Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU
Benlik, şöhret ve sadakatin üç hali
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Benlik ve enaniyet asrında yaşadığımızın en büyük emaresi şudur diyebiliriz:
Eğer bir kişi "yanlış yaptık, hata ettik, düzeltiyoruz" demeyip suçu başkalarına atıyorsa burada çokbilmişlik enaniyeti vardır. Allah hepimizi ve ülkemizin geleceğini enaniyet belasından korusun.
***
“Ene” ile tabir edilen benlik, yani kendisine bir vücut, bir kıymet vermektir ki bu ene, Cenab-ı Hakk’ın sıfâtını, şuunatını bilmek için bir santral ve bir vâhid-i kıyasîdir.
“Bu zamanın bir hastalığı olan benlik, enaniyet, hodfüruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştihası, tiryakilik gibi hastalıklardır. Risale-i Nur’un Kur’ân’dan aldığı dersin en birinci esası: Benlik, enaniyet, hodfüruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlâs-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin” diyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri, şu ikazı da yapmaktadır:
“Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz; sizi enaniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki: Şu asırda ehl-i dalâlet eneye binmiş, dalâlet vâdilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye eneyi terk etmekle hakka hizmet edebilir. Çünkü ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur ve nemrutçuluklar çoğalır.”
Evet, maalesef “Şu asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişler.”
Eneyi terk etmek, eneyi nahnü’ya, yani ‘ben’i ‘biz’e çevirmekle olur. Bu ise, ancak şahs-ı manevide (birleşik kişilikte) fani olmakla olur.
Yani “kevser-i Kur’ânî’den süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritmekle olur.”
Yani dava kardeşlerinde fani olmakla, uhuvvet ve tesanüdü esas tutmakla olur.
Enaniyet musibetine ve batılın Hakk'ı ezmesini önlemek için, birlik, beraberlik ve ortak idealleri yükseltmek şarttır.
Yoksa tandır sacına düşen su damlaları gibi olabiliriz. İnsanı kenetlenme ve tahammüle sürükleyen birinci unsur sevgi ve Allah rızası, ikincisi ise zaruret ve mecburiyettir.
İnsanlık, müminler ve nurcular, bir enaniyet/tanrılaşma ve mankurtlaşma saldırısına karşı insanlığın izzet ve vakarı için ittihat ve imtizaca mecburlar.
Varolan felaketler ve belalardan ders alıp, daha fazla bedel ödemeden yeni bir uhuvvet ve ittifak ruhu geliştirmeliyiz.
Yaklaşan fıravunlaşma/ nemrutlaşma afatını savmak artık nur talebelerinin sorumluluk ve omuzlarında olmalı.
Yani ene belasından kurtuluş mücadelesi yazılacaksa, bunu üstad Said Nursi'nin talebeleri yazmalı.
***
Enaniyet/benlikçiliğin çaresi, benliğimizi 3 halde/durumda kıvamda-dengede tutmaktır.
1-Cemaatin/cemiyetin şahs-ı manevisi (birleşik kişiliği) içinde görev ve ödevimizi yaparken ve meşveret/istişare anında enemizi buhara dönüştürmek.
2-Cemaatin/toplumun şahs-ı manevisi (birleşik kimliği) içinde, sıradan/normal konumdayken, enemizi su gibi kullanmak.
3-Cemaatin/toplumun, izzet, vakar, hak ve hukukunu savunma anında, enemizi buz konumuna dönüştürmekle vazifeliyiz.
***
-Sosyal medya ve diğer iletişim araçlarının yoğunlaştığı günümüzde benlik ve enaniyet arttı mı azaldı mı?
-"Görünen köy kılavuz istemez" atasözünde olduğu gibi çocuktan ihtiyara, dindardan dinsize tüm insanlık, buzdan toplar gibi benlik bilyelerine, çelik misketlere döndük sanki.
Bu gidişle insanlık, tecessüs edilen bir fanusta, güdülen bir sürüye dönüşme rizikosunu taşımaktadır.
Sosyal medya/sanal medya benlikçi, enaniyetli kişiliği yeni bir boyuta taşıdı ve zirve yaptırdı diyebiliriz.
Aynaya baktığında görülen kişi ile sosyal medyada görülen kişinin aynı olmaması, normal gelmeye başlayıp ülfet ve ünsiyet oluşmuşsa, enaniyetli kişilik ortaya çıkmış demektir.
Bugün egoistlik, ben anarşisine ve hiççiliğe dönüşmüş haldedir.
Bireyci anarşizm; tanrı, devlet, ahlak ve toplumu dikkate almadan başıbozuk hareket eden ferdlerin, topluma karşı sorumluluğu yoktur demektedir.
***
Şöhretin ve şöhretperestin üç hali
Hücumat-ı Sitte Risalesi'nde şeytanın birinci hilesi şudur:
"Birinci desise, Şeytan-ı ins, şeytan-ı cinnîden aldığı derse binaen, hizbü'l-Kur'ân'ın fedakâr hâdimlerini hubb-u cah vasıtasıyla aldatmak ve o kudsî hizmetten ve o mânevî ulvî cihaddan vazgeçirmek istiyorlar. Şöyle ki: İnsanda, ekseriyet itibarıyla, hubb-u cah denilen hırs-ı şöhret ve hodfuruşluk ve şan ve şeref denilen riyâkârâne halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz'î, küllî arzu vardır.
Hattâ o arzu için hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevk eder. Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir. Ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır, çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zayıf damarıdır. Yani, bir insanı yakalamak ve kendine çekmek, onun o hissini okşamakla kendine bağlar, hem onunla onu mağlûp eder."
***
Şöhretin aslı fıtri ve kalbidir. İnsanı ölümsüz gösteren sahte ve gösterişli bir çaba, bir çırpınmadır.
Bu ölümsüzlük zan ve aldanmasını alabildiğine artırmaya şöhret, çabalayana da şöhretperest denir.
Şöhretin ve perestliğin 3 hali vardır:
1-Şöhret fıtridir ve ahireti esas alanlar için son derece tehlikelidir. Dünyeviler içinse son derece karışık ve sıkıntılıdır. Hem uhrevi hem dünyeviler için birçok ahlaksızlığın çıktığı yer, hem de insanın mağlup edildiği en zayıf psikolojik noktasıdır.
Peygamberimiz (asm) bu sebeple "kardeşinizi yüzüne karşı överek belini kırmayın, sizi övenin yüzüne toprak atın" demiştir. Kardeşimizi, takdir edip dua ederek sevdiğimizi söylemeliyiz. Resulullah böyle buyuruyor.
2-Şöhret riyanın, çok yüzlülüğün ta kendisi ve gizli şirktir. Aynı zamanda zehirli bir baldır, kişiye ait olmayan çok şeyi bir kişiye tapulayan, bir zulüm, bir haksızlıktır. Nasrettin Hoca'ya zamanla yüklenen fıkralar, Köroğlu, Herkül Rüstem'e yüklenen yiğitlikler bu cümledendir.
3-Şöhret hastalığının çaresi ihlas ve samimiyettir. Allah için işlemek, onu razı etmeye niyet ve odaklanmak. O razı olup kabul ettikten sonra isterse kitlelere, insanlığa da duyurur kabul ettirir. (Risale-i Nur hizmetlerinin tanınması gibi.)
Allah razı olmadıktan sonra şan, şeref, ünvan, şöhret çok ağır bir yük, bir zahmettir ki, bazen kişiyi çeşitli ölüm şekillerine sürükler.
***
Risale-i Nur’a sadakat ve kanaatin 3 hali
Üstad şöyle diyor:
"Bu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı biçare dostlarımı o suretle çektiler, mânen onları tehlikeye attılar. O biçareler, "Kalbimiz Üstadla beraberdir" fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki, ehl-i ilhâdın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın "Kalbim sâfidir, Üstadımın mesleğine sadıktır" demesi bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor, hades vuku buluyor. Ona "Namazın bozuldu" denildiği vakit, o diyor: "Neden namazım bozulsun? Kalbim sâfidir."
Risale-i Nur'a sadakat ve kanaat nedir sorusunun cevaplarıyla konumuzu bitirelim.
1-Öncelikle İslamiyet güneş gibi bir hakikattir. Kendisine teslim olanların yörüngesinden çıkmasını istemez. Genel anlamda İslam'dan çıktıktan sonra kavga, dövüş yapanlara mürted damgası vurup, onu kendi dışına fırlatır.
İslam caddesinde giden aydınlık kılavuzlar da buna benzer. Kendileri üzerinden İslam güneşine bağlanan tilmizlerinin kopmasını hakikatten kopma olarak görür ve hoş karşılamazlar.
a-Mesela; Abdulkadir Geylani, Gazali, Mevlana, İmam Rabbani hatta Sokrat ve Eflatun da böyledir. Hz. Mevlana "ne olursan ol gel amma, geldikten sonra bir daha gitme" demiştir.
b-Üstad Nursi, asrın iman, Kur'an harekatına katılanlardan tam bir sadakat ve kanaat bekler, ayrılıp kopmayı normal karşılamaz. Çünkü ispatlı, delilli, kısa, doğru cadde-i kübradan kopmak hakka şüphe ve zayıflık getirir. Bu da sırat-ı müstakimin/doğru yolun, çatallaşıp kafaların karışmasına sebep olur.
c-Sözler'de, önce ifrat gelir sonra tefrit yazılıdır. "İfrat tefrite sebep olduğundan daha suçludur" denmiştir.
Bu sebeple Risale-i Nur caddesini daraltan, katılaştıran, mutassıp gösterenler ilk suçlu, ilk sorumludurlar. Bu daraltma ve katılık nur talebelerinin, dışlanma ve küsmesine birinci sebeptir.
2-Risale-i Nur ve Üstad Nursi'nin gösterdiği gibi, Nur talebesinin sabit ayağı Sözler'de, yürüyen ayağı ise, 360 derecelik açıyla hakikatleri kolaçan eder.
Her şeyin kıymeti, kıyasla anlaşıldığı için bu dinamiklik, nurlu hakikatleri parlatır ve yeryüzündeki gerçek değerini ortaya çıkarır. Aksi halde hakikatler, örümcek ağına döner, aşırı bir kutsiyet yüklenip, gerçeküstü bir konuma, efsane ve menkıbeye dönüştürülür.
Üstad Bediüzzaman'ın "biçare hakkikatler kıymetsiz ellerce (sathi akıllarca) mecaza dönüşür" dediği hakikat budur.
a-Sadakat sıdka, doğruya, hakka bağlı kalmaktır. Kişiye bağlanma veya delilsiz saplantı değildir. Amma hakikat avcumuzdaki canlı balık gibidir. Onu öldürmeden, yere düşürmeden sahiplenmek ve korumak çok elzemdir.
b-Bunun da iki tane sağlaması var:
Birincisi, hakikati hakiki adamlar meşveret ve şura ile canlı tutup koruyabilir.
İkincisi ise hakikat fert, toplum hatta yönetim katlarında uygulanmalı ve meyveli verimli bir ağaca çevrilmeli.
Değilse hakikat kuru bir kütük hale getirilebilir ki iki durumda da hakikat gerçekliği kaybolur. Ki, bu içi boş kabukta ayak direnmek, sadakat ve sebat değildir.
Yapılacak iş, hakikati yeni bir fidan, yeni bir filiz olarak yeniden yeşertip meyveli ağaca çevirmektir.
c-Nurlu, manevi değerlerin sayısız zararlıları vardır. Bu mesele Sözler'de izah ve ihtar edilmiştir. Hizmet tarihçemize baktığımızda bazıları daha ehem ve daha yaygındır.
d-Önce enecilik, menfaat, şöhret, makam ve siyaset zararlıları gelir. Sonra, mizaç, meşrep, yöre, bölge, ırk ve devletçi sapmalar öne çıkar. Ayrıca, iman ve nur hizmetinin kırmızı çizgilerini ifrat bir hoşgörüyle belirsiz hale getirilmesi çokça yaşanmıştır.
Yine; gelenekçi yaygın baskın tarikatların tasallutu ve kendine benzetme tehlikesi vardır. Şimdiye kadar Risale-i Nur davası, bu akımlardan çokça ve etkili biçimde aslını bozma operasyonlarına maruz kalmıştır.
3-Kur'an caddesinin devamı olan hak yollar 1443 yıldır sürüp gelmiştir. Ama kimi ehl-i sünnet cadde-i kübrasında, kimileri de doğru yolun sapık kolları biçimindedir. Mesele Risale-i Nur Hareketi'ni ehl-i sünnet caddesinde sürdürme meselesidir.
a-Bu devamın sürmesi için, ihtilafları ayrışmadan birleşmeye çevirmek, yetenekleri koruyup kollamak, insanlara bu dünyada da faydalı olma, Sözler'i, sanat, edebiyat, medya kanallarıyla, yeni nesillere yeniden üretip takdim etme ve algılatma öncelikli ve zaruridir.
b-Üstad Bediüzzaman "mevcutla yetinmek dunhimmet/himmetsizliktir-gayretsizliktir" demektedir. Öyleyse hizmet geleneğimizi kökleri üzerinden ekip, dikip hasat edeceğiz. Hazır yiyici mirasyedi olmayacağız. Hizmeti kişilere değil kurumlara bağlı şekilde geliştireceğiz.
c-Eserleri tekele alıp buzdolabında/sandıkta saklamayacağız. Nurdan tarlalar, bağlar, bahçeler, bostanlar ekip çapalıyıp ürün alacağız. Muhteşem bir meyveli çınarı, korkuluk gibi başında bekleyerek kurutmayacağız.
Vasat bir yol, dinamik bir faaliyet, dengeli bir tarz, bereketli bir mektep ve medrese olarak yaşatacağız inşaallah.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.