Himmet UÇ
Bediüzzaman’ın İstanbul mekanları; Sarıyer, Halvethane
İstanbul’a gittiğimizde Vahdet Abi ile Sarıyer’e gittik. 1918 ile 22 arasında İstanbul işgal altındayken Bediüzzaman Sarıyer’deki halvethanede kalmış. O zaman Darül Hikmetül İslamiyede azadır. Sadık Albayrak İstanbul müftülüğünde arşivde çalışırken buranın Bediüzzaman’ın Sarıyer’deki adresi olduğunu tesbit ediyor ve gazeteye telefon açarak bununla ilgilenmelerini söylüyor. Necmettin Şahiner, 1975 senesinde buraya gelerek ev sahibi ile görüşüyor. Sarıyer Ali Kethüda Camii’nin müezzini Ali Balaban Amca ile tanışıyor, ondaki Üstad’a ait bilgileri alıyor.
1944’de Mustafa Filyos isimli evin sahibi ölüyor ondan oğluna Hakkı Kilyos‘a intikal ediyor. O da eşi ile beraber kalıyor, evi kimseye satmıyor. “Ben öldükten sonra çocuklarım ne yaparsa yaparlar, beni ilgilendirmez” diyor. Eşi, Nazmiye Hanım “ne zaman başım ağırsa o odaya geçtiğimde başımın ağrısı geçiyor“ der. Eve Bediüzzaman’ın manevi değerini bilerek yıllarca sahip çıkıyor. Öldükten sonra evi ağabeyler satın alıyor ve restore ediyor ve ev bugünkü durumunu kazanıyor. Ev iki katlı, üst katın sağ tarafındaki odada Üstad kalıyor, o zaman onun penceresinden Boğaz ve Yuşa tepesi görülüyor. 1950’den sonra bu görüntü kayboluyor.
Bediüzzaman’ın her gittiği yerde dağlar ve deniz manzarasını araması burada da bir iptila halinde devam ediyor, onun hayatı ve ilhamı ile bu yüce mekanlar arasında ruhsal bir irtibat olduğu görülüyor. Nebevi silsilenin temsilcileri dağlarla aşina, peygamberler bunun üst sınırı.
1952’de Gençlik Rehberi mahkemesine geldiğinde Selahattin Çelebi abiye “Bugün bir yere gitme, Sarıyer’de kaldığım Halvethaneye gideceğiz“ diyor ve buraya geliyorlar. Evi bulamayınca muhtara soruyorlar, muhtar Fıstıklı Bağlar numara sekizde kaldığını söylüyor. Gelip evi ziyaret ediyorlar, burada bir hasta çocuk varmış Üstad dua ediyor. Burayı tavsif ederken ”işte burası birinci Said’in ikinci Said’e dönüştüğü yer” der. Burada afaki ahvalden enfüsi ahvale dönüş yapar.
O eve gelişi ondan önceki ruh hallerini, orada kazandıklarını eserlerinde farklı yerlerde anlatır. “Bundan otuz sene evvel Eski Said’in gafil kafasına müthiş tokatlar indi. Elmevtü hakkun kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi bir yol aradı, bir halaskar taharri etti. Gördü ki yollar muhtelif tereddütte kaldı. Gavs-ı Azam olan Şeyh i Geylani Radiyallahu Anh’ın Fütuhul Gayb namındaki kitabıyla tefeül etti. Tefeülde şu çıktı “Entefidarülhikmeti fethub tabiben yüdavi kalbek.” -sen Darülhikmettesin önce kalbini tedavi edecek bir tabip ara– Aciptir ki o vakit ben Darül hikmet ül İslamiye azası idim. Güya ehl-i islamın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvel kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir. İşte Hazret-i Şeyh bana der ki “Sen kendin hastasın kendine bir tabib ara.” Ben dedim “Sen tabibim ol” tuttum, kendimi ona muhatab addederek o kitabı bana hitab ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatab ederek okudum, bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum.” (Mektubat 347)
Bediüzzaman’ın Sarıyer’deki halvethaneye geldiğinde içinde bulunduğu psikolojik durum bir arayış ve değişim noktası olarak görülebilir. Oraya gelinceye kadar imparatorluğun içinde bulunduğu duruma bir kurtuluş reçetesi sunmak için koşuşturmuş, din ekseninde bir vatansever tavrı göstermiştir. Ankara hükümetinin onu Ankara’ya çağırdığı dönemde o İstanbul siyasetinin içindeydi ama ruhen değişmişti, bu değişim de Halvethanesinin tesiri büyüktür. Onu yeni bir dünyaya çağıran ve eski dünyasının tesirlerinden kurtaran Futuh ül Gayb ile Mektubat’tır. Onun çok fazla olmayan Üstadları arasında Gavs-ı Geylani ona yolunu gösterir. “Sen hastasın önce kendini tedavi et.” Afaki daireden enfüsi daireye doğru bilerek bilmeyerek giden Bediüzzaman ilahi planın gereği olarak bir mekan ve iki önemli kitabı Yeni Said’e geçişte bir rehber bir pusula olarak almıştır. Mekanı halvethane olarak seçmesi ve bu iki kitabı orada okuması ilahi bir ameliyat muamelesidir.
Halvethaneler değişim yüklüdür, Peygamberimizin (asm) mağarası, Mevlevi çilehaneleri, itikaf odaları, bir de Bediüzzaman’ın hapisleri hep bu nitelikli yerlerdir. Psikanalistler özellikle insanı değişimi için kendi ile yalnız kalmasını salık verir. Allah Bediüzzaman’a “artık farklı bir iklime doğru gidiyorsun o iklime göre kuşanmalısın” der gibi onu iki büyük üstadın iki büyük kitabı ile tabiri caiz ise yıkar, aynasını parlatır.
Önce dayanamadığı kitabı tekrar dolaptan indirir, okur “Fakat sonra ameliyat-ı şifakaraneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münacatını dinledim çok istifaza ettim.”
Bediüzzaman Volga nehrinin kıyısındaki camide ömrünü mağaralarda geçirmeye yani halvethanelerde geçirmeye karar vermiştir. Rusya’dan memulün fevkinde kaçıp geldikten sonraki ruh hali afaki alana dağılır kaderi ilahi onu iki büyük üstadının dersine hazırlar. Mağara da Sarıyer’deki halvethanedir. O kabir için hazırlık düşünürken gelecekteki büyük değişimcinin hazırlanması için geminin rotası ilahi olarak hazırlanmıştır, bir deniz kıyısında bir halvethane ve iki büyük rota ayarlayıcısı Rabbani ve Gavs-ı Geylani.
Gözünü Fütuhul Gayb’ın açtığını söyler. Fakat o “Volga nehri kenarında camideki mezkur gecenin vaziyeti bana bu kararı verdirmişti ki bakiye-i ömrümü mağaralarda geçireceğim. Bu insanların hayat-ı içtimaisine karışmak artık yeter. Madem sonunda yalnız kabre gireceğim, yalnızlığa alışmak için şimdiden yalnızlığı ihtiyar edeceğim, demiştim. Fakat maatteüssüf İstanbul’daki ciddi ve çok ahbab ve İstanbul’un şaşaalı hayat-ı dünyeviyesi hususan haddimden çok fazla bana teveccüh eden şan ve şeref gibi neticesiz şeyler o kararımı muvakkaten bana unutturdular. Güya o gurbet gecesi hayatımın gözünde nurlu siyahlıktı ve İstanbul’un beyaz şaşaalı gündüzü o hayatın gözümün nursuz beyazıydı ki ileriyi göremedi yine yattı. Ta iki sene sonra Gavs-ı Geylani Fütuh ul Gayb kitabıyla tekrar gözümü açtırdı” der. (Lemalar) Bu kitapla ilk karşılaştığında “bu bizi biraz farklı meşgul edecek” der.
Aynı ruh halini ikazlar zincirini değişik şekillerde ifade eder, bunlar gösteriyor ki olaylar ve içinde bulunduğu ahval onu bir halvethaneyi çok yönlü olarak itmektedir. Bediüzzaman böyle bir yalnızlık mekanını ve kitaplarla olan yalnızlık halini taleb etmektedir. Esaretten geldikten sonra Eyüp Sultan Kabristanında yeni bir manevi seyir halinde mezarlığa bakarak bir intibahı ruhi ile düşündükten sonra, Kosturma’yı anar, oradan İstanbul’a geçer ve Sarıyer’deki halvethanede temekkün eder. Bu mülahazaları onun halveti arzu eden ruhunun sesleridir.
Ev, Sarıyer’in Fıstıklı Bağlar semtinde mütevazi bir ahşap hanedir. 1918 ile 22 yılları arasında muhtelif zamanlarda gelip burada kalır Bediüzzaman. Bu eve İnebolu eşrafından ve Nur talebesi Ahmet Nazif Çelebi’nin oğlu Selahattin Çelebi ile birlikte Sirkeci’deki Akşehir palas otelinden bir taksi tutarak ziyarete giderler. Ev, Bediüzzaman’ın hayatında ibadet, murakebe ve tefeyyüz mekanıdır. Evin sahibi Artvinli Mustafa Filyos’tur. Bediüzzaman Sariyer‘de yine hayranlarından Nevşehirli Hakkı Baba ve kızı Cemile Balaban’ın evine gelerek yer sofrasında yemek yemiş. Bediüzzaman Sarıyer’e gidip gelirken bu zat ve kızı onu çok görmüşler, evde kalırken Sarıyer ‘de Üstad’ın gelmesini fırsat bilen çevredeki insanlar eve gelerek ellerini öpmüş duasını almışlar.
Eve gelişinden sonraki değişmeleri anlatır. “İşte bu ihtar-ı Kur’an’iyeyi aldıktan sonra o kabristan İstanbul’dan ziyade bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet bana sohbet ve muaşeretten daha ziyade hoş geldi. (Tıpkı Peygamberimizin Hira’da yalnızlık bana sevdirildi demesi gibi-HU) Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer‘de bir halvethane kendime buldum. Gavs-ı Azam (RA) Fütuh ul Gaybiyle bana bir üstad ve tabib ve mürşid olduğu gibi, İmam-ı Rabbani de (RA) Mektubat’iyle bir enis, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin ezvakından çekildiğimden ve hayat-ı içtimaiyeden sıyrıldığımdan çok memnun oldum ve Allah’a şükrettim.”
O mekanda İmamı Rabbani’nin Mektubatını da okur. ”İmamı Rabbani’nin Mektubat kitabını gördüm, elime aldım, halis bir tefeül ederek açtım. Acaiptendir ki bütün Mektubat’ında yalnız iki yerde Bediüzzaman lafzı var. O iki mektup bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan o mektupların başında “Mirza Bediüzzaman’a Mektup” diye yazılı olarak gördüm. Fesubhanallah bu kitap bana hitap ediyor, İmam o mektuplarında tavsiye ettiği gibi çok mektuplarında musırrane şunu tavsiye ediyor “Tevhidi kıble et” yani “Birini üstad tut, arkasından git, başkasıyla meşgul olma.” Orada Kur’an’ı kendine mürşit telakki eder ve “ona yapıştım” der.
Halvethane Bediüzzaman’ın Kostruma’da ve İstanbul’a geldikten sonraki ruh halinin ona hazırladığı zorunlu kıldığı bir mekan. Bediüzzaman geçmiş dönemin ruh halinden kurtulmaya amade bir durumdadır, aramaktadır, bu şekilde Sarıyer’deki Halvethane’yi bulur. Orada gerçekten yeni bir bakış açısı ve yorum düzeni ve yaşama tarzında hayata katılır. O artık arada sırada Eski Said’in dünyasına gider muvakkaten, ama eşya, olay, nesnelere bakış açısı değişmiştir. O artık yeni bir insandır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.