrabâlar.
VÂ HASRETÂ : Eyvah, hasret olsun.
BİRADERZÂDE : Kardeş oğlu.Yeğen.
FIKRA : Yazıda bir bahis; parağraf; kısa haber; küçük hikâye.
ZÂHİR : Görünen, açık, dış yüz.
KERÂMET : Allah\'ın ihsanıyla velîlerin gösterdikleri adet dışı, olağanüstü haller.
EL'AN : Halada şimdi de
MERHÛM : Ölmüş, rahmete kavuşmuş.
EZVÂK : Zevkler.
NEŞR-İ ESRAR-I KUR\'ÂNİYE : Kur\'ân\'ın sırlarını neşretmek, yaymak.
MUKTEDİR : Kuvvetli, iktidar sahibi.
NÜSHA : Yazılı şey, yazılı bir şeyden çıkarılan suret.
DEHÂ : Çok akıllılık, üstün zekâ.
MÂLİK : Sahip olan, mülk sahibi; Allah
ESÂRET : Esirlik,kölelik.
FEVK : Üst, üzeri.
SADÂKAT : Bağlılık, doğruluk.
ÎMÂN-I BİLÂHİRET : Âhirete inanmak.
TİRYAK : Panzehir; zehirlenmeden veya hastalıktan hemen şifâ bulmaya yarayan ilâç.
TASAVVUR : Birşeyi zihinde şekillendirme; düşünce, tasarı; tasarlama.
FİRKAT : Ayrılmak, ayrılık.
RİKKAT : Acıma; incelik; yufka yüreklilik; yumuşaklık.
MERHÛME : Vefât edip rahmete kavuşmuş kadın.
VÂLİDE : Anne.
HAYRÜ\'L-HALEF : Hayırlı vâris, hayırlı evlât.
MUHATAP : Söyleyeni dinleyen, kendisine hitap edilen.