Prof. Dr. Abdullah YILMAZ
Bediüzzaman’ı anlat(ama)mak
Ulvi bir ideal uğruna nice çilelerin, destansı fedakârlıkların sığdırıldığı bir asra yaklaşan semeredar bir ömrün hitama ermesinin üzerinden yarım asır geçmiş.
70 yıl önce bir Serdengeçti şu satırları yazıyordu :(1) “Türkiye'de, her teşekkülün, vatanını seven herkesin, önünde hürmetle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nur ve Talebeleri.” İşte o kuvvetin, 50 yıl sonra bugün, Türkiye’de ve Dünyada yoğun biçimde tartışıldığı günleri yaşıyoruz. Bu satırların yazarı söz konusu tartışmalara farklı bir zaviyeden bakmaya çalışmaktadır. Şöyle ki:
* Evvela, Bediüzzaman, “hayatının neticesi, saadetinin sebebi ve fıtratının birincil vazifesi” olarak tarif ettiği Nur hizmetinde rıza-yı İlahi’yi kâfi görmektedir. Ona göre, eğer Allah yâr ise, her şey yardır. Eğer o yar değilse, bütün dünya alkışlasa beş paraya değmez.(2) İmani hizmetlerde asıl gaye yaratıcının rızasına nailiyettir. Yine Bediüzzaman’ın veciz ifadesiyle ;(3) “Eğer o razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk'ın rızasını esas maksat yapmak gerektir.”
* Saniyen, Bediüzzaman’ı, eserlerini ve saff-ı evvel talebelerini –Şerif Mardin’in önayak olduğu- pür seküler ve katı determinist bir yaklaşımla sosyolojik analizlere tabi tutmak ve dünyayı kuşatma potansiyelindeki bir iman hizmetinin öteler buutlu vehbî veçhesini göz ardı etmek ciddi bir eksikliktir.
* Son yıllarda kimi elitlerin, bazısının tamamen iyi niyetle ama önemli bir kısmının art niyetle, Bediüzzaman’ı ve temsilcisi olduğu iman hizmetini belirli bir sisteme veya ideolojiye antitez olarak sunma gayretkeşliği dikkat çekmektedir. Üstad ve hizmeti asla bir antitez değildir, başlı başına bir tezdir. Tarihsel ve toplumsal hafıza incelendiğinde her asırda izdüşümleri görülecek bir “tecdid hareketi”dir.
* Toplumsal elitlerin ve kerametleri kendilerinden menkul bazı aydınların Bediüzzaman’a ve hizmetine karşı lakayd veya önyargılı duruşları karşısında, onlarla Üstad ve hizmeti arasında hatt-ı muvasalayı te’mine çalışmak, hele Üstadı onların nazarında tezkiyeye çalışma gayretkeşliğine girişmek, iman davasının ulviyetine ve kutsiyetine hürmetsizliktir. Üstadın o veciz ifadesiyle ;(4) “Risale-i Nur, müşterileri aramaz; müşteriler onu aramalı, yalvarmalı.”
* Bugün hala birileri Bediüzzaman’ı Şeyh Said veya Said Molla ile karıştırıyorsa, onun vatan ve insaniyetperverliğinden şüphe duyuyorsa, kulaktan dolma bazı yanlış malumatla azim bir hizmete önyargı ile bakıyorsa, bunda 50 yıldır Bediüzzaman’ı ve davasını bu topluma sağlıklı ve ilk elden bilgilerle tanıtamamış “tembel ve mirasyedi” Nur talebelerinin payı büyüktür.
* Bediüzzaman’ın son dönemde medyanın ilgi odağı haline gelmesi bendenizi ürkütmektedir. Zira sağlıklı bir zeminde tartışılmadığı takdirde, medyanın Cingöz Recai’leri Bediüzaman’ı ve hizmetini popüler kültüre kurban edebilirler. Bunun en yakın ve trajik bir örneği, Üstada dair değerlendirme yapması talep edilen meşhur bir köşe yazarının; yaşamı, eserleri, hizmeti ve takipçileri ile bir Türkiye ve dünya gerçeği olan Bediüzzaman’ın bula bula “sinemaya olan ilgisi”ni yazıya dökmesidir.
* Elitlerin Bediüzzaman’a ve hizmetine karşı müstenkif –çekinik- duruşları bir nebze anlaşılsa da, imana hizmet misyonunu yüklenmiş bazı dini grupların ve ön planda görünen mensuplarının Bediüzzaman ve eserlerine mesafeli duruşları, dahası kulaktan dolma eksik ve ne yazık ki yanlış malumatları ile takipçilerini yanlış yönlendirmeleri kabullenilebilecek/anlaşılabilecek bir durum değildir. Bu ciğersuz vaziyetin müsebbipleri “yaklaşık 6000 sayfalık bir külliyatı okumadan, mütalaa ve müzakere etmeden ahkâm kesme cür’etinde bulunan bazı ulema” ile onlara Bediüzzaman’ı ve eserlerini tanıt(a)mamış “tembel ve mirasyedi” Nur talebeleridir.
* Bediüzzaman’ı dünyaya anlatma çabasına girerken, “Acaba o büyük Üstadı kendi camiamıza sağlıklı biçimde anlatabiliyor muyuz?” sorusunu da sormak gerekir. Bediüzzaman’ı, eserleri ve önayak olduğu cihanpesend hizmeti zaviyesinden mi yoksa menkıbevari ve çoğu zaman yazılı bir kaynağa dayanmayan hatıra kırıntıları ile mi anlatıyoruz? Bediüzzaman’ı tarihsel gerçeklik ile esatir arasına sıkıştırmak kimsenin hakkı ve haddi olmamalıdır.
Netice-i kelam; 1950’lerde Bediüzzaman Eşref Edib’e ;(5) “Risale-i Nur'u anlamıyorlar. Yahut anlamak istemiyorlar” serzenişinde bulunuyordu. Bugün gelinen noktada korkarım toplum ve takipçileri olarak onu anlama ve anlatma yolunda tatmin edici bir mesafe kat ettiğimiz söylenemez. Bediüzzaman’ı ve misyonunu içinde yaşadıkları topluma ve gelecek nesillere doğru biçimde aktarma yükümlülüğü, onun takipçileri olmakla iftihar eden Nur talebelerinindir. Bu yükümlülük çok ama çok ağır bir yüktür ve bu yükü taşımakta tekâsül gösterenler, Bediüzzaman’ın ilk talebesi Hulusi Yahyagil’in belirttiği gibi ;(6) bir sabah uyandıklarında o mukaddes hizmetin, zahiren ehliyetsiz görünen, hakikatte ise çok değerli başka birilerine devredilmiş olduğunu göreceklerdir.
DİPNOTLAR:
1-Tarihçe-i Hayat, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 632.
2-Şualar, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 63; Barla Lahikası, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 78.
3-Lem’alar, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 160.
4-Emirdağ Lahikası-I, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 223.
5-Tarihçe-i Hayat, s. 629.
6-Barla Lahikası, s. 35.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.