Ahmet AY
Bediüzzaman’ın yazdığı bir sözlük var mı?
Yıllardır Risale-i Nur’u okurken bir şey fark ederim: Bediüzzaman, bir meseleye girizgâh yaparken, önce sanki o metinde kullanacağı kelimelerin altını doldurmaya başlar. Mesela; Hz. Peygamber vesilesiyle bir şey izah edecekken önce Hz. Peygamber’i izaha girişir.
“Mekke bir mihrap, Medine bir minber...” diye başlayan ve devam eden kısım mesela bu noktada çok ehemmiyetli bir örnektir. Orada Üstad Hazretleri, çok iyi bildiğimizi sandığımız birisini, yani Fahr-i Kâinat Efendimizi, uzun uzun (şahs-ı manevisinin büyüklüğüne yaptığı vurgularla) tarif eder, anlatır. Adeta kafamızdaki “Allah Resulü” tarifini yeniden inşa eder.
Bu özellik Risale-i Nur’un diğer kısımlarında da vardır. Her kim ki, insaf eliyle Risale-i Nur’u okusa, şunu hemen kabul eder: “Bu eser, İslamî kelam ve kelimelerin içlerini dolduruyor, hayatlandırıyor.” Misal olarak itiraf edeyim; Kur’an’ın kelam-ı mübareği, hatta Müslüman olmanın gereği ve hem şiarı olan; “Allah’tan başka ilah yoktur” cümlesinin hakikatte ne anlama geldiğini, yani “başka ilah olmamasının” nasıl bir şey olduğunu ben Risale-i Nur’la bilmişim, onun rahle-i tedrisinde öğrenmişim.
Bediüzzaman’ın bu hususiyetini Tarihçe-i Hayatına bakınca da görüyoruz. Daha gençlik yıllarında Kamus-u Okyanus’u Babu’s-Sin’e kadar ezberleyen Bediüzzaman; bu bilgiyi ne yapacağı sorulduğunda, onunla bir sözlük yazmak niyetinde olduğunu ifade eder. Ancak bu sözlük diğerlerinden farklı olacaktır. Bediüzzaman bir kelimenin kaç anlama geldiğini anlatmaktan ziyade, “kaç kelimenin bir anlamı karşılamakta kullanıldığını” ortaya koymaya çalışacaktır.
Aradan zaman geçer, Lemaat’ın telif edildiği tarihlere geliriz. Lemaat’ta da yine “kelimelerle ilgili” bir endişesini beyan eder Bediüzzaman. “Cihad ve hem gazaya, bağy ismi takılmış...” diye başladığı bu eleştiriye şu ifadeyle açıklık getirir: “Zıdlarda emsal olmuş, suretlerde te¬badül, isimlerde tekabül, makamlarda becayiş-i mekanî...” Burada anladığımız kadarıyla Bediüzzaman’ın kastettiği mana; kelimelerin artık yanlış yerde ve yanlış anlamlarda kullanıldığıdır. Karşılıklarının yanlış tanımlandığıdır.
Mesnevi’ye geliriz, orada da kelam ve kelime üzerine beyanlarını görürüz Bediüzzaman’ın. Hatta kendisi, bütün tedris hayatının kendisine kazandırdığını şöyle tarif eder: “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim.” Ve devamında bu dört kelamın ve dört kelimenin de izahına girişir...
Bu yönüyle Bediüzzaman’ın hayatında kelimelerin ayrı bir yeri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bediüzzaman, kelimeler ve karşılıklarıyla özellikle meşguldür. Hatta belki ahirzamana dair rivayetlerde geçen; “Deccalin fitnesi, cehennemi cennet, cenneti cehennem suretinde gösterecek” haberini o, daha detaylı bir okumayla “kelime” ekseninde ele almıştır. Modern medeniyetin bize ait kelimeleri yontmasına ve yıpratmasına bedel, kelimelerin altını doğru anlamlarıyla doldurmaya çalışmıştır. Cenneti cennet, cehennemi cehennem olarak göstermiştir.
Evet, belki Bediüzzaman bildiğimiz manada bir sözlük yazmamıştır. Ama ne garip ve hikmetlidir ki; yazdığı eserlerin ismini de “Sözler” koymuştur. Belki de Bediüzzaman, gençlik yıllarında o sözlüğü yazmakla hayal ettiğini, bu eserleri yazarak başarmıştır. Risale-i Nur külliyatı bu yönüyle İslamî terimlerin altlarını dolduran, hayatlandıran bir sözlük değil midir? Bana öyle geliyor, bilmem katılır mısınız?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.