Ayet’ül Kübra’da Seyyah’ın gözünde Peygamberlik ve Peygamberimiz

Bediüzzaman nübüvvet ve peygamberlik meselesine, bunlara bağlı olarak Peygamberimiz’e (asm) konu olarak birçok yerde temas eder. Ama her eserin teknik yapısı ve tematik inceliğine göre konuşur, her eserde bahsi değişik şekillerde işler ve anlatır. Haşir Risalesinde Yaver-i Ekrem benzetmesiyle ve onun arkasından mutlak nübüvvetin gereğini, mutlak nübüvvetini gerekli kılan hilkatin estetik yapısını mantıki düzenini ortaya koyar ve gerekliliğin bütün şubelerini en iyi Peygamberimizin (asm) yaptığını, temsil ettiğini söyler.

Bediüzzaman Ayet’ül Kübra’da peygamberimizden ayrı enbiyalar meclisini de Seyyah’ın müşahade alanına sokar. Bu bahsin evvelidir, buna riayet eder. Nübüvvet bahsi genel ama peygamberimizin nübüvveti ise onun akışında genel nitelikli bir özeldir.  Seyyahın sekizinci durağında enbiyalar onu içeriye davet ederler. “Mütefekkir yolcu  marifet-i ilahiyenin hadsiz mertebelerinde  ve nihayetsiz ezvakında  ve envarında  daha ileri gitmek için, insanlar alemine ve beşer dünyasına girmek isterken  başta enbiyalar olarak onu içeriye davet ettiler, o da girdi.” Bediüzzaman o kadar görsel ifadeler kullanır ki hayran olmamak kabil değil. Maziye doğru gider onların insanları Allah’a imana davet edip ders verdiklerini gördü. Şu cümleye bakınız; “O da o nurani medresede diz çöküp derse oturdu.”

Bediüzzaman anlatır;
Onlar beşeri hayvaniyetten melekiyet  mertebesine yükseltirler,
İmanı billaha davet ile ders verirler,
Onlar insanların en meşhurlarıdırlar, en yükseğidirler, en namdarıdırlar,
Ellerinde onları tasdik babında Allah tarafından verilmiş mucizeler vardır,
Herbirinin ihbarı ile insan nevinden bir büyük taife ve ümmet onları tasdik etmiştir
O yüzbin zat icma ve ittifakla bir, hakikatı tasdik etmişlerdir, böyle yüzbinler zatların tasdik  ettikleri bir hakikatı inkar edenlerin ne kadar büyük hata ettiklerini, hadsiz azaba müstahak olduklarını anladı.
Onlara imanın imanın kudsiyetinin büyük bir mertebesi olduğunu bildi.
Allah onları mucizeleri ile fiilen  tasdik eder.
Düşmanlarına gelen tokatlar hakkın desteğini aldıkları bellidir.
Şahsi kemalatları, hakikatlı talimatları, imanlarının kuvvetleri, ciddiyetleri, fedakarlıkları, ellerinde bulunan kitap ve suhufların kudsiyeti,
Onların arkasından giderek hakka ve hakikata varan insanlar ve bütün bunlar  enbiyaya imanın büyük bir delilidir. Seyyah oturduğu medresede aldığı dersten memnundur. “Onların derslerinden çok feyzi imani alır.”

Ayet’ül Kübra’da seyyahın adı zaman zaman değişir, bazen kainat seyyahı, bazen dünyası seyyahı, batan mütefekkir seyyah ve benzeri isimler alır. Bediüzzaman onu görüş açısına göre farklı şekillerde anlatır. Seyyah tek yönlü tek perspektifli bir insan değildir, çünkü o Bediüzzaman’ın kendisidir, hem onun karakteridir, hem de bir anlatı metninde farklı bir  kişilikle görünür, karakter anlatıcı olduğu yerlerde vardır.

Bediüzzaman skolastik anlamının anlatım kalıplarını dar telakki ettiği için Peygamberimizi anlatırken böyle kurmaca yollarla istediğini daha etkili şekilde söyler, o edebiyatın gücüne inanır, din yorumunda sınırlı ve dar kalan selefe sözle değil uygulama ile cevap verir. Çünkü selefin anlatımında parça gösterilir çok zaman bütüne yansımaz, Bediüzzaman ise tamamen sentezci parçadan çok konunun görünüşünü külli olarak izah eder.

Peygamberimizle (asm ilgili bölüm bir monolog ile iç dialog ile başlar, kahraman kendi kendine konuşur. “O dünya seyyahı kendi aklına dedi ki, madem bu kainatın mevcudatıyla malikimi kalımını arıyorum, elbette her şeyden evvel  bu mevcudatın adasının tasdikiyle  dahi  en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve namdar hakimi ve sözce  en yükseği ve  akılca  en parlağı  ve ondört asrı fazileti ve Kur’an’ı ile  ışıklandıran  Muhammed-i Arabi Aleyhisselatü Vesselam‘ı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için  Asr-ı Saadete beraber gitmeliyiz  diyerek aklıyla beraber o asra girdi  gördü ki…”

Haşir’de uzakta bir ada var, bak halkta buraya geliyor, bak bir Yaver-i Ekrem nutuk okuyor diyerek peygamberimizin mutlu asrına giderken burada aklı ile birlikte gider. Kim düşünmüş böyle bir kurgulamayı? Bediüzzaman tam bir sanatçı. Eserleri de bir sanat mektebi. Seyyah kendi kendine konuştu aklı bir kişilik gibi yanına aldı ve ona “Muhammed-i Arabi Aleyhisselatü Vesselam’ı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için Asr-ı Saadete beraber gitmeliyiz” dedi. Nasıl bir seyahat tasarlanmış aklı bir kişilik haline getiriyor, ona gitmek gerektiğini anlatıyor onu ikna ediyor ve beraber gidiyorlar. Cümleye bakınız; “aklı ile beraber o asra girdi.” Şimdi tam şimdiki zamana geldi ve “girdi ve gördü ki” diyor. Kütüb-i salife gibi konuşmuyor, sanatçı bir edip ve müfessir olarak konuşuyor. Seyyahın anlatımı paylaştığı arkadaşları yerine göre değişiklik gösterir.

Bediüzzaman kendi aklıyla konuşan seyyahı konuşturur. “Hem sonra kendi aklına dedi…” Yani akıl bir anlatım eşhası olmuş, seyyahın aklının penceresinden olaylar görülür. Roman ve anlatım sanatında harika uygulamalar bunlar.  Bu bölüm seyyahın monologlarından iç konuşmalarından oluşur. Romanda iç konuşmaları Avrupa’da bir romanca başlatmıştır, monolog interior, Bediüzzaman neler yapıyor hayret değil mi? Halbuki bizim  mesnevilerimiz onlardan önce başlatmışlar, halk hikayelerimiz de öyle. Bediüzzaman konunun estetiğine göre nasıl yeni anlatım paktları kullanır.
İtikadının inşasında peygamberimizle (asm) konuşmanın zaruretine kendini inandırır. “O asır hakikaten O Zat ile bir saadet-i beşeriye asrı olmuş. Çünkü enbedevi ve en ümmi bir kavmi getirdiği nur vasıtasıyla kısa bir zamanda dünyaya Üstad ve hakim eylemiş. Hem kendi aklına dedi, biz en evvel bu fevkalade  Zatın (asm)  bir derece kıymetini ve sözlerinin  hakkaniyetini ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz. Sonra Halıkımızı ondan sormalıyız diye taharriye başladı.”

Seyyah taharrici yani araştırıcı birisidir. Dokuz külli delil bulmuştur Seyyah taharri neticesi.
Birincisinde Peygamberimizin mucizelerinin en çarpıcılarını anlatır, hepsine işaret eder.
“Bir parmağının işaretiyle  kamer iki parça olması,
Bir avucu ile adasının ordusuna attığı az bir toprak ile umum o ordunun gözlerine girmesiyle kaçmaları,
Susuz kalmış  kendi ordusuna beş parmağından Kevser gğibi akan suyu kifayet derecesinde içirmesi gibi.

Sıra üç büyük örnekten umuma gidiş, “nakli sahihi kati ile –doğru ve kesin yollardan gelen haberlerle- ve bir kısmı  tevatür ile –yalanda ittifakı muhal olan kişiler tarafından- ile yüzer mucizatın onun elinde zahir olmasıdır.” Bunlar 19. Mektup’ta genişçe anlatılmıştır. Bu kadar güzel ahlakı ve kemalatı, yüzlerce mucizesi olan bir zat yalan ve hileye, yanlışa tenezzül etmez.

İkincisinde onun elindeki ferman olan Kur’an’dan bahsedilir. O fermanı her asırda üç yüz milyondan ziyade insanlar kabul ve tasdik etmişler, kırk vecihle beşer kelamı olmadığı kabul edilmiş olan böyle  bir fermanı elinde bulunduran zatta “fermana cinayet ve ferman sahibine hıyanet hükmünde  olan yalan olamaz ve bulunamaz.”
Üçüncü’de çok kuvvetli bir özetleyici olarak Peygamberimizin asm birçok özelliğini bir sahifede icmal eder. O’nun şeriatı, islamiyeti, ubudiyeti, dua ve davet ve imanından bahseder. Bunların ne benzeri vardır, ne de olacaktır. Şeriatı öndört asrı ve insanlığın beşte birini  adaletli, akkaniyetli ve müdakkikane, inceden inceye, hadsiz kanunlarıyla idare etmiştir bu yönü ile o şeriatın da emsali benzeri yoktur.

Ümmi olmasına rağmen hareket, söz ve davranışlarından oluşan İslamiyet insanların rehberi, mercii, sığınağı, dayanağı, akıllarını eğiten, yol gösteren, kalplerini aydınlatan, nurlandıran, saflaştıran, nefislerini terbiye eden temizleyen ve ruhlarının inkişaf gelişme nedeni ve terakkisinin kaynağı olmuştur bu haliyle benzeri olmamış ve olamaz.

İbadet konusunda da çok farklıdır. “Hem dininde bulunan bütün ibadatın bütün envaında en ileri olması ve herkesten ziyade takvada bulunması ve Allah’tan korkması ve fevkalade daimi mücahedat  ve dağdağalar içinde  tam tamına ubudiyetin en ince esrarına kadar müraat etmesi  ve hiç kimseyi taklid etmeyerek  ve manasıyla  ve müptediyane –ilk defa ve en mükemmel yapan- fakat en mükemmel  olarak hip iptida ve intihayı birleştirerek yapması elbette misli görülmez ve görülmemiş.” Bir paragrafta bir peygamberin kulluk portresini çizmiş.

Bediüzzaman ciltlerce siyer kitabının hülasası olan bir icmali iki sahifede yapmış. Her cümlenin yüzlerce olayla desteklenmesi halinde bu iki sahifelik kısım bir kitap olabilir. Aslında Nur talebelerine yapılan bühtanlardan biri Nebiyyi Zişan konusunda tehavün suçlamasıdır. Halbuki Bediüzzaman her büyük risalede Peygamberimizi (asm) öyle icmal gücü ile anlatır ki Haşir ve Ayet’ül Kübra ve daha başka bahislerdeki icmali nübüvvet anlatımlar birkaç kitaba sığmaz. Nübüvvet konusundaki fikirlerinin analizlerinin tafsili diye birkaç çalışma yapılabilir. Nur talebeleri bunları düşünmeliler.

Bahsin bu bölümünde şahıs akıldır, Bediüzzaman bir anlatıcı olarak aklı ile konuşarak bu bölümü yazmıştır. Ona bir kişilik vermiş onunla meseleleri mütalaa eder.

Dua konusunda Peygamberimizin (asm) Cevşen-i Kebir‘deki tavsifi hiç kimsenin başaramayacağı bir boyuttadır. “Duada dahi onun misli olmadığını” belirtir. Risalet görevinde ve halkı hakka davette sabrı ve metaneti öyle bir boyuttadır ki “Büyük devletler ve büyük dinler, hatta kavim ve kabilesi ve amcası ona  şiddetli adavet ettikleri halde zerre miktar eseri tereddüd, bir telaş ve bir korkaklık göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkarması ve İslamiyeti dünyanın başına geçirmesi isbat eder ki tebliğ ve davette dahi misli olmamış ve olamaz.”

İmanının kuvveti, kendinden önceki peygamberlerin onun iddialarındaki ittifakı ve onun da onları teyid etmesi, terbiyesi ve düsturları ile insanların hakka, hakikata kavuşmuş olmaları, öne sürdüğü bütün ilimlerde ileri giden ümmetinin büyük şahısları, onun arkadaşları olan ali ve ashabı onun bütün hallerini tam bir merak, gayet dikkat ve nihayet ciddiyetle araştırdıkları halde onun dünyada en sadık bir insan olduğunda ittifak etmişlerdir.

Peygamberlerin kainatı anlamlandırmadaki görevlerini de derinlikli olarak yapmıştır. Bu paragraf sanatlı ve estetik bir bahistir. “Bu kainat nasıl ki kendini icad, idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray gibi  bir sergi gibi bir temaşagah gibi  tasarruf eden saniine ve katibine  ve nakkaşına  delalet eder. Öyle de  Kainatın hilkatindeki makasıd-ı ilahiyeyi bilecek  ve bildirecek  ve tahavvülatındaki rabbani hikmetlerini  talim edecek  ve o kitab-ı kebirin  manalarını  ifade edecek  bir yüksek dellal, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sadık muallim istediği  ve iktiza ettiği  ve herhalde bulunmasına delalet ettiği cihetiyle  elbette  bu vazifeleri herkesten ziyade yapan  bu Zatın hakkaniyetine  ve bu kainat Halıkının  en yüksek ve sadık  bir memuru olduğuna  şehadet ettiğini bildi.”

Bu bahis tamamen peygamberlik konusunda aklı tatmin eden bir bahistir, mutlak nübüvvet ve risalet perspektifinden bakar burada Bediüzzaman. Filozoflar ve sapık ekoller bu bahislerdeki isbatlar karşısında bir şey diyemezler. Çünkü Onun özellikleri kişisel yanı ise ama nübüvvet görevinin Allah ve varlığa gerekliliği konusu bütün insanlığı ve bütün dinleri ilgilendiren bir bahistir. Dokuzuncu bahis de  teşhir, tanıttırma, sevdirme, teşekkür ve hamdetttirme, terbiye ve iaşe, perestiş ettirme, gibi Rububiyetin gayelerini en harika şekilde peygamberimiz yerine getirmiştir. Bu bahis gözlemlerden elde  edilen gözlemlere karşı yapılacak davranışlardan kaynaklanır.  Peygamberimiz “hilkat-ı kainatın tılsımını ve muammasını hall ve keşfeden ve daima o Halıkının namına hareket eden ve Ondan istimdad eden ve muvaffakiyet isteyen ve onun tarafından imdada ve tevfika mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşi denilen zat olacak.”

Bu dokuz hakikatlar onun doğruluğuna  şahittirler.Bu yüzden ona  Fahri Alem çünkü kainatın anlamını o çözmüştür, kainatın cüzleri o  okuyunca mana kazandığından harflerin kendisini okuyanla iftihar ettiği gibi kainat denen bu kitapta onun ile övünür. İnsanlık adem oğlu onun izahları ile anlam kazanmıştır bu yüzden insanlığın şerefi  O‘dur. Bediüzzaman bu bahsi kendi aklı ile olan dialogu ile şekillendirmiştir. Yaveri Ekrem de başka daha başka bahislerde başka başka üslublar ile Peygamberimizi anlatır. Hiçbir zaman aynı üslub ile anlatmaz. Onun Bediüzzaman’lığı tekrara düşmemek, aynı şeyleri aynı şekilde asırlarca anlatıldığı gibi anlatmamak ve orijinal olmaktır. Hakikatlar kadar sanatlı üslubu etkilidir. Çünkü sanat anlatımdan daha ileri boyutta bir tekniktir. Cami görevini her cami yapar ama Selimiye bir sanat eseridir, sanat eseri özelliğini bir kenara koysaydı bir mahalle camii yapardı Sinan.

Bediüzzaman her eserinde mutlak nübüvvet ve peygamberimizden değişik ve orijinal tekniklerle bahseder. O tekdüzelikten monoton anlatımlardan kaçar, onların portrelerini çizer, bu portre hem risalet görevine taalluk eden kısmı olarak harici nitelikle hem de kul olarak Allah ile münasebetlerindeki ciddiyetleri ile iç perspektiflerle izah edilmiştir. İslam düşüncesinde onun peygamberlik ve peygamberimiz konusundaki düşüncelerinin anlattıkları yanında özellikle anlatım ve yansıtma kuramı başlı başına birkaç sanat ve din tezi olacak genişliktedir. Ama ona sadece tematik bakış ile bakıldığından sanatlı anlatımının dehasal yönü  anlatımlardan uzak kalmaktadır. Onlar da birgün gerekli uzmanlarını bulacaktır. Bir alim her eserinde çarpıcı ve görülmemiş tekniklerle bir peygamberi anlatır. Bu ihmal edilmeyecek ve orjinalliği görülecek gösterilecek bir büyük bahistir. Çünkü onun iddiaları Kur’an‘ın iddialarıdır, Kur’an’ın asli iddiaları içinde Nübüvvet farklı bir bahistir ve Bediüzzaman ona gereken önemi vermiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.