Nurettin HUYUT
Bediüzzaman’ın “istiğna” mesleği
Her şeyden istiğna mesleği… Her şeyden mustağni kalmak, kendi iradesiyle maldan mülkten, çoluk çocuktan, şan ve şöhretten, makam ve mevkiden, herkesin zevkle ve aşkla talep ettiği her şeyden uzak durmak…
İstiğna mesleği bu mudur?
Mücerret yaşamak, evlenmemek, geçinecek kadar gelir elde ettikten sonra fazlasını istememek, “şiddet-i fakr ve istiğna ile hediye almamak” (E. L. Sh. 432) mıdır?
Böyle yaşamak mıdır?
Bediüzzaman hazretleri talebelerine “… Benim maddî ve mânevî herşeyden ferağat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır” (Emirdağ L. Konuşan Yalnız Hakikattir) diye sıkı sıkı tavsiye ettiği meslek nasıl bir meslektir?
Yani, insanın aklı ile ve iradesiyle tüm duygularına savaş açması anlamına gelen bir mesleği “bilerek ve severek” tercih etmek midir? Fedai olmak, her şeyini feda etmek midir?
Nur Talebesi olabilmek için böyle yaşamak mı gerekiyor?
Bir gerçek var ki o da şudur;
Bediüzzaman Hazretleri kendini bildiği ve tanıdığı andan itibaren, yani bir diğer ifade ile aklı erdiği günden beri bu mesleği “bilerek ve severek” tercih etmiş ve hayatı boyunca da bu meslekten hiç ayrılmamıştır. Ve talebelerine de şiddetle bu mesleği tavsiye etmiştir. Bu gerçeği kimse inkar edemez.
Ben zaman zaman arkadaş sohbetlerinde (kendim yaşayamadığımı itiraf etmeliyim) bu mesleğe atıfta bulunarak, “Risale-i Nura hakiki anlamda hizmet etmek isteyenin bu mesleğe yakın bir hayatı tercih etmesi gerekir. Aksi takdirde hem hizmet edemez hem etse de tesirli olmaz” dediğimde birçok arkadaşın itirazı ile karşılaşıyorum.
“Yani her şeyi ehl-i dünyaya mı bırakalım? Müslümanlar zengin olmayacak mı? Devleti hep onlar mı yönetecek?” gibi bir cihette haklı görünen itirazlarla karşılaşıyorum.
İstiğna mesleği bunları istememekse bunlarsız bu meslek nasıl devam ettirilir?
Üstadımızın “izzet-i islamiyedir ki, ila-i kelimetullahı ilan ediyor. Ve bu zamanda ila-i kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıf; ve medeniyet-i hakikiyeye girmekle ila-i kelimetullah edilebilir” (Tarihçe-i Hayat sh. 83) ifadeleri ile adeta ters düşen bu mesleği nasıl icra etmek lazım?
Maddeten terakki sadece zengin olmak değildir. Topyekûn kalkınmanın adıdır. Her alanda önde olmanın bir ifadesidir. Yani “maddeten terakki” içinde; zengin olmak var. Nüfuz sahibi olmak var. Şöhret sahibi olmak var. İhtisas sahibi olmak var. Lüks ve debdebe var… Var... Var… Var… Her şey var demektir.
Peki mesleği kim veya kimler yaşatacak? Madem Üstad hazretleri tavsiye etmiş o zaman birilerinin bu mesleği yaşaması ve yaşatması gerekmez mi?
Yani, “İstiğna mesleğini” anlatırken: “İstiğna mesleğine sadece Nur Talebesi olmak isteyenler girmelidir. Diğerlerinin böyle bir mesleği takip etmesine gerek yok” mu diyeceğiz? Yoksa “o mesleğin yaşatılmasına artık gerek yok “o ifadeler” o zaman için söylenmiştir ve yaşanmıştır, şimdi şartlar değişti artık “müstağni” kalmaya gerek yok” mu diyeceğiz?
Bu işin içinden bu günkü şartlarda çıkmak hayli zor görünüyor. Bazı yaşı ilerlemiş Nur Talebelerine mikrofonu tuttuğum zaman “istiğna mesleği” ile karşılaşıyorum. “Kardeşim bizim ismimizin öne çıkmasını istemiyoruz” tepkisi ile karşılaşıyorum ve röportaj alamıyorum. Bir nevi “şöhret” olduğundan çekince koyduklarını görüyorum. İsimlerinin duyulmasından ve hizmete perde olmasından çekiniyorlar. Yani, herkesin severek yapmak istediği bir şeyi onlar yapmak istemiyorlar. “Mustağni” kalıyorlar.
İsterseniz bu konuda bir tahlil yapalım. Bütün bunları bir tarafa bırakalım ve gerçeğe dönelim. Bu mesleğin geçmişte hizmet etmediğini söyleyebilir miyiz? “Bediüzzaman hazretlerinin ve onu takip eden talebelerinin mücerret yaşaması, evlenmemesi, çoluk çocuğa karışmaması adeta “bir lokma, bir hırka” manasında yaşamaları Risale-i Nur davasına gerçek anlamda hizmet etmiş ve etmeye de devam ediyor” diyebilir miyiz?
“Elbette deriz” diyorsanız. O zaman demektir ki, bu meselede ince bir sır var. Maddeten terakki etmek, zengin olmak ve şan şöhret sahibi olmak “istiğna mesleğini” yaşamaya engel değildir. Aksine o şartlarda bu mesleği yaşamak daha zor ve daha etkili olacaktır.
Yeri ve zamanı geldiğinde “bilerek ve severek” her şeyi feda edebilmek esas alınmalıdır. Zenginse servetini, şöhret sahibi ise şöhretini, makam ve mevki sahibi ise makam ve mevkisini “gerektiğinde” hiç endişe ve telaş etmeden feda edebilmek “istiğna mesleğinin” esası olsa gerek.
Mal ve servet cepte veya elde durmalı gerektiğinde dava için harcanmalı, şan ve şöhret de öyle… Şayet kalpte durursa hem sarf etmek zor olur hem de sarf ederken kalbi parçalar öyle gider.
Bana göre; aslolan “istiğna mesleğini” ta başından yaşamaktır. Şan ve şöhret, mal ve zenginlik sahibi olmaya, makam ve mevkii talep etmeye yeltenmemektir. Ama farz edelim ki, bunlara sahip olduk… Bu defa da Saff-ı Evvel Nur Talebeleri gibi yeri geldiğinde çekinmeden harcanmalıdır ki, “istiğna mesleği” yaşanmış ve yaşatılmış olsun.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.