Himmet UÇ
Bediüzzaman’ın biyografi anlayışı
Bediüzzaman yaşarken kendi hayatını anlatan bir eseri, biyografiyi hazırlamış bir nevi edite etmiş, konularını, içinde ne olması lazım gelen şeyleri seçmiştir. Tarihçe-i Hayat isimli eseri bu otobiyografidir. Otobiyografi kültürel veya dini, ilmi kişilerin hayatlarını kendileri denetleyerek ortaya bir eser çıkarmalarıdır. Biyografi ise bir başkası tarafından ele alınan biyografidir. Günümüzde hayatı, sanatı, eserleri türünden klasik biyografi itibarını kaybetmiştir. Her türlü öğretimde eserden hareketle yazara giden bir gösterge bilimsel yol seçilmiştir. Bu kanaat bugün oluşmuşsa Bediüzzaman yüz yıla yakın bir süre önce bugün modern telakki edilen biyografi türünü kendi otobiyografisini kaleme aldırarak ortaya koymuştur.
Bediüzzaman Allah’a şükreder. Nedeni de kendini kendine beğendirmemesinden dolayıdır. Türk edebiyatında kültürel biyografiler neredeyse yok gibi, çünkü bu tür biyografiler karizmatik kişiler tarafından ancak kaleme alınabilmektedir. Bugün Peygamberimizle (asm) ilgili biyografilerin çoğu hatta tamamı doğum, ölüm, savaşlar ve benzeri klasik tasnife göre yapılmıştır. Bediüzzaman Peygamberimizi (asm) böyle bir klasik tasnifle anlatmaz. Onun 19. Söz ve 19. Mektup isimli eserleri Allah Resulünün (asm) kültürel dini tarihi portresidir, biyografisidir.
O her konuda klasik kanevanın dışında yeni ve orijinal yollar uygulamıştır. 19. Söz Peygamberimizin (asm) peygamberlik görevini örneklerle, kitaplarla anlatılacak bir şekilde anlatmıştır. Aynı şekilde 19. Mektup peygamberimizin (asm) biyografisidir. Mucizeler penceresinden gittikçe büyüyen ve dallanan, budaklanan bir eser ortaya çıkarmıştır. Mesela, herhangi bir kitapta peygamber ve arkadaşları diye bir kitap bölümü yazılabilir. Bediüzzaman 19. Mektupta bunu isim vermeden yapar, onun en önemli arkadaşlarını anlatılmıştır. Hepsi kametine göre metinlerde geçer. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile ilgili ifadeler farklı yerlerde vardır. Ama olaylar içinde geçerler ve onların hepsi pazıl gibi bir araya getirilirse çok farklı bir yan portre ortaya çıkar.
19. Mektup için söylediği o kadar harikadır ki yaptığı işin farkındadır. ”O risalenin mezeyasını söylemek lazım gelse o risale kadar bir eser yazmak lazım geldiğinden…“ İfadeye bak. 19. Mektubun özelliklerini yazmak gerekse onun kadar bir eser yazmak lazımdır diyor. Bu altın cümle ile yaptığı işin derinliğini, karizmatik yanını nazara verir. Bir adama peygamberimizin (asm) hayatını verin ayrıca bu da peygamberimizin (asm) hayatı diye verin hangisinden daha çok etkilenecektir? 19. Mektup gibi Tarihçe-i Hayat da bu şekilde kaleme alınmıştır.
Bediüzzaman kerametlerini metine dahil etmemiştir. Barla hayatı sekiz yıla yakın bir süre geçmiş, üç büyük kitabı orada kaleme alınmıştır. O dönemki hayatı çektiği sıkınlardan ziyade yazdığı eserlerdir. Eskişehir hayatında hayatının ayrıntısını değil oradaki hayatının nurların savunması ile geçen ve de kendisine yöneltilen eleştirilere kişiliğini, mücadele tarzını anlattığı bir eseridir. 16. Mektup Bediüzzaman’a yöneltilen suallere verdiği cevaplardan oluşur. Anlattıklarını kendi için değil eserleri için kaleme aldığını söyler. “Şu cevabı vermek benim için hoş değil, arzu etmiyorum. Herşeyimi Cenabı Hakkın tevekkülüne bağlamıştım. Fakat ben kendi halimde ve alemimde rahat bırakılmadığım ve yüzümü dünyaya çevirdikleri için Yeni Said değil bilmecburiye Eski Said lisanıyla şahsım için değil, belki dostlarımı ve Sözler‘imi ehli dünyanın evham ve eziyetinden kurtarmak için hakikatı hali hem dostlarıma hem ehli dünyaya ve ehli hükme beyan etmek için Beş Nokta’yı beyan ediyorum.“ (243)
Bu ifadeler eserlerini savunmak içindir. Burada eseri için bir kelime kullanır “Sözler’imi.” Ne kadar eserlerine ruhu canı ile bağlı olduğunu gösterir. On Altıncı Mektup eleştirel portredir. Kendi şahsı etrafında oluşan yanlış yorumları temizler. Ömrü rahat döşeğinde geçmiş insanların boğaza nazır yerde kahve içerek hayatının kırıntılarını anlattığı bir metin değildir. Şu cümleye bak siyasi tarihimiz açısından ve siyaset yapanlar tarafından hala anlaşılmamış bir cümledir: “Siyaset vasıtası ile dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu ve gördü ki o yol meşkuk ve müşkilatlı ve bana nisbeten fuzuliyane hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet olmak ihtimali var.” (243)
Eski Said dönemindeki siyasi faaliyetini “beyhude yoruldu” cümlesi ile anlatır. Siyasette binlerce beyhude yorulmuş insanlar vardır. Bunlardan dünya ve Türk siyasi tarihinin bir çok adamı vardır. Ne kadar büyük dehalar siyasetin şaşaalı görüntüsünden dolayı heba olup gitmişlerdir. Mithat Efendi de Bediüzzaman gibi siyaseti, idareye ilişmeyi bir kenara bırakır kendisi ve gazetesi bu ülkeye elli yıl hizmet eder. Şinasi de öyledir, siyasetten kaçar kültürel edebi mücadeleye kendini verir. Namık Kemal yine siyaset yüzünden heba edilmiş ama kendi isteğiyle olduğu için vebali ateşin zekası ve dindirilmez mizacından dolayı kendine aittir. Bugün hala bu ülkede siyaset ve idare ile kavgayı kendilerine gaye edinmiş insanlar var. Bunlar üstelik din içinde görünüyor, burada yılların emeği heba olmuştur. Kavramlar ve insanlar büyük huzursuzluklar yaşamış ve yaşayacaktır. Hatanın neresinden dönersek ötesi kardır değil mi?
Kastamonu hayatına iki büyük eserini yerleştirmiştir. Biri Ayet’ül Kübra diğeri ise Münacaat’tır. Yani demek ister ki benim hayatım bu iki eserdir, ben onlarım. Oradaki hayatının kırıntılarını anlatır anlatmasına da ama asıl anlatılan Bediüzzaman’ın iki kahramanı. Biri Ayet’ül Kübra’daki seyyah diğeri de kevni ayetleri bilimsel olarak fonksiyonel izah edip onları duaya çevirdiği Münacaat isimli eseridir. Bu iki eser klasik kanonun dışındadır.
Ayet’ül Kübra için “o emsalsiz eser” cümlesini kullanır. Münacaat da anlatım şekli ve tekniği ile eşya ve nesneye bakışı ile emsalsizdir. Emsalsiz adam sıradan şeyler değil emsalsiz şeyler yapar ve yaşar. Dehaların efali de dehaca ve karizmatiktir. Ama eserlerindeki Bediüzzaman’ı anlatmak özel eğitim gerektirir. İnsanları bir araya toplayıp “şu eseri nasıl tanıtırsın” diye uygulamalar yaptırmalı yoksa…
Sevdiğiniz insanın her şeyi size hoş gelir, ama sevdirmek istediğiniz insanın eserini değil, şöyle yapmış böyle yapmış şeklinde anlatırsanız faydası yok. Bediüzzaman’ı anlatayım derken hurda malumatı anlatmak onu sevdirmez. O Rusya’da kumandana karşı ayağa kalkmadığını bile eserine almamış. Bir şahit olan şahıs anlatınca o da onu teyid etmiştir. Kastamonu hayatının ağırlığı Ayet’ül Kübra ile Münacaat’tan oluşur. Denizli Hayatı’nda Meyvenin Altıncı ve Yedinci Meselelerini görmekteyiz.
Bediüzzaman eserine konulan birçok resmi de yine çıkartmış mektupları, müdafaaları ve eserlerini biyografisine almış. Şahsının etrafında halelenen bir eser ortaya çıkarmamıştır. Bu da “beni anlatırken hayatımın tarihsel kronolojik akışından ziyade eserlerimdeki iman kurtarıcı beni nazara veriniz” demek istemiyor mu?
Tarihsel biyografi değil, kültürel ve dini biyografidir onun biyografi anlayışı. Hala biz onu anlatan kültürel biyografi türünden eserlere kavuşamadık. Marks’ın hayatını bir Bulgar yazar iki ciltte roman gibi anlatmış, ne gayret hayret edersiniz. Goethe’nin hayatını bir Alman üç ciltte anlatmış. Tolstoy’un hayatını bin sahifeyi aşkın bir kitap halinde yine Rus asıllı bir Fransız yazar yazmış, ömrünün büyük bir kısmını o kitaba vermiş.
Üstadı yere göğe koyamayıp ortaya bir ciddi eser çıkaramamak romantik sevgi anlayışımızdan kaynaklanıyor. Halbuki gerçek sevgi ayakları yere değmeyen bir ütopik sevgi değil…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.