Himmet UÇ
Bediüzzaman’ın eserlerinde Mevlana ve Mesnevi
Bediüzzaman, asrın başında telif edeceği eserlerde nasıl bir yol izlemesi lazım geldiği konusunda büyük zihni sirkülasyonlar yaşamıştır. Çünkü bulunduğu asır geçmiş yüzyıllardan çok farklı olduğu gibi dini hizmette geçmiş yüzyıllardan farklı olmalıdır. Eserlerinde takib edeceği yol felsefe, fen ve asrın ihtiyacına cevap veremeyen bir kurgudaki skolastik dinin sorunlarına cevap verecek bir keyfiyette olmalıdır. Bu zihni eksersizlerini çeşitli yerlerde anlatır, özellikle Mesnevi isimli eserinin önsözünde seçtiği anlatım ve ifade yolunun duraklarını, sorunlarını anlatır. Akıl, kalp, felsefe ve tarikat, hakikat gibi beş değişik tema ve durumun içinde nasıl bir yol seçmesi lazım geldiği zor bir seçmedir.Yanlış veya yetersiz bir yol seçse daha sonra bütün yaptıkları heba olacaktır, sonuç alamayacaktır.
Felsefeden gelen yaraların tedavisi lazım geldiği gibi, tarikatların asrın hakikat anlayışına karşı tutumu da bir sorundur, ilimlerden gelen şüpheler de büyük bir çıkmazdır. Ama kaderin sevki o felsefe, fen ve dinin bütün alanlarını okumuştur, ama şimdi bu farklı alanlardan bir armonikal birlik yapmak gerekmektedir, önündeki iki büyük örnek İmamı Rabbani ve Mevlana hazretleridir. Onları okumuş onlardan farklı olanı yapmıştır, bunu anlatır. “Kırk elli sene evvel Eski Said ziyade ulum-ı akliye ve felsefiyede hareket ettiği için hakikat ül hakaike karşı ehli tarikat ve ehli-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehli tarikat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünkü aklı fikri hikmet-i felsefiye ile birderece yaralı idi, tedavi lazımdı. Sonra hem kalben hem aklen hakikate giden bazı büyük ehl-i hakikatın arkasına gitmek istedi. Baktı onların her birinin ayrı cazibedar bir hassası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı, İmam-ı Rabbani de ona gaybi bir tarzda “Tevhidi Kıble et” demiş yani yalnız bir üstadın arkasından git, o çok yaralı Eski Said’in kalbine geldi ki, Üstad-ı hakiki Kur’an’dır, Tevhid-i kıble bu Üstad’la olur” diye yalnız o Üstad-ı Kudsi’nin irşadıyla hem kalbi hem ruhu gayet garip bir tarzda süluka başladılar.
Nefs-i emmaresi de şükuk ve şübehatıyla onu manevi ve ilmi mücahadeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil belki İmam-ı Gazali ve Mevlana Celalettin ve İmamı Rabbani gibi kalp ruh akıl gözleri açık olarak ehl-i istiğrakın akıl gözünü kapadığı yerlerde o makamlarda gözü açık olarak gezmiş, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki Kur’an’ın dersiyle irşadıyla hakikate bir yol bulmuş girmiş hatta” vefikülli şeyin lehü ayatun tedüllü ela ennehü vahidün “ hakikatine mazhar olduğunu Yeni Said’in Risale-i Nur’uyla göstermiş. “(Mesnevi Önsöz)
Bediüzzaman Mevlana ve İmamı Rabbaniden ve ehli tasavvuftan farklı bir yol açmış ve bu yolda İstanbul’dan Şama gittiği sürede yollarda Mesnevi isimli eserini vermiş ve iddiasının en önemli örneğini ortaya koymuştur.
Bediüzzaman’ın ilk talebeleri Risalei Nur ve Bediüzzaman hakkında bir metinde kanaatlerini ortaya koyarlar. Risale-i Nur eserlerini geçmiş yüzyıllardaki bazı eserlerle mahiyet ve muhteva olarak transkrite ederler. Yani her ikisinin değerlerini birden anlatır, Bediüzzaman’ın bir din adamı olarak portresini ortaya koyarlar. “Bir memurin-i Rabbaniye , fiiliyatlarıyla ve amelleriyle de memuriyetlerinin musaddıkı olurlar. Salabet-i imaniyelerinin ve ihlaslarının ayinedarlığını bizzat ifa ederler. Mertebe-i imanlarını fiilen izhar ederler. Ve ahlak-ı Muhammediye ‘nin asm tam amili ve mişvar-ı ahmediyenin asm ve hilye-i Nebeviyenin asm hakiki labisi olduklarını gösterirler. Hülasa amel ve ahlak bakımından ve Sünnet-i nebeviyeye asm ittiba ve temessük cihetinden Ümmet-i Muhammedide asm tam bir hüsn-i misal olurlar ve numune-i iktida teşkil ederler, kendi tika-ı nefislerinin ve kariha-i ulviyelerinin mahsülü değildir, kendi zeka ve irfanlarının neticesi değildir. Bunlar doğrudan doğruya menba-ı vahiy olan Zat-ı Pak-i Risaletin asm manevi ilham ve telkinatıdır.“ (Şualar) Bunlar Bediüzzaman ve eserleri hakkında yapılmış olan değerlendirmelerdir.
Daha sonra Onun eserleri ile parelellik gösteren eserler üzerinde kanaatlerini ortaya koyarlar. ”Celcelutiye ve Mesnevi-i Şerif ve Fütuh ul Gayb ve emsali asar hep bu nevidendir. Talebeleri Bediüzzaman‘ın eserlerini Hz. Mevlana, Hz Ali ve İmam-ı Rabbani’nin eserleri ile bir eşdeğerlik ifade ederler. “emsali asar hep bu nevidendir” demek parelellik anlamına gelir. Bu eserlerde yazarların tutumunu eser ile olan ilgilerini de şöyle ifade ederler. “Bu asar-ı kudsiyeye e zevat-ı alişan ancak tercüman hükmündedirler. Bu zevat-ı mukaddesenin o asar-ı bergüzidenin tanziminde ve tarz-ı beyanında bir hisseleri vardır, yani bu zevat-ı kudsiye o mananın mazharı miratı ve makesi hükmündedirler. “ Burada bir hisseleri vardır derken büsbütün değil bir hisseleri vardır diyerek tarafı ilahinin bu eserlerdeki hissesi ortaya konmuş olur.Bediüzzaman’ın eserleri de bu kanaatlere masadak olacak durumdadır.
Bu metni Ahmet Feyzi , Ahmet Nazif, Salahaddin, Zübeyir, Ceylan , Sungur ve Tabancalı kaleme alırlar.Bediüzzaman bu yorumlara şu yorumu ile iştirak eder.”Benim hissemi haddimden yüz dece ziyade vermeleriyle beraber bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmayı cesaret edemedim. Sukut ederek o mehdi Risale-i Nur şakirtlerinin şahs-ı manevisi namına kabul ettim. Said Nursi” (Şualar) Bediüzzaman yapılan yorumlara katılmıştır, eserlerinin farkını ve benzerliğini ve orjinalliğini teyiddir .
Bediüzzaman anlatımlarında Mesnevi-i Nuriye isimli eserinin Mevlana’nın Mesnevisi vadisinde veya o örnek yolunda kaleme aldığını kemali nezaketle ifade eder. Mesnevi isimli eserini anlatırken kullandığı dil ve kelimeler bunu ifşa eder. “Aslı Farisi sonra Türkçe olan Mesnevi-i Şerif gibi o da Arapça bir nevi Mesnevi hükmünde Katre, Hubab, Habbe , Zühre , Zerre, Şemme, Şule , Lemalar, Reşhalar, lasiyyemalar ve sair dersleri dahili nefs ve şeytanla mücadeleye bedel hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalalete giden ehl-i felsefeye karşı Risale-i Nur geniş ve külli Mesneviler hükmüne geçti .”(Mesnevi)
Burada Mevlana’nın mesnevisinin hitab etmediği asrın muktezası olarak değişik kanaat guruplarına karşı ifade edişi ile farklılığını anlatır.”Geniş ve külli mesneviler hükmüne geçti” demesi ile Mesnevi şeriften farklı yanlarını ifade eder. Mütehayyirler ve ehli felsefe Bediüzzaman’ın mesnevinin muhatablarıdır, Hazreti Mevlana’nın zamanında böyle bir durum olmadığından , külli kelimesini Bediüzzaman kendi eseri için kullanmıştır. Daha kapsamlı ve daha geniş muhitlere hitap ettiğini söyler. Külli manası bunu karşılar.
Bediüzzaman kendisinin de akıl ve kalb ittifaki ile Mevlana hazretlerinin yolunda gittiğini ifade eder. Kendine bir yeni yol arayışı sırasında bu sonuçlara varmıştır. “Mevlana Celalettin , İmamı Rabbani, İmam-ı Gazali gibi akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için her şeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp lillahilhamd Esbki Said, Yeni Said’e inkılab etmiş.“ (Mesnevi) Bediüzzaman ısrarla iki üstadının yolunda ama farklı olduğunu söyler. Kendini onlardan farklı göstermek gibi fahirane tavra girmez. Üstadlarının da bu işte dahli vardır zannedersem, onları ifşa etmesede kimsenin ona söyleyecek bir sözü yok.
Bediüzzaman’ın talebelerinden Mehmet Kayalar da savunmasında Mesnevi-i Şerif ile Risale-i Nur ve diğer bazı asar arasındaki benzerliğe vurgu yapar. Risale-i Nur’a ilişilmemesini ifade eder. “Evvelce şifahen dahi arzettiğim gibi Selef-i Salihin’in bıraktığı kudsi tefsirler iki kısımdır. Bir kısmı, ahkama dair tefsirlerdir. Bilhassa Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretlerinin Mesnevi-i Şerifi bu tarz bir manevi tefsirdir. İşte Risale-i Nur bu tarz tefsirlerin en yükseği, en mümtazı ve en müstesnasıdır.” (İ.İcaz) Bediüzzaman bu ifadelerinde de eserinin manevi tefsirlerin en yükseği, en mümtazı ve en müstesnası demesi yine farklılığının ifadesidir.
Hz. Mevlana Mesnevi Şerifinde misaller verir, kurmaca örnekleri ile hakikatleri anlatır. Bediüzzaman bunlara misal ve müsül-i faraziye der. Yani aslı olmayan ama kurgulanan demektir.Kendi de aynı yolu seçmiş ve misal ve örneklerle hakikatleri , hikayecilerle meseleleri anlatmıştır. Muhakemat ‘ın bir kısmı onun edebiyat teorisi olduğundan orada bu örneklemeyi anlatır. “Misal ve müsül-i faraziyeye dikkat et. Göreceksin; İştihardan neşet eden kıymet ve kuvvetle müdavele-i efkar ve akıllar arasında sefarete müstaid oluyorlar.” Yani bu örnekler ve misaller akıllar ile fikirler arasında gidiş gelişlere sefaretlere neden oluyorlar. Bediüzzaman bu yolda birçok misal vermiştir. Akıl ile fikir arasındaki müdavele bu şekilde sağlanır. Kendi yolundan sonra Mevlana ve Sadi’nin yolunun da aynı olduğunu ifade eder, onlar da müsul-i faraziye yani kurmaca örnekleri ortaya koymuşlardır der. “Hatta Mesnevi Sahibi ve Sadi-i Şirazi gibi en doğru müellif ve muhakkik hakim o müsul-ı faraziyeyi istihdam ve istimal etmelerinden müşahhat görmemişlerdir. Eğer bu sır sana göründü ve ışıklandı , mumunu ondan yandır, kıssat ve hikayatın köşelerine git. Zira cüzde cari olan külde dahi caridir.” (Muhakemat)
Hazreti Mevlana’nın Mesnevi Şerif’inin ilk beyitleri çok iştihar bulmuş edebiyat ve sanat aleminde kullanılmışlar ve çok beyitlere ifadelere kaynaklık etmişlerdir. Hz Mevlana ney’in ağlayışlarını insanın cennetten kovulmanın elemini dile getirdiğini ve vatanı aslisini tahattur etitiğinden elem çektiğini anlatır. Bediüazzaman bu neyleri “ semavi ve ulvi bir musikiden geliyor ve safi ve müessir” olarak görür. Çatıyı daha da yükseltir. O neylerin sesini Mevlana’ının neyi gibi firaktan şikayet olarak görmez. “ Fikir o neylerden başka Mevlana-i Celalettin Rumi olarak bütün aşıkların işittikleri teşakkiyat-ı firakı işitmiyor. Belki Zat-ı Hayy-ı Kayyuma karşı takdim edilen teşekkürat-ı Rahmaniyeyi ve tahmidat-ı Rabbaniyeyi işitiyor.” (Sözler) Mevlana da söylem olarak hüzün hakimken Bediüzzaman da her zaman hüzün hakim değidir.
Bediüzzaman’ın üstad ismini herkes için kullanmaz.Onun üstadlarından biri Hazreti Mevlana’dır, bir ruhsal tefekküründe ondan bir beyit nakleder.Onun gibi söylediğini ifade eder.
“Tevekkül ile bela yüzünde gül, ta o da gülsün. O güldükçe küçülür eder tebeddül. Hem üstadlarımdan Mevlana Celalettin ‘in nefsine dediği gibi dedim.
Cenabı Hak ben sizin Rabbiniz değil miyim dediğinde evet sen bizim Rabbimizsin dedim. Teşekkür ve mihnet bu “Evet sözün neresindedir” Zira o söz hüznün ve sıkıntıların kaynağıdır. Bilir misin hüzün ve sıkıntı sırrı nedir? O fakr ve fenafillah kapısını çalmaktır.” (Mektubat) Burada da yine hüzne Cenabı Mevlana’dan farklı bir boyut ile bakar.
Yine Bediüzzaman sıkıntılı bir ruh halinde onun beyti ile hayatı ve dünyayı arkada bırakmayı düşünür. “İşte kardeşlerim bu karanlıklı gurbetler çendan nur-ı iman ile nurlandılar, fakat yine bende bir derece hükümlerini icra ettiler ve şöyle bir düşünceyi verdiler. “Madem ben garibim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim. Acaba bu misafirhanedeki vazifem bitmiş midir? Ta ki sizleri ve Sözleri tevkil etsem ve bütün bütün alakamı kessem “fikri hatırıma geldi. Onun için sizden sormuştum ki “Acaba yazılan kafi midir, noksanı var mı? Yani vazifem bitmiş midir? Ta ki rahat-ı kalple kendimi nurlu zevkli hakiki bir gurbete atıp dünyayı unutup Mevlana Celalettin’in dediği gibi “Sema‘nın ne olduğunu bilir misin ? O mevcudata sırt çevirip fena bulmak , fena-yı mutlak içinde bekayı zevk etmektir. “ deyip ulvi bir gurbeti arayabilir miyim “ diye sizi o suallerle tasdi etmiştim.” (Mektubat) Bediüzzaman semaa farklı bir boyut getirir.
Mevlana hazretlerinin medfen-i mübarekine ayakkabılarını çıkararak giren Bediüzzaman onun eserlerini ayrıntılı olanak okumuştur, verdiği örnekler bunu gösterir. Hem ondan ifade ve metod olarak etkilenmiştir. Cüzden külle doğru giderek cüzi güzellikleri küllileştiren Bediüzzaman bir çiçeğin güzelliğinden cemali ilahiye gider ve yeni Hz Mevlana’dan bir örnek verir.
“Evet bir meyve bi çiçek bir ışık gibi küçücük bir ihsan , bir nimet ,bir rızk , bir küçük ayna iken tevhidin sırrıyla birden bütün emsaline omuz omuza verip ittisal ettiğinden o nevi büyük aynaya dönüp , o neve mahsus cilvelenen bir çeşit cemal-i ilahiyi gösterir, fani ve muvakkat olan güzellikle baki bir nevi hüsn-i sermediyi irae eder. Mevlana Celalettin’in dediği gibi “Evliyaya tuzak olan hayaller ilahi bahçelerin ay yüzlü güzellerinin akisleridir.” Sırrıyla bir ayine-i cemal-i ilahi olur . Yoksa eğer tevhid sırrı olmazsa o cüzi meyve tek başına kalır. Ne o kudsi cemal ne de ulvi kemali gösterir. Ve içindeki cüzi bir lema dahi söner, kaybolur, adeta baş aşağı olup elmastan şişeye döner”(şualar) Hazreti Mevlananın güzelliği ilahi bahçeye taşıması ile Bediüzzaman’ın bir çiçekdeki güzelliği külliye taşıması devirlerin ve bakış açılarının farkından ileri gelir.
Bediüzzaman’ın ilk talebelerinden Binbaşı Asım Bey Bediüzzaman’ın Telvihat-ı Tisa isimli eseri ile ilgili izlenimlerini kaleme aldığında eser hakkında Hazreti Mevlana’nın neyi ve Hz.Ali ile ilgili bir ifade kullanır. “Temsilde hata olmasın Hazreti Mevlana’nın üfürdüğü neyden tuğyan ve fezeyan eden Hazreti Ali’nin RA kuyuya söylediği esrar-ı hakikatten başka nedir? Farkı nerededir ki o ney o kuyuya hasıl olan kamıştandır.” (Barla)
Üstadın muhibbanından Fetva Emini Ali Rıza Efendi Bediüzzaman’ın sakal bırakmaması konusunda Hazreti Mevlana’nın babası Sultan ül Ülema‘ın bir kıssası ile cevap vermiş ve Bediüzzaman’ın bu konuda bir içtihadı olduğunu ve kimsenin ilişmemesi lazım geldiğini belirtir. (Tarihçe)
Bediüzzaman’ın eserlerinin üslubu, anlatım teorisi, eserlerin akıl ve kalb müvacehesinde oluşumu, Mesnevi isimli eserlerin arasındaki geçişler ve yansımalar bu yazının eserlerdeki izahlar doğrultusunda ifadesidir. Bediüzzaman üstadlarının devamı olduğunu ama farkı da olduğunu nezih bir üslupla anlatır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.