Şahin DOĞAN
Mustafa İslamoğlu, İntihaller ve Şaz Yorumlar (2)
“İlimden önce ilim ahlakı gelir”
Muhammed Esed’in eserinde her surenin adı, nüzul dönemi ve muhtevası hakkında bilgiler verilmiştir. Bu bilgilerin önemli bir kısmını M. İslamoğlu’nun mealinde de aynıyla bulmak ve hatta bazı zaman harfiyen aynı cümlelere rastlamak mümkündür. Mesela M.Esed, Bakara suresiyle alakalı bilgi verdiği bölümde “bu surenin başlığı 67-73 ayetlerinde anlatılan kıssadan alınmıştır” tarzında bir ifadeyle başlamıştır. (bkz: Kuran Mesajı, sh: 3) İslamoğlu ise aynı sureyle alakalı ilk cümlesine: “sure adını 67-73. ayetler arasındaki temsili kıssadan alır” şeklinde aşağı yukarı aynı ifadeyle başlamıştır.(bkz: Hayat Kitabı Kur’an, sh:5)
Mesela M.Esed, aynı sureyle alakalı bilgi verdiği son bölümde: “Bu sure boyunca şu beş Kur’ani akidenin işlendiğini görürüz” diyerek bunları maddeler halinde sıralar. (bkz: Kur’an Mesajı, sh: 3) İslamoğlu ise aynı sureyle alakalı bilgi verdiği son bölümde: “surede ağırlıklı tema beş kelimede özetlenebilir” diyerek aynen bunları maddeler halinde sıralar.
Ayrıca M.İslamoğlu’nun kimi ayetlerdeki deyimlerle ilgili filolojik/semantik açıklamalarının büyük bir kısmana M.Esed’in eserinde de rastlamak mümkündür. O kadar ki M.Esed’in birçok kelime ve kavramla ilgili filolojik analizlerinde kullandığı tabirler ve ifadeler ile bazı temel kaynaklardan yaptığı alıntılar neredeyse harfi harfine İslamoğlu’nun mealinde de mevcuttur. Hasılı M.İslamoğlu’nun eserinden M. Eset’ten yaptığı alıntıları çıkarırsanız geriye, büyük olasılıkla, orijinal manada, hiçbir şey kalmaz.
Bu davranışı sadece meal tefsirinde değil diğer bütün kitaplarında ve şifahi beyanlarında görmek mümkün. Defalarca Muhammed İkbal’den, (Mesela “Nietzsche daima la dedi bir türlü illallah diyemedi”) Ali Şeriati’den, (mesela “Müslüman girdiği topluma uyan değil o toplumu kendine uydurandır”) Cemil Meriç’ten, (mesela “her tarif bir tahriftir”, “hiç kimse babasız değildir”, “kendi semasında tek yıldız”) Roger Garaudy’den, (mesela “ataların ocağından külü değil közü almak gerek”) Cabiri’den, batılı bazı filozoflardan alıntılar yapar ama nedende bunların bir alıntı olduğunu gösteren herhangi bir noktalama işaretine rastlanmaz. Bu adamların dünyasını bilmeyen geniş kitle ise bütün bu alımlı/çalımlı sözlerin sahibi bizzat Mustafa İslamoğlu olduğunu zanneder. Bununda açık bir intihal (çalıntı) olduğu izahtan vareste.
Tespitlerimize göre Muhammed Esed’in meal-tefsirinden Mustafa İslamoğlu’nun en fazla alıntıda bulunduğu görüş ve yorumlar mucizevi olaylardan bahseden ayetlerin tefsiriyle ilgilidir. Burada önemle belirtmeliyiz ki Muhammed Esed’in Kurandaki kıssalar ve peygamberlere atfedilen mucizevi olaylarla ilgili yorum anlayışı Hint-İslam modernistlerinden Muhammed Ali Lahuri ve bunların en ünlü kişiliği olarak tanınan Seyyid Ahmet Han çizgisindedir. Rasyonalist, natüralist ve yer yer pozitivist eğilimin egemen olduğu bu yorum anlayışında kıssalar umumiyetle temsili/mecazi/metaforik olarak kabul edilmekte, tarihsel gerçekliği şüphe götürmeyen kimi kıssalarda bahsi geçen mucizevi olaylar ise tabiat yasalarının değişmezliği düşüncesinden hareketle ya bir metafor kabul edilmekte ya da çoğu zaman rasyonel bir çerçevede tevil cihetine gidilmektedir. Mesela İslamoğlu Bakara 259. Ayetinin tefsirinde şunları söyler: “…Bu ayet nedir, neden söz ediyor derseniz, doğrusu bu ayetin olmuş bir olaydan söz ettiğine dair elimizde ciddi ve sahih hiçbir belge ve delil yok. Tefsirlerin bu konuda anlattıkları uzun hadiseler ve hikayeler ise tamamen İsrailiyyatın mitolojik kaynağı olan Talmut’tan alınmış. Orada da sahih bir desteği yok. Onun içinde ben hiçbir hikayeye girmeden burada temsili bir şeyin anlatıldığı görüşündeyim. Yani bize; Kendinizi böyle bir insanın yerine koyun. Allah o günün insanına o günün unsurlarıyla bir ders veriyor. Gerçekten de kabirdeki bir insanın, 500 sene önce ölmüş bir insanı şimdi kaldırsanız, bu cevapları almaz mısınız.”(tıkla:https://kurantefsir.wordpress.com/2011/04/04/islamoglu-tef-ders-bakara-249-260-18/) Halbuki müfessirlerin tamamı bunun gerçekte olmuş mucizevi bir olay olduğu kanaatinde.
Şunu hemen belirtelim ki Hint-İslam modernistleri ve Muhammed Esed bu metodu benimserken kendi içinde tutarlı bir mantık örgüsünü kurabilmeyi başarabilmiştir çoğunlukla. Yani bütün olağanüstü kıssaları bu yolla tevil etmeye çalışmışlar. Bazılarını tevil edip bazılarını da olduğu gibi bırakmamışlar. İslamoğlu ise bazı kıssaları aynen Esed gibi ama Esed’in adını vermeden rasyonalize etmiş, bazılarını da olduğu gibi bırakmış. Hatta Hz. İsa’nın mucizelerini anlatan bir ayete ve Hz. İbrahim’in ateşe atılmasını anlatan (Enbiya,69) ayete düşmüş olduğu dipnotlarda: “Bu tür mucizeleri aklileştirmek için tevil etmek yersizdir… Ateşin yakması ilahi bir yasadır, vücudun ateşte yanmaması buna aykırıdır… Ateşten yakıcılık özelliği alınmış, sonuçta ateş Hz. İbrahim’i yakmamıştır. Çünkü Allah ateşin yakma özelliğe müdahale etmiştir. Yani bir alt yasasını bir üst yasayla aşmıştır. Zira Allah koyduğu yasaların mahkumu değil hakimidir…”(Hayat Kitabı Kur’an, sh:629) diyerek başta Seyyid Ahmet Han olmak üzere bütün Hint-İslam modernistlerini kıyasıya eleştirir. Bu tutum ise apaçık bir tutarsızlıktır. Keza hadislere karşı sergilediği tutum yine aynı. Bir konuşmasında gelen bir soru üzerine Mehdi, Deccal, nüzul-u İsa (a.s) ile alakalı hadisleri değerlendirirken İbn-i Haldun’a katıldığını ve bunların Kur’an tarafından onaylanmadığını yani mevzu olduğunu söyler. (tıkla gör: http://www.youtube.com/watch?v=19aNO5tPth0) Diğer taraftan yine bir konuşmasında gelen bir soru üzerine İstanbul’un fethiyle ilgili hadisin “kapu gibi sahih” olduğunu söyler. (tıkla gör:http://www.youtube.com/watch?v=qW9IrZkeD18) (Düşünüyorum da eğer İstanbul Türkler tarafından değil de Araplar tarafından fethedilseydi ya da müslümanlar tarafından hiç fethedilmeseydi yine de “kapu gibi sahihtir” der miydi? Sanmıyorum) Halbuki Mehdi, Deccal, nüzul-u İsa ile ilgili rivayetler senet bakımından ikincisinden çok daha kuvvetlidir. Hatta El-Keşmiri, El-Kettani, El-Elbani gibi bazı çağdaş muhaddislerle, Zahid El Kevseri, Elmalılı, Mustafa Sabri Efendi, Said Nursi ve Mevdudi gibi bazı çağdaş alimler bunları “manevi mütevatir” olarak kabul etmişlerdir. Mealinin başında “usulsuzluk vüsulsuzluk” diye söze giren İslamoğlu acaba bu ikircikli ve tutarsız usul ile nereye vasıl olmak istiyor ve dahi okuyucularının nereye vasıl olmalarını istiyor merak ediyorum doğrusu.
İslamoğlu, Esed meali için kaleme almış olduğu “Muhammed Esed ve Meali” başlıklı bir yazı dizisinin ikincisinde şöyle der: “Bir meal bize, ya da falanca çizginin veya feşmekanca otoritenin görüşlerine uyup uymadığıyla ele alınmamalıdır. Eğer bir meal eleştirilecekse, genel geçer ilkelere ilaveten, şu temel hususlar göz önünde bulundurulmalıdır: 1. Meal-tefsiri hazırlayanın bir usulü var mı? 2. Varsa, koyduğu ya da benimsediği bu usule riayet etmiş mi? 3. Hazırlanan meal-tefsir kendi içerisinde tutarlı mı?”(Bkz: Y.Şafak,2005) Eğer sayılan bu üç husus doğru ise-ki bizce serapa doğrudur- üzülerek belirtmek zorundayız ki İslamoğlu bizzat kendisi meal-tefsirini kaleme alırken bu hususlara riayet etmemiş ve özellikle de üçüncü hususa. Gelelim iddialarımız somut kanıtına:
Kamer: 1
SON SAAT yaklaşacak ve ay yarılacak (M.Esed)
SON SAAT yaklaşacak ve ay yarılacak (M.İslamoğlu)
Her şey aynı, M.İslamoğlu’nun bu ayete düştüğü dipnot muhteva bakımından M.Esed ile hemen hemen aynı paralelde. Ama Esed’in adı yine yok. Sadece adı değil, metnin alıntı olduğunu gösterecek veya ima edecek herhangi bir noktalama işareti de yok. (mesela tırnak içine alma, italik gibi farklı bir yazı ile yazma). Bu hayati husus aşağıda vereceğimiz bütün örnekler için de harfiyen geçerli. (bkz: Hayat Kitabı Kur’an, sh:1061)
Bu ifade diğer bütün meallerde “Saat yaklaştı ve ay yarıldı” şeklinde çevrilmiştir. (tıkla gör: http://www.kuranmeali.com) Müfessirlerin kahir ekseriyetine göre bu ayet Hz. Peygamber’in “Şakk-ı Kamer” (ayın yarılması) mucizesine açıkça delalet etmektedir. Çünkü konuyla alakalı birçok sahih hadis vardır. Klasik modernistler ile neomodernistler ise bunun bir kıyamet sahnesi olduğu kanaatinde. Tabii ki M.Esed ve tilmizi M. İslamoğlu da aynı görüşte. Zaten onlara göre Hz. Peygamberin (a.s.v) Kur’an dışında hiçbir hissi ve kevni mucizesi yok. Kaynaklarda Hz. Peygambere atfedilen bütün mucizeler bir kelimeyle geleneğin hurafeleri. (tıkla gör: http://www.youtube.com/watch?v=bdmpffY7NvE)
Fil: 3
Üzerlerine kalabalık sürüler halinde uçan varlıklar saldı. (M.Esed)
Onların üzerine katar katar bilinmeyen nitelikte uçan taşıyıcı varlıklar saldı. (M. İslamoğlu)
“Sürü halinde uçan varlıklar” diğer bütün meallerde “sürü halinde uçan kuşlar ya da sürü sürü kuşlar” (ebabil kuşları) şeklinde çevrilmiştir. (tıkla gör: http://www.kuranmeali.com) Sadece Esed, “sürü halinde uçan varlıklar” şeklinde çevirmiştir. Burada İslamoğlu’nun Esed mealinden tıpatıp kopyalayıp yapıştırdığı ortadadır. Yine bu ayete İslamoğlu’nun düşmüş olduğu tefsir notu M. Esed ile birebir örtüşmekte. Ama ilginçtir yine Esed’in adı yok. Bilindiği gibi Muhammed Abduh, vakti zamanında olayı mucizevilikten çıkarmak için ebabil kuşlarına “sıtma hastalığı” demişti.
En’am:128
Allah, onların tümünü bir araya topladığı o gün “ey görünmez (şeytanî) varlıklar ile yakınlık içinde olanlar! (M.Esed)
O, onların tümünü bir araya topladığı o gün “ey görünmez (şerli) varlıklarla aynı safta duranlar! (İslamoğlu sh:250)
Şimdi bu çeviri de islamoğlu’nun yaptığı tek şey “Allah” yerine “O” demek, “şeytani” yerine “şerli” demek. Gerisi tıpatıp aynı. “Ey görünmez şeytani/şerli varlıklar” ifadesi bütün meallerde “ey cin topluluğu, ey cin cemaati, ey cin taifesi” şeklinde çevrilmiştir. (tıkla gör: http://www.kuranmeali.com) İlk defa M. Esed, benzerlerinde olduğu gibi bu ayeti “ey görünmez (şeytanî) varlıklar” şeklinde tuhaf bir mana verdi. İslamoğlu da aynen onun izini takip etti ama yine vefasızlık edip üstadının ismini ve dahi eserini dipnotta zikretmedi. Müslüman tahayyülü, en avamından en havassına kadar, yüzyıllardır “cin” tabirinin neye tekabül ettiğini biliyor zaten. Yani bu tabir umuma mal olmuş, alem olmuş, alamet olmuş, şiar olmuş yaygın bir tabir. Onun için bunu “görünmez varlık” diye tercüme etmek hem yanlış, hem yersiz, hem de lüzumsuz. Hasılı Bediüzzaman’ı futursuzca eleştirmekten geri durmayan İslamoğlu’nun hali pür melali böyle.
Devam edecek…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.