Dr. Selçuk ESKİÇUBUK
Bediüzzaman’ın penceresinden ‘israf’ nedir?
Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.(A’raf,31)
Bir şeyi boş yere harcamak veya bir şeyi tam olarak kullanmadan ziyan olmasına neden olmaya “israf” adı verilir. Her ülkede israf edilen farklı şeyler vardır. Zaman israfı ve ömrünü lüzumsuz işler ve bilgilerle boşa harcamak bunların en önemlisidir. Gıda, su, güneş ışığı, rüzgar, ekmek, ilaç, evsel- endüstriyel atıklar, enerji v.b şeylerin kullanımında da israf olabilir. İsraflar bireysel olduğu gibi kamusal alanda da olabilir. Güneş ışıkları, rüzgar ve atıklardan enerji elde etme imkanı varken bunları değerlendirmemek de bir israftır. Bizler kişisel israflarımızdan sorumluyuz, zaman, ömür ve mali kaynaklarımızı kötü kullanmaktan sorumluyuz. Devletler de ülkenin imkanlarını veya doğal kaynaklarını kullanmayarak israfa neden olabilirler.
İnsanoğlunun yaptığı bu israfa karşılık evrene baktığımızda acaba israf edilen bir şey var mıdır? Atomlar dünyasından bitkilere, hayvanlar ve insanlar dünyasının hücrelerinden dokularına, organlarına kadar yapılışlarında bir israf var mıdır? Ya da başımızı kaldırıp baktığımız gökyüzünde galaksilerde, yıldızlarda, gezegenlerde veya uydularında bir israf görebiliyor musunuz? Fazladan ve gereksiz bir yaratılış var mıdır?
*Hilkatte israf ve abes yoktur. Ve hikmet-i ezeliye, kısa ve müstakim yolu terk etmez. Uzun ve müteassif yolu ihtiyar etmez. (Muhakemat)
*Akıl ve hikmet ve istikrâ ve tecrübenin şehadetleriyle sabit olan hilkat-i mevcudattaki adem-i abesiyet ve adem-i israf, saadet-i ebediyeye işaret eder.
Fıtratta israf ve hilkatte abesiyet olmadığına delil, Sâni-i Zülcelâlin, herşeyin hilkatinde en kısa yolu ve en yakın ciheti ve en hafif sureti ve en güzel keyfiyeti ihtiyar ve intihap etmesidir ve bazan bir şeyi yüz vazifeyle tavzif etmesidir ve bir ince şeye bin meyve ve gayeleri takmasıdır. Madem israf yok ve abesiyet olmaz. Elbette saadet-i ebediye olacaktır. Çünkü, dönmemek üzere adem, her şeyi abes eder, her şey israf olur.
Umum fıtratta, ezcümle insanda, fenn-i menâfiü'l-âzâ şehadetiyle sabit olan adem-i israf gösteriyor ki, insanda olan hadsiz istidâdât-ı mâneviye ve nihayetsiz âmâl ve efkâr ve müyûlât dahi israf edilmeyecektir. Öyle ise, insandaki o esaslı meyl-i tekemmül, bir kemâlin vücudunu gösterir ve o meyl-i saadet, saadet-i ebediyeye namzet olduğunu kat'î olarak ilân eder. Öyle olmazsa, insanın mahiyet-i hakikiyesini teşkil eden o esaslı mâneviyat, o ulvî âmâl, hikmetli mevcudatın hilâfına olarak, israf ve abes olur, kurur, hebâen gider. (Sözler,29.Söz)
Bediüzzaman; israf konusu üzerinde önemle durur, insanların vaktini, ömrünü, bedenini ve malını israf edip boş yere harcanmamasını ister. Mesela Gün 24 saattir, bunun çoğu yeme, içme, çalışma ve uyku ile geçer. Bunu nasıl kullanırsak israf etmemiş olacağımızı şöyle örnekler vererek anlatır:
*meşâgıl-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzulî bir surette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyâni meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi, en lüzumsuz malûmatla vakit geçiriyorsun. Meselâ “Zuhal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?” ve “Amerika tavukları ne kadardır?” gibi kıymetsiz şeylerle, kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun! (Sözler,21.Söz)
*Keyif için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasaydın ki ömrün azdır, hem faidesiz gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur. (Sözler,21.Söz)
*Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur……Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. (Mektubat,16.Mektup)
Helal dairesi zevke kafi gelirken insanların her türlü zevki tanımak ve tatma arzuları için baş vurdukları israf, çeşitli hastalıkları da arkasından davet eder. Mesela gonore, sifiliz, hepatit B ve aids gibi hastalıklar bu tür hastalıklardır.
*Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış, sa'y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü fâidesiz zayi ediyor. Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.(Emirdağ Lahikası)
Tüketim ekonomisini esas alan batı medeniyeti, tasarrufu değil israfı teşvik eder, “kullan, at ve yenisini al “ fikrini topluma kabul ettirir. Kazancından fazla harcamaya teşvik edilen insanlar sonunda israfa alışırlar, helal-haram demeden para kazanma hırsına kapılırlar. Yeterli mali kaynakları olmayanlar Bankaların pençesine düşer, faizli kredi bataklığına saplanır ve sonunda her şeyini kaybedip fakirleşirler.
Bediüzzaman; Batı medeniyetinin insanı mecbur ettiği yeni yaşam tarzında eskiden ihtiyaç olmayan şeylerin şimdi nasıl zaruri ihtiyaç haline getirip insanları israf bataklığına sürüklediğini şöyle ifade eder:
*Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki Garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, sû-i istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor. (Hutbe-i Şamiye)
Mesela ülkemizde ekmek ve su halen israf edilen nimetlerin başında geliyor. Bu israfın sonucu ülkenin ekonomik kayıpları oluyor. 2017 yılı itibarıyla ülkemizde 300 gram üzerinden günde yaklaşık 85 milyon ekmek üretiliyor, tüketim ise 79 milyon civarında gerçekleşiyor, geriye kalan 6 milyon ekmek ise 1 günde çöpe gidiyormuş.
Ekmeğin çabuk küflenmesi israfın nedenlerinden biri olduğu, ekşi hamur ekmeğinin, normal ekmeğe göre raf ömrünün daha uzun ve besleyici olduğu biliniyor Doğu karadenizde üretilen böyle ekmekler israfı önlüyor. Ülkemizde bazı Üniversitelerin Gıda mühendisliği bölümleri israfı önlemek için ekmek üretiminde kullanılan laktik asit bakterileri üzerinde çalışıyor ama henüz israfı önleyecek ülke çapında standart bir ekmek tipine geçilebilmiş değil.
Dünyanın dörtte üçü sularla kaplı olmasına rağmen, yalnız % 3 ü kullanma suyu olarak kullanılabilir. Su sağlıktır ve ekonomik bir değerdir. Evlerde suyun % 35'i banyoda, % 30'u tuvalette, % 20'i çamaşır ve bulaşık yıkamada, % 10'u yemek pişirme ve içme suyu olarak, % 5'i ise temizlik maksadıyla kullanılmaktadır. Evde su kullanımında alınacak bazı önlemlerle tasarruf edilebilir mesela bozuk muslukları onarmak, bulaşıkları elde değil makinede yıkamak, gereksiz akan musluğu kapatmak, duşta fazla kalmamak ve sifonu gereksiz yere çekmemek gibi.
Ülkenin doğal su kaynaklarını verimli kullanmak mecburiyetindeyiz. Mesela örnek bir davranış, Burdur merkeze bağlı Karakent Köyü'ndeki Lisinia Doğa Proje Alanı'nda oluşturulan bahçelerde mısır ve yonca yerine gül tarımı yapılmakta ve damla usulü sulama ile de Burdur gölü suyundan 4 senede 5 milyon ton su tasarruf ediliyormuş.
Tarımsal ürünleri sulamak için tarla içi damla sulama, yağmurlama sulama ve mikro yağmurlama sulama sistemi kurulması halinde su kaynakları artık daha verimli olarak kullanılabiliyor. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Kırsal Kalkınma Destekleri Kapsamında Bireysel Sulama Sistemlerinin Desteklenmesi projesi bu konuda önemli bir devlet desteği sunuyor.
Belediyeler eskiden çöpleri atacak şehirden uzak yerler ararken şimdi arıtma tesisleri kurarak onlardan istifade ediyorlar, kanalizasyon suyu ve yağmur suları temiz suyu hale getirip kullanıyorlar. Atıkların çamurundan biyogaz elde edip ondan da elektrik üretiyorlar. Hatta bazı belediyeler o alanlarda seralar oluşturup sebze, meyve ve çiçek üretiyorlar.
Evsel katı atıklardaki cam, metal, plastik, kağıt, karton ve tekstil artıkları gibi değerlendirilebilir atıklar çeşitli fiziksel ve kimyasal işlemlerden geçirilerek yeni bir ham maddeye veya ürüne dönüştürülebilir. Bunlara geridönüşüm işlemleri deniyor. Mesela 1 ton kullanılmış kağıt geri kazanıldığında 16 adet çam ağacının, 1 ton gazete kağıdı geri kazanılmasıyla 8 adet çam ağacının kesilmesi önlenmiş olmaktadır.
Organize sanayi bölgelerine de atıklar artık arıtılıyor, oradaki tesislerde kullanım suyu veya biyogaz elde ediliyor o da enerjiye dönüştürülüyor böylece çevre kirliliği önleniyor.
İslamiyette ekonomik olarak güçlü olanlar için zekat farzdır, zekatın da eldeki mala göre ne oranda verileceği bellidir. Peki sadaka için bir ölçü var mıdır? Evet vardır:
*Bediüzzaman; “ vemimma rezagnahum yunfigun (Bakara,3) ” - "Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda bağışta bulunurlar-" ayetini tefsir ederken ”Sadaka beş şartla tam sadaka olabilir.
Birincisi:
Sadakaya muhtaç olacak derecede tasaddukta israf etmemektir.(Rumuz, ilk dönem eserlerinden)
Allah, insana konuşmak gibi bir nimet vermiştir, bu nimeti de yerinde kullanmak lazım. Lüzumsuz konuşmak da israftır ama dostlarla tatlı sohbetler uzun olsa da israf sayılmaz. Veyahut dini bir meseleyi, ayetleri, hadisleri uzunca izah etmek de zaman israfı değildir.
*Senin gibi dostlarla uzun konuşmak hem tatlı, hem makbul olduğundan, şu kısa meselede uzun konuştum, belki de israf ettim. Fakat nevme ait olan âyât-ı Kur'âniyenin bir nevi tefsirine işaret etmek niyetiyle başladığımdan, inşaallah o israf affolur veya israf olmaz.(Mektubat,28.Mektup)
Bir kimse bir tanıdığına hediye verse, hediye alan kişi veren kişiye karşı çokça nezaketen teşekkür etse bu da israf değildir.
*Nasıl ki çok mübarek ve kudsî, büyük bir zât, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümit edilmediği bir tarzda, iltifatkârane, bir kapta, bazı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse, elbette o bîçare adam, o pek büyük zâta karşı hediyenin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan o hediyeyle gösterilen iltifatına karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat etse de makbuldür. Ve o çok mübarek zâtın o hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hattâ o hediye içindeki cevizlerin sert kabuklarını da teberrük diye ekmek gibi yutsa ve o hediyenin kabını mübarek bir kitap gibi öpse ve başına koysa, israf olmadığı gibi…(Kastamonu Lahikası)
*Birden ihtar edildi ki: O tevafuk altında çok ehemmiyetli meseleler vardır. Hem madem tevafukta bir inâyet-i hâssa ve iltifat-ı Rahmanî Risaletü'n-Nur'a karşı tezahür etmiş, o iltifata karşı hiss-i şükran ve memnuniyet ve müteşekkirâne sevinç ne kadar ifratkârâne de olsa israf olamaz. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)
İsraf sonunda ya bireye ya da ülkenin ekonomisine zarar verir. Elindeki kaynakları yerinde kullanmayan, iktisatlı hareket etmeyen veya israf eden sonunda mutlaka zarara uğrar. İslamda fakirin hakkı olan zekatı vermeyen Müslümanlar da mallarının bereketini bulamazlar, ne kadar çok kazansalar da sonunda hiç beklemedikleri bir olayla kaybederler.
*İktisatsızlık ve israfın dehşetli zararlarını geniş bir dairede müşahede ettim. Şöyle ki:
Ben, dokuz sene evvel mübarek bir şehre geldim. Kış münasebetiyle o şehrin menâbi-i servetini göremedim. Allah rahmet etsin, oranın müftüsü birkaç defa bana dedi: "Ahalimiz fakirdir." Bu söz benim rikkatime dokundu. Beş altı sene sonraya kadar, daima o şehir ahalisine acıyordum.
Sekiz sene sonra yazın yine o şehre geldim. Bağlarına baktım. Merhum müftünün sözü hatırıma geldi. "Fesübhânallah," dedim. "Bu bağların mahsulâtı, şehrin hâcetinin pek fevkindedir. Bu şehir ahalisi pek çok zengin olmak lâzım gelir." Hayret ettim. Beni aldatmayan ve hakikatlerin derkinde bir rehberim olan bir hatıra-i hakikatle anladım: İktisatsızlık ve israf yüzünden bereket kalkmış ki, o kadar menâbi-i servetle beraber, o merhum müftü "Ahalimiz fakirdir" diyordu. Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi, israf etmekle zekât vermemek, sebeb-i ref-i bereket olduğuna hadsiz vakıat vardır. (Lemalar, 19.Lema)
Bizim yazımız da uzunluğu nedeniyle inşallah israf olmaz, israfa karşı şuurlu olmamızı sağlar ve bu seneki Ramazan iftarları da inşallah israf sofraları olmaz, şükre vesile olur, amin, amin, amin…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.