Bediüzzaman’la yaşayan mekanlar: Cizre
Risâle-i Nur’da Cizre ismi Tarihçe-i Hayat’ta geçmektedir
Cizre, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Şırnak iline bağlı bir ilçesidir. Deniz seviyesinden yüksekliği 400 metre, toplam yüzölçümü ise 460 km²’dir. Kuzeydoğusunda 2089 metre yüksekliğindeki Cudi Dağı yükselmektedir.
Cizre’nin kuzeyinde ise Karadağı, Kuzeybatısında Deredağı ve Akdağ bulunmaktadır. İlçenin güney kısmı ovalıktır. Arazi olarak Dicle Nehri çevresindeki alüvyonlu ovalarla ve ovanın doğu ile batısındaki yaylalardan oluşmaktadır.
Cizre yaz aylarında sıcak ve kurak, kış aylarında ılık ve yağmurlu bir iklime sahiptir. Yaz aylarındaki sıcaklık kimi zaman 50°’ye kadar yükselmektedir. Meteorolojik verilere göre ülkemizin en sıcak noktalarından birisidir. Bitki örtüsü sıcaklık yüzünden yok denecek kadar azdır.
Nuh tufanından sonra kurulduğu söylenen Cizre’nin bilinen tarihi M.Ö. 4000 yılında Guti İmparatorluğu’na kadar dayanmaktadır. Gutiler Cizre, Dicle ve Cudi bölgesini de içine alan geniş topraklarda hâkimiyet kurmuşlardı. Cizre daha sonra Babil, Araplar, Asurlular, Medler, Persler, Sasanilerin; İslâmiyetin bölgeye gelmesi ile beraber Emevî ve Abbasilerin hâkimiyeti altında kalmıştır.
1096 yılında Büyük Selçuklular tarafından idare edilen Cizre, 1627 yılından itibaren Osmanlı Devletinin hâkimiyetine geçmiştir. Cizre Beyliği, önceleri Diyarbakır Sancak Beyliği’ne bağlı iken 1841 yılında Musul’a bağlanmıştır. Millî Mücadele Dönemi’nde halkın göstermiş olduğu direnişle şehir teslim olmamıştır.
İslâmiyet’in Cizre’ye girmesi ile birlikte şehre yarımada anlamına gelen Cezire adı verilmiş, Cumhuriyet döneminde ise yeniden Cizre olarak değiştirilmiştir. Önceleri Mardin iline bağlı bir ilçe iken daha sonra Şırnak iline bağlanmıştır. (1)
BEDİÜZZAMAN VE CİZRE
Risâle-i Nur’da Cizre ismi Tarihçe-i Hayat’ta geçmektedir. Fakat burada Cizre ismiyle değil Cezire ismiyle yazılmıştır. Bediüzzaman, Cizre’ye bir kaç defa gelmiş, fakat Cizre’de uzun müddet kalmamıştır.
Bediüzzaman’ın Cizre’ye gelme hadisesi şöyledir: Bediüzzaman, Tillo’da kaldığı yıllarda Kubbe-i Hasiye’de inzivada iken bir rüya görür. Rüyasında Şeyh Abdülkadir-i Geylânî, Miran aşiret reisi ve aynı zamanda Hamidiye Alayı paşası olan Mustafa Paşa’yı, halka yaptığı zulümleri bırakması için ikaz etmesini, gerekirse öldürmesini söyler.(2)
Bunun üzerine Bediüzzaman Miran aşireti reisi Mustafa Paşa’nın yanına gider. Ona:
“Seni hidayete getirmeye geldim. Ya zulmü terk edip namazını kılacaksın veyahut seni öldüreceğim” der. Âlimlerden pek hoşlanmayan Mustafa Paşa bu söz üzerine hiddetlenir. Kendisi, II. Abdülhamid’in gözde Hamidiye Alayı kumandanlarından biridir. Bediüzzaman’a çok kızmasına rağmen onun civarda çok değerli bir âlim olmasından dolayı ondan çekinir. Bu yüzden Cizre’deki kendisine bağlı âlimleriyle bir münâzara yapmasını, onları yenerse isteğini yerine getireceğini söyler. Bediüzzaman’ın bu teklifi kabul etmesi üzerine Cizre’ye doğru yola çıkarlar.
Cizre’de Bani Hanı mevkiinde Cizre âlimleriyle münâzaraya başlarlar. Münâzara esnasında çok rahat olan Bediüzzaman, bu sırada dalgınlıktan çaylarını unutan birkaç âlimin çaylarını içer. Neticede münâzarayı Bediüzzaman kazanır. Mustafa Paşa da tövbe ederek namaza başlar ve halka zulmü bırakır.
Tarihçe-i Hayat’ta bu hadiseden Birinci Kısım olan İlk Hayatı’nda söz edilmiştir. Hadisenin Tarihçe-i Hayat’ta geçen orijinal ifadesi şu şekildedir:
“Mustafa Paşa tekrar dışarıya çıkarak, biraz gezindikten sonra içeriye girer. Bediüzzaman’a:
“Benim Cezîre’de çok âlimlerim var; eğer hepsini ilzam edebilirsen senin dediğini yaparım, eğer ilzam edemezsen seni Fırat nehrine atarım.”
Molla Said, “Bütün ulemayı ilzam etmek benim haddim olmadığı gibi, beni de nehre atmak senin haddin değildir. Fakat ulemaya cevap verince sizden bir şey isterim ki; o da mavzer tüfeğidir. Şayet sözünde durmazsan, seni onunla öldüreceğim” der.
Bu muhavereden sonra Paşa ile birlikte atlarla Cezîre’ye giderler. Yolda, Paşa katiyen Molla Said’le konuşmaz. Bani Hanı dedikleri mevkiye gelince, yorgunluğundan, Molla Said orada biraz yatar. Uykudan uyanır uyanmaz, etrafında bütün Cezîre âlimlerinin kitapları ellerinde beklediklerini görür. Biraz görüştükten sonra çay ikram edilir.
Cezîre âlimleri, Molla Said’in şöhretini işittikleri için, mebhût ve hayran bir vaziyette, çaylarını bile unutarak, Molla Said’in sualine intizar etmekte idiler. Molla Said ise kendi çayını içtikten sonra dalgın dalgın karşısında bulunan bir iki âlimin çayını da içer; onlar fark edemezler.
Mustafa Paşa, hocalara hitaben:
“Ben okumuş değilim; fakat Molla Said ile mücadelenizde mağlûp olacağınızı şimdi anlıyorum. Zira bakıyorum ki siz düşünmekten çaylarınızı unuttuğunuz halde, Molla Said kendi çayını içtikten başka, iki-üç bardak da sizin çayınızı içti.” (3)
BEDİÜZZAMAN’IN İKİNCİ KEZ CİZRE’YE GELİŞİ
Bediüzzaman’ın bilinen ikinci kez Cizre’ye gelişi Mustafa Paşa’yla olan at yarışından sonra olur. Bediüzzaman, Mustafa Paşa tarafından kendisine kasıtlı olarak eğitilmemiş at verilmesi sonucu atın dizgini muhafaza edemeyerek Cizre yakınlarında bir çocuğa çarpar. Burada çocuğun öldüğünü sanan ahaliyle çarpışma noktasına gelir. Çocuğun ölmediği anlaşılınca ahali özür diler ve bir süre Bediüzzaman’ı Cizre’de misafir ederler.
Bu hadisede Tarihçe-i Hayat’ta şu şekilde geçmektedir:
“Mustafa Paşa ile bir gün at yarışına çıkarlar. Fakat kastî olarak, Mustafa Paşa gâyet serkeş ve talimsiz ve hiç binilmemiş bir at hazırlanmasını emreder. Molla Said’e binmek için emir verir. (Allahu a’lem, attan düşüp ölmesini istemiş.)
On altı yaşında bulunan Molla Said serkeş atı biraz dolaştırdıktan sonra, koşturmayı arzu eder. At, onun verdiği istikametten çıkarak, başka bir istikamete doğru koşar. Var kuvvetiyle durdurmak ister ise de muvaffak olamaz. Nihayet çocukların bulunduğu yere gider. Cezîre ağalarından birisinin oğlu yol üstünde iken, hayvan iki ayağını kaldırıp çocuğun omuzları arasına vurunca, çocuk yere düşerek hayvanın ayakları altında çırpınmaya başlar. Nihayet etraftan imdada ulaşırlar. Çocuğu hareketsiz, ölü sûretinde görünce, Molla Said’i öldürmek isterler.
Ağanın hizmetçileri hançerlerini çekince, Molla Said hemen rovelverine el atar ve adamlara hitaben: “Hakîkate bakılırsa çocuğu Allah öldürmüş, zahire bakılırsa at öldürmüş, sebebe bakılırsa Kel Mustafa öldürmüş. Çünkü, bu atı bana o verdi. Durunuz; ben gelip çocuğa bakayım. Ölmüş ise sonra muharebe edelim” diyerek, attan inerek çocuğu kucaklar. Çocukta hareket görmeyince, soğuk suyun içine batırıp çıkarır. Çocuk gülerek gözünü açar. Bunun üzerine bütün ahali mütehayyir kalırlar.
Bu acîb vak’a üzerine bir müddet Cezîre’de kaldıktan sonra, talebesi Molla Salih ile bedevî Arapların meskeni olan Biro’ya giderler.” (4)
Bediüzzaman’ın Cizre’ye iki defa uğradığı ve orada bir süre kaldığı net olarak bilinmektedir. Tarihçe-i Hayat’ta geçen bu bilgilerden başka Cizre’de kaldığı hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak Cizre’nin Bediüzzaman’ın yaşadığı coğrafyaya yakın olması ve yakın bölge dâhilinde olması onun Cizre’ye daha fazla gelmiş olabileceği ihtimalini arttırmaktadır.
(Yararlanılan kaynaklar: * Nursî Said, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2003. *http://www.cizre.gov.tr/*http://tr.wikipedia.org/wiki/Cizre)
Dipnotlar:
1- http://www.cizre.gov.tr/belge/oku/128
2- Nursî Said, Tarihçe-i Hayat, s. 36.
3- Nursî Said, Tarihçe-i Hayat, s. 37.
4- Nursî Said, Tarihçe-i Hayat, s. 38.
Risale-i Nur Enstitüsü