Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU
Belağatta, sathi bakış ve avamperestlik
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Her şey zıddıyla bilinir kuralınca; sathi nazarı, dikkatli nazar, avamperestliği de avamilikle birlikte değerlendireceğiz.
Muhekamat Unsurul Belağat'ta Üstad, sonradan müslüman olan yabancı ve acemilerin; Kur'ani ve edebi belağatı niçin ve nasıl bozduklarını anlatır.
Kısaca; "acemi tecrübesizler, kötü ve kolay bir tercihle ve ihtiyaç gereği elfaza/lafçılığa nazari sathiye sapmışlardır" der.
Ayrıca Üstad, "yüzeysel nazar; avam için, daha hoş, daha keyifli, daha cazip ve avamperest gösterişlere yatkın olduğundan edebiyatçılar bu yönde çaba harcadılar" der
Edebiyatçı ve müelliflerin para kazanmak, şöhret ve makam için de lafçılık yaptıklarını biliyoruz.
Üstad buna “sevki ihtiyaç” diyor.
Ayrıca Üstad ülfete, (bu kavrama tanışıklık diyorum), mürekkep cahilliğin kız kardeşi, sathi nazarın anası demektedir.
Yani bir şeyin adını kimliğini bilmekle her şeyini doğru ve ayrıntılı bildiğini zannetme sakatlığına, bilgiçliğine Üstad ülfet demiştir.
Bu yanlışı en çok da yakınlarımıza ve çevremizdekilere yaparız.
Onlara karşı bakarkör ve miyopuz.
Yakınlarımız, büyüyüp değiştiklerini bize ispatlamadıkça gelişmelerini göremeyiz.
Afaki alemde ise; güneşin adını duya duya kendini göre göre; her şeyini bildiğimizi zannederiz.
Bu gerçek bizim memlekette; "kendi ahırında yetişen tosuna tosun demezler, başkasının kolonyası daha güzel kokar" ifadesiyle anlatılır.
Risale-i Nur'a bu ülke araştırmacı ve aydınlarının sathi bakmasının en önemli sebebi, bu miyopluk ve yakın bakar körlüğüdür.
Ülfet ve tanışıklık, mübalağacıların gözünü bağlar.
Yani ülfetli edebiyatçı ve yazar mübalağacıdır.
Afaki; özellikle enfüsi alemdeki gerçeklere, Kur'an-ı Hakim dikkatli bakılmasını emreder.
Pek çok ayetin sonunda; "efalaa yaakulun, efala yetefekkerun, efela yetezekkerun, efala yetedebberun" diyerek, bu alışkanlık ve bilgiçliği hem parçalar hem ışıldak gibi ışıtır.
Kur'an'ın bu yıldızlı ayetleri; ülfetli gözleri açar.
Dikkat etme, akletme ve tefekkür ayetleri; kayan yıldız, göktaşı gibi cahilliğin ve sathi nazarın zulümlerini kovar ve yok eder.
Üstad, yüzeysel bakışa zulüm değil, zulümler diyor. Bu sebeple nazar kelimesini, 40 senede ancak öğrendim demektedir.
Üstad: “Kur'an-ı Mübin'in ayatı beyyinatı, beyaz bir el gibi ülfet ve sathiliğin örtülerini ve zahirperestliğin perdesini yırtarak; akılları afak ve enfüsin hakikatlarına yöneltip, doğru yolu göstermiştir” der.
Burda iki noktanın altını çizelim. Birincisi: Üstad Nursi akıl ve fikrimizi kullanmayı emreden ayetleri, Hz. Musa'nın Firavuna gösterdiği beyaz ele benzetmektedir.
İkincisi ise;
Her devir, her nesil, kendi şartlarında katmerli cehalet olan sathi ve ülfetli bakışla imtihan edilir. Herkes bu sınavlardan geçirilir
Bakara Suresi 170. ayeti kerimede Rabbimiz; "Onlara: Allah neyi indirdiyse ona uyun dendi mi? -Hayır, atalarımız neye uyduysa ona uyarız. -İyi ama; atalarınızın aklı bir şeye ermiyor ve yanlış yoldalarsa da mı?" buyurdu.
Bu ayet, atalarından duya duya/ ülfet ede ede insanın cehalet ve dalalete nasıl saptığını, harika şekilde anlatır.
Kur'an-ı Mübin'de; Hz. Musa kıssası 14-15 yerde geçmektedir.
Bakara, A'raf ve Taha'da çok yerde, Yunus, Nisa ve İsra'dan da bahsedilir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (asv) konuşurken; sahabe çok dikkatli ve can kulağıyla dinlerdi.
Sinek uçsa kanat sesleri duyulacak kadar sessizlik olurdu.
Böyle bir ortamda Resulü Ekrem; insanlara bakışlarını gezdirerek, sözlerini üç kere ağır ağır tekrarlardı.
Bu tavrıyla; sathi bakış ve dikkatsizliği dağıtır ve söz söylemenin en güzel tarzını ortaya koyardı.
Sathi bakışı konusunu çarpıcı bir misalle kapatıyorum.
Hz.Musa (as) kıssasını; mealinden; yüzeysel ve bilmişlikle okuyan süfyan, okuduğu kitabın kenarına şunu not etmişti; "Ku'ran tercüme edilsin, Arapoğlu'nun yaveleri ortaya çıksın. Yani; Hz.Musa kıssalarındaki tekrar görülsün!"
Üstad Said Nursi ise; Pasinler Cephesi'nde savaşırken, İşaratül İ'caz'da buna cevap vermiş ve, "Kıssa-i Mûsâ, çok meziyetleri ve hikmetleri müştemildir. Her makamda; o makama münasib bir vecihle zikredilmesi, ayn-ı belâgattır" demişti.
***
Avamilik ve avamperestlik meselesine gelirsek.
Avamilik ile avamperestlik; benzerliğine rağmen farklı kavramlardır.
Avam ve avami, büyük çoğunluk; Üstadın yüzde 80 dediği insan kitleleridir.
Yazma ve konuşmada yüzde sekseni dikkate almak, konuşmak, avamilik, umumiliktir ki bu hitabı havas da anlar.
Böylece umuma herkese hitap edilir ve kimse dışarda bırakılmaz.
Kur'an-ı Hakim, Hadis-i şerif ve Risale-i Nur'un hitabı; esas itibariyle umuma hitap, yani avami hitaptır.
Mesela; güneş döner bir siraç, bir lambadır, ey gök suyunu tut, ey yer suyunu yut, deveye, dağa, örümceğe bakmaz mısın? gibi sayısız ayet bu belağatı ispatlar.
"Öyle ise madem Kur’an-ı Hakîm, mevcudatı delil yapıyor, bürhan yapıyor.
Delil, zahirî olmak; nazar-ı umumca çabuk anlaşılmak gerektir.
Hem mademki Kur’an-ı Mürşid, bütün tabakat-ı beşere hitap eder.
Kesretli tabaka ise tabaka-i avamdır.
Elbette irşad ister ki lüzumsuz şeyleri ibham ile icmal etsin, dakik şeyleri temsil ile takrib etsin ve muğalatalara düşürmemek için zahirî nazarlarda bedihî şeyleri, lüzumsuz belki zararlı bir surette tağyir etmesin."
Bu hikmetle, “güneş döner bir lambadır” der.
Mesnevi Nuriye'den:
"Saniyen: Belâgat-ı irşadiyenin şe’nindendir ki; avâmın nazarına, âmmenin hissine, cumhurun fehmine göre hareket yapılsın ki, nazarlar tevahhuş, fikirler kabulden imtinâ etmesin.
Binaenaleyh, cumhura olan hitabın en beliği, zahir, basit, sehl olmasıdır ki âciz olmasınlar.
Muhtasar olsun ki melûl olmasınlar.
Mücmel olsun ki lüzumlu olmayan tafsilden nefret etmesinler."
Keza, Kur’ân bütün insanlara hitap eder. Ekseriyetin fehmini mürâat eder ki tahkikî bir mârifet sahibi olsunlar" demektedir.
İşte Kelam-ı Kadimin üslubu; umuma yani avama dönüktür ve genel anlamda avamidir.
Çağımızda, Kelam-ı Kadim' in esaslı ve özgün bir tefsiri olan Sözler de umuma hitap eder, avam denen büyük çoğunluğun algısını esas alır.
Belağatın zirvesinde bulunan Peygamber Efendimiz (asm) ise hem tavrında hem hitabında, hatta her davranışında; müminlerin büyük çoğunluğunu oluşturan avama hitap eder, sevadı azamı esas alırdı.
Beşinci Şua’nın başında üstad Bediüzzaman;
“…bu zamanda; akîde-i avâm-ı mü’minîni vikaye ve şübehattan muhafaza için yazılmış” ifadesi, avamın îmânını takviye ve şüphelerden muhafazaya 5. Şua'yla Sözler'in yaptığı vazîfe dikkatimize sunmuştur.
Yine;
"En birinci vazîfesi ve en yüksek mesleği îmânı kurtarmak ve îmânı, tahkikî bir surette umûma ders vermek, hattâ avamın da îmânını tahkikî yapmak vazîfesi ise" sözleriyle; Sözler'in avami üslubu vurgulanmştır.
Avampersetliğe gelince; adı üstünde avama/halkın çoğunluğuna taparcasına söz söylemektir.
Edebiyat ve sanatçılarla birlikte siyasetçiler de çoğunlukla bu yolu tercih eder.
Bu hitap ve söylemde, ipin ucu kaçmış; sözün ölçü ve dengesi kalmamıştır.
Bu hitaplara popülizm denir ki; cerbeze mübalağa ve yalan, harman gibi savrulur.
Kitleler bu hitapların etkisiyle; ülfet, sathi bakış, hatta şer ve tahripte uçlara savrulur, her çeşit sapıklık ve savrulmaya maruz kalabilir.
Bu konuyu edebiyat ve sanattan güncel örneklerle bitiriyorum.
Günümüzden örnek vermek gerekirse; Kemalettin Tuğcu kitaplarının üslubu, avamperest bir üslup değil; ama umuma hitap eden, avami bir üsluptur diyebiliriz.
Kerime Nadir eserleri ise avami değil avamperest bir üsluptadır diyebiliriz.
Yavuz Bahadıroğlu'nun eserleri herkese hitap eden avami, lakin avamperest bir üslup değildir, diyebiliriz.
Oğuz Özdeş'in tarihi romanları ise avami değil ama avamperest bir tarzda diyebiliriz.
Tv’den örnek vermek gerekirse;
Osman Gökmen'in Ömür Dediğin yapımları; avami, büyük çoğunluğa hitap eder, ama avamperest değildir.
Acun Ilıcalı'nın Survivorı ise avamperest ve vıcık vıcık ağızların suyunu akıtır.
Avami ve dakik bir üslupla; insanlara hakkı ve imanı anlatmayı Rabbim bize nasip etsin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.