Afife ARTIK
Ben mağrur olanım
Birinci Söz’ü belki defalarca okumuşuzdur. Bu sözün hem kısa oluşu kem de çok net anlaşılabilir görünen bir hikaye ile meselenin izahı aslında anlaşılmasını zorlaştıran sebeplerdendir. Evet kısadır ama içinde tüm Risale-i Nur Külliyatı derç edilmiştir. Her ifadesi başka yerlerde belki de uzun uzun izah edilmiş.
Bu sözün anlaşılmasını zorlaştıran ve bende bir yapılandırmaya sebep olmasına mani olan önemli bir unsur da kendimi “sağ yolun yolcusu” olarak tanımlama hatasıdır. Bu ön kabulle okuduğum zaman Birinci Söz’den ne bekleyebilirim? Matluba zaten ulaşmışım ve Hakim-i Ezeli ve Malik-i Ebedi’nin ismini almışım zannediyorsam bir terbiye altına girme ihtiyacı veya bir şey öğrenme ihtiyacı hissetmem ki, okumak bana fayda versin.
Bu ön kabul nefsimi muhatap olarak tutmaktan beni alıkoyar. Aslında Bediüzzaman Hazretleri bu tehlikeye düşmememiz için belki de “ben kendimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum” diyerek bizi uyarmış. Adeta sakın kendini nasihata ihtiyacı olmayan zannetme diyor.
Biz müslümanlar sağ yolun yolcusuyuz, sol yolun bizle alakası yok zannetmek rahle-i tedrise diz çökmenin önünde büyük bir engel teşkil edebilir.
Samimi bir şekilde nefsime baktığımda sol yolun yolcusu olduğumu anlamak ise hiç zor olmadı benim için. Mesela tamsilde o padişahın ismini alan bir çadıra girse o nam ile hürmet görür diyor. Külliyatta isim ve nam ayrı kavramlar olarak geçiyor. Allah’a bakan ciheti ile anlatılırken hep isim ve çoğulu esma olarak geçerken bir mevcudiyet dairesine nispet edilerek anlatılan yerlerde genelde ‘nam’ kullanılıyor. Eğer yaşarken uğradığım her menzili, her hadiseyi ve muhatap olduğum her mevcudu bir çadır olarak düşünsem her muhataplığımda bir veya çok namları ile muhatap oluyorum Cenab-ı Hakk’ın. Peki bunun ne kadar farkında oluyorum? Yaşadığım hadise veya halde muhatabım sebepler veya insanlar mı oluyor yoksa direk Cenab-ı Hakk ile bir muhataplık mertebesinde değerlendirebiliyor muyum? Muhatabım kim veya ne olursa olsun benim kalb gözüm Allah’ın nam ve isimlerine bakabiliyor mu?
Nefsim için bu soruları sorunca evet diyorum ben sol yolda gidiyormuşum. Kendi namıma yaşamakta imişim. İşte bu noktada ihtiyaç kapılarım açılıyor ve niyaz ediyorum: “ya Rabbi bizi sağ yolun yolcusu eyle”. Hem her hadisede ve iç alemimde olanları Allah’ın isimleri canibinden görebilmek hem de bitkiler, hayvanlar ve bana rızkın gönderilmesinde kullanılan zahiri sebepleri, zahiri min’imleriMün’im-i Hakiki’nin kendini gösterdiği perdeler olarak görüp, perdede kendini gösterene müteveccih olmak, perestiş etmek, minnet etmek, şükür etmek, tefekkür etmek sağ yolda gidenlerin yaptıkları arasında.
Bismillah demek sadece bir işin başına taalluk eden bir şey de değil aslında. O işin bütününü Allah’a ait kılmak. Evvelini ahirini zahirini ve batınını; Evvel Ahir Zahir Batın olan Zat’a has kılmak demek. Yapılan muamelenin hem zahirini (şeriata uyarak) hem batınını (niyet ve ihlas ile) hem evvelini (emir olduğu için yaparak) hem ahirini (neticeye karışmayarak) O’na teslim etmek demek. Başlamak gibi işlemek de Bismillah ile olmalı yani.
Bismillah’ın manasını anlamakla anlıyoruz ki hiçbir mahlukun kendi zatına ait bir hususiyeti yok. Kaya sert ama Bismillah diyen nazenin kök karşısında değil. Su, latif ve yumuşak ama donarak ‘genişlen emrini alınca demirden daha salabetli. Ateş yakar ama serin ve selametli ol emrini alırsa yakmaz. Demek emir ile her şey vuku buluyor. Mevcudatın adem ile vücudu müsavi olduğu gibi, o mevcudat ayinesinde görünenler de kendilerine ait değil. Güneş mesela sekiz ism-i A’zamın ayinesi olmakla olduğu hal üzere. Sertlik, yumuşaklık, sıcaklık gibi bütün haller de emir ile vücuda geliyor.
Bütün işler böyle iken biz kendimizi bir katı, değişmez alem içinde tevehhüm ediyoruz. Kendimize ve etrafımızdaki insan ve mahluklara değişmez bazı vasıflar etfediyoruz. Halbuki onlar asıl mal sahibi değil ki. Ne kendimiz ne de eşya değişmez, sabit ve zati vasıflara sahip değil. Mesela bir yerde Bediüzzaman “bir vefadarın vefasızlığını gördüm” diyor. Demek bir insan vefalı olabilir ama bu, onun asla vefasızlık etmeyeceği anlamı taşımıyor tıpkı ateşin her zaman yakmayacağı gibi. Veya bir müminde kafir vasıfları, bir kafirde de mümin vasıfları olabileceği gibi.
Eşyanın sabit bir hakikati olması ise Esmaya bakıyor. Eşyanın sabit hakikati Esma-i İlahiyyedir. Hakiki hakaik-i eşya Esma-i İlahiyyedir. Demek bir sabitler ve değişmezler diyarında değil aksine “her an her şey değişebilir” bir alemde yaşıyoruz. Değişiyor da. Biz farketmesek de bir an öncesinden kilometrelerce uzaktayız şu anda. Yazıyı yazmaya başladığımdan beri şehirler arası bir yolculuk mesafesini çoktan kat ettik. Dünya durmuyor, gidiyor.
Değişmeyen tek şey Allah’ın varlığı. Biz ise her an tecdid ve tebdil içinde çalkalanan bir alemdeyiz ve biz de her an tecdid ve tebdil içinde var ediliyoruz. Dünya çöl, buranın tezgahları başka yerde kurulu. Menbalar başka yerdeler.
Risalelerde her yer, her hitap direk bizi muhatap alıyor. Ehl-i dalaletin vekili tasavvurumda, tahayyülümde ve taakkulumde. İnşallah daha yukarı çıkamaz. İtikadımıza halel vermiyor bu mertebelerde iken. Küfrü bile hayal etmek, tasvir etmek küfür değildir.
Öyle ise ehli dalaletin vekiline olan hitaplar bana hitaptır. Kalbinde iman olanın aklına, hayaline, tasavvuruna hitap iken imanı olmayanın kalbine de hitap eder. Şeytana olan hitaplar benim şeytanıma da hitaptır. “üstadım şeytana diyor, bana lazım değil” diye bakacak olsak elimizde şeytanı mağlup edecek silah varken biz ona mağlup olabiliriz el iyazu billah. O zaman elinde Risaleler olmadığı halde şeytanın peşine takılmış giden insanlardan daha acıklı olmaz mı halimiz?
Netice olarak kendimizi her satırına ve her hitabına muhatap tutarak ve ihtiyacımız olduğuna kati inanarak okumakla istifade ve istifaza kapıları açılabilir inşallah.
Risale-i Nur’un rahle-i tedrisine diz çöküp okumak, anlamak ve yaşamak duasıyla.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.