Erdem AKÇA
Cevşenü’l-Kebir’den Marifetullah Nükteleri-1
Cevşen, lügat manasıyla, zırh demektir. Dua terminolojisinde ise Cevşen, kişiyi manevi etki, zarar ve baskılardan kurtaran koruyucu elbise demektir. Cevşenü’l-Kebîr, Hz. Peygamber’e (ASM) isnad edilen uzunca bir duadır. Hadis ulemasınca Hz. Peygamber’e (ASM) isnad edilen bütün hadisler, sened ve metin noktasında kritiğe tabi tutulurlar. Sened noktasında incelendiğinde görüyoruz ki Cevşenü’l-Kebîr duası, Ehl-i Beyt’e has bir dua olarak rivayet edilmiş; Ehl-i Beyt tarikiyle Şii Müslümanlar arasında aktarılagelmiştir. Fakat bazı bölüm veya cümleleri Kütüb-ü Sitte ve Ehl-i Sünnet’in diğer hadis kaynaklarında geçmektedir. Bu yönden dolayı Ehl-i Sünnet uleması, Cevşenü’l-Kebîr duasına ihtiyatla yaklaşmışlardır.
Bununla beraber İmam-ı Gazalî gibi bir hadis âlimi ve Hüccetü’l-İslam zât, Cevşen ve Celcelutiye gibi Ehl-i Beyt kaynaklı rivâyetleri müsbet karşılamış; Celcelutiye duasının aslının vahye istinad ettiğini ifade etmiştir.[1] Şii hadis kaynaklarınca, Cevşenü’l-Kebir duası, sened olarak sahih; şöhret itibariyle “hadîs-i meşhur” seviyesinde Şii Müslümanlar arasında genel kabule mazhardır. Hz. Peygamber-Hz. Ali-İmam Hüseyin-İmam Zeyne’l-âbidîn-İmam Câfer-i Sâdık tarikiyle mervîdir.[2] 12 İmam’dan 6.’sı olan İmam Câfer-i Sâdık, anne tarafıyla Hz. Ebu Bekir (RA), baba cihetiyle Hz. Ali’ye (KV) dayanmakla Ehl-i Sünnet ve Şia camiasında makbul, mutemed ve sika bir hadis ravisi olup Cevşenü’l-Kebîr duasını rivâyet edenlerden biridir. Seneddeki diğer râviler olan İmam Zeyne’l-Âbidîn ve İmam Muhammed Bâkır, hadis ehlince sîka, muhafazakâr ve güvenilir kabul edilir.
Bütün bu yönleriyle Cevşenü’l-Kebîr duası sened kritiği noktasında tenkide tabi tutulsa da metin tenkidi noktasında Hz. Peygamber’e (ASM) aidiyeti yüzde100 olan bir duadır.[3] Çünkü Cevşen’deki marifetullah seviyesi hiçbir İslam âlimi, evliya ve asfiyasının ihata edemeyeceği seviyede yüksek olduğuna İmam-ı Gazali, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi, Yunuszâde Ahmed Vehbi Efendi, Bediüzzaman Said Nursi gibi ilim, irfan ve hikmet ehli zâtlar müttefiktirler. Cevşen duası Hz. Peygamber’in (ASM) yaşadığı irfanî manevi hayatı gösteren ve hissettiren, irfan seviyesi son derece yüksek, feyzi fevkalade ve nuru şiddetli bir duadır. Bu cihetten Osmanlı devri tarikat şeyhleri kendileri onu okusalar da müridlerine Cevşen duasını okutmamışlardır. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi hazırladığı 3 ciltlik Mecmuatu’l-Ahzab duasına Cevşenü’l-Kebir’i derc etmiş ve onunla ilgili rivayet ve faziletlerini dibacesine kaydetmiştir.
Cevşen Hz. Peygamber’in (ASM) 1001 cihetten Allah ile muhataplığını ifade eden ve Kur’anın özünü gösteren bir irfan, muhabbet ve ubudiyet duasıdır. 250 adet Esma-yı Hüsna ve 750 adet sıfat-ı Sübhaniyeden meydana gelir.
Bu çalışmada Cevşenü’l-Kebir duasının içerdiği bazı hususiyetleri tespit etmeye, Hz. Peygamber’in (ASM) Cenab-ı Hakk’a iltica ve irticaındaki marifet ufkunu, hissiyat derinliğini ve Esma’ya mazhariyet derecesini göstermeye çalışacağız.
ALT YAPI MAHİYETİNDE BAZI KAVRAMLAR
Vahdet, Vâhidiyet, Ehadiyet, Tevhid ve Vahdâniyet
Cenâb-ı Hakk birlikler oluşturarak tecelli eder. Onun vahdet, vâhidiyet, ehadiyet, tevhid ve vahdâniyet şeklinde çeşitli birlik tecellileri vardır. Bunları bir temsil aynasında şöyle görebiliriz: Bir ağacın kökündeki çekirdek vahdeti simgelerken, çekirdeğin emr-i İlahi ile açılarak içinden ağacın çıkıp büyümesi vâhidiyeti, ağacın meyve verip her çekirdeğin kalbinde içerdiği bütün bilgileri kodlaması ehadiyeti anlatır. Meyvenin şuurlu olduğunu nazara alırsak onun, kendini ağacın hakikati ile birlemesi ve kendini onun ürünü kabul etmesi tevhidi; bütün meyveleriyle, dal ve budaklarıyla oluşturduğu sibernetik sistemle, ağacın tamamı vahdâniyeti anlatır. Her bir ağaç meyve için dikilir ve meyveden gaye de gelecek bir ağaçtır. Meyvenin çekirdeği bu vazifeyi görecek programı içerir. İşte kâinat da böyle bir ağaçtır[4] ve insan da onun meyvesidir.[5]
Celâl, Cemâl ve Kemâl
Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-yı hüsnâsı ( güzel isimleri ) iki kategoriye ayrılır: Celâlî ve Cemâlî isimler… Kur’ân-ı Kerim’de[6] ve hadîs-i şerîfte[7] bunlar, Cenâb-ı Hakk’ın -her şeyi bunlar ile yapmasına binaen- “ iki eli ile ifade edilmiş. ” Kâinat esmâ-yı hüsnâya dayandığı için bütün âlemlerde bu isimlerin hükümleri görünür. Cenâb-ı Hakk bu isimlerden kaynaklanan zıtlıklarla oluşturduğu hakikatleri çarpıştırmakla hem kemâlâtını sergiliyor, hem hakikatleri -nisbî hakikatler oluşturmakla- çoğaltıyor hem de âhirete malzeme üretiyor. Bu sıfatların bireysel boyuttan, aileye, dünyaya, kâinata, ahrete ve varlık boyuta kadar dar ve geniş çerçevede tecellileri şu şekilde görünmektedir:
Celâl Cemâl Kemâl
Bireyde Akıl Kalb Nefis
Ailede Baba Anne Çocuk: Kız, cemâlî; oğlan celâlîdir.
Dünyada Gökyüzü Yeryüzü İnsan
Kâinatta Zaman Mekân Mümin: Kadın, cemâlî; erkek, celâlîdir.
Âhirette Cehennem Cennet A’raf
Varlıkta Allah Rahman Hüve[8]
Cenâb-ı Hakk’ın Vâhidiyet tecellisi kanunlar, sistemler ve bütünlük arz eden yapılarda görünmekle Celâlî iken, Ehadiyet tecellisi ise türler ve bireyleri gibi küllî manalar ve mahiyetler şeklinde görünmekle Cemâlîdir.
İnsandan istenen şey ise bu ikisini birleyip cemâl içinde celâli, celâl içinde cemâli görmekle[9] kemâl ve kibriyâ sıfatlarını idrak seviyesine çıkmak ve Hakk’ın vahdâniyetini kavrayıp saf soyuta açılmaktır.
İlâhî Fiiller, Sebepler ve Ötesi
Kâinat Rububiyet ve Rahmaniyet hakikatleri gereği daimî faaldir. Bu faaliyet-i daime içinde İlâhî isimler kendilerini icraatlarıyla ifade ederler. Fiiller ise, farklı boyutta farklı surette ve etkide kendilerini gösterirler. Hz. Peygamber (ASM) Cevşen duasının 2 babında bu cihet ve cepheleri ele alır: 28. Bab ve 58. Bab…
28. ve 58. Bablar, kâinatta hakikatlerin Vahidiyet ve Ehadiyet tarzında 2 şekilde yaşanıldığına işaret ediyor. Bu nokta-i nazarda bir insanın, diğer bir insanı veya nesneyi –sırf Allah rızası için- samimi ve sıcak bir şekilde sevmesi, o kişinin kalbiyle Allah’ın diğer kişiyi sevmesi sayılır. Sebepler, Allah’ın icraatlarında kullandığı perdelerdir. Eğer bütün sebepler iradelerini kötüye kullanıp o kişiden yüz çevirseler, o vakit sebepler-üstü tarzda İlâhî fiil devreye girer. Bu, Ehadiyet boyutu… Manevi terakki, her şeyden zihin-kalb-ruh noktasında yüz çevirip doğrudan doğruya Allah’a odaklanmakla başladığı için bu Ehadiyet boyutunu yaşamak bir manevi kader ve mecburî istikamettir. Bu yolculuğun son noktası mana-yı harfî (tevhid) ufkuna çıkıp sebepleri “Vahidiyet-i fiil” görme seviyesine yükselmek ve yine hususi manada “Ehadiyet-i fiil” boyunu da yaşamaktır. Ki bu, Vahidiyet ve celal içinde Ehadiyet ve cemali yaşama halidir. Bu seviye, Vahdâniyet ve kemal diye ifade edilir.[10]
Cevşen’in 28. Bâbı, manevi gelişme aşamalarında 10 hakikatin Ehadiyetine mazhariyeti ifade ediyor: “İmâdiyet, senediyet, zuhriyet, ğıyâsiyet, hırziyet, fahriyet, ızziyet, muîniyet, enîsiyet, ğunyetiyet” (Yıkılmaz sağlam direk; zayıflamaz dayanak noktası; tükenmeyen azık kaynağı; darlıkta yetişen yardım; zordan kurtaran himaye; bâki fahr kaynağı; alçalmayan izzet; zayıfa yetişen yardımcı; ürkmüşe ve yalnıza sıcaklık veren yâren; ebedî zenginlik ve hazine Allah’tır.)
Cevşen’in 58. Bâb ise başka bir manevi gelişme yolunun aşamalarında yaşanacak 10 hakikati ders veriyor: “Habîbiyet, tabîbiyet, mucîbiyet, şefîkiyet, refîkiyet, şefîiyet, muğîsiyet, delîliyet, kâidiyet ve râhimiyet.” (Seveni olmayanın seveni; tedavi edeni olmayanın tedavicisi; taleb ve duası cevap görmeyenin cevap vericisi; şefkat edeni olmayanın şefkatçisi; arkadaşı olmayanın yumuşak arkadaşı; destekçisi olmayan zayıfların destekçisi; ihtiyaçlarda sıkışanın tek kurtarıcısı; hakikatten sapanın tek kılavuzu; hak yolunun tek yol göstericisi; rahmet edeni olmayanın rahmet edicisi yalnız Allah’tır.)
28. Bâb, âfâkî meşreb birisinin yolculuğudur; 58. Bâb ise, enfüsî meşreb birinin seyr u sülûkudur.
(Devam edecek)
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, 8. Şua, 3. Remiz.
[2] Bakınız, DİA, Cevşenü’l-Kebir maddesi.
[3] DİA ansiklopedisinde görüldüğü üzere Ehl-i Sünnet uleması, Şia kaynaklı olduğu ve biraz da uzun olduğu için Cevşen duasını Hz. Peygamber’e (ASM) isnad etmek istemiyorlar. Oysa raviler arasında bulunan Hz. Ali (RA), Hz. Peygamber’den (ASM), yaklaşık 20 sahifelik Cevşen duasından 30 kat fazla uzunlukta olan Kur’an-ı Kerim’i şifahi metodla hıfz etmiştir. Bu manada Hz. Peygamber’in (ASM) dilinden dökülmesi itibariyle Kur’an, Kudsi Hadisler gibi tek bir hadis-i a’zamdır. Kur’anın uzunluğu ile kıyaslanınca Cevşen duasının, Ehl-i Beyt’e has özel bir dua ve hatıra olarak Hz. Ali ve Hz. Hüseyin ( R.Anhuma ) kanalıyla nakledilmesi noktasında bir itiraza mahal kalmamaktadır. Şia kanalıyla geldi diye Cevşen duasını reddetmek ise, Sünnet-i Seniyyeye ve Kur’ana zıddır. “ Hikmet, müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa almaya daha hak sahibidir. ” (Tirmizi, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 17) Cevşenü’l-Kebir duası baştan sona içerdiği Esmaü’l-Hüsna ve onu tarif eden sıfatların sergilediği marifet-i kudsiye ile en büyük bir hikmettir.
[4] Necm suresi 14-16. ayetler, kâinatın hakikatinin gayb aleminde bir “Sidre Ağacı” olarak temessül ettiğini bildiriyor.
[5] “Allah, sizin cisimlerinize ve sûretlerinize değil, kalplerinize ve ona dayalı olan amellerinize bakar” hadîs-i şerîfi bu espriyi ifade eder.
[6] Sa’d suresi 75. ayet
[7] İmam-ı Nevevî, Riyâzü’s-Salihîn, meşhur şefaat hadîsi...
[8] Hüve burada, Zât-ı Akdes-i Mutlak’ı ifade eden zâmirdir. Ki, İhlas suresi daha öncesinde bir cümle ve isim geçmediği halde Hüve ( O ) zamiri ile başlar. Oysa zamirler bir dilde isimlerin yerini tutmak için ikinci veya sonraki cümlelerde kullanılır. Bu noktada Zât-ı Akdes’in, Zâtı itibariyle ve Zâtiyetiyle Gayb-ı Mutlak olduğunu anlatmak için Kur’an “Hüve” zamirini alem yapar. Bu manada İhlas suresi tam bir marifet dersidir.
[9] Cenâb-ı Hakk, nefis vasıtasıyla az dahi olsa, kadın içine bir erkeklik, erkek içine de bir kadınlık koymuş, ta ki anne veya babadan herhangi birisi çocuklar yetişmeden vefat ederse erkek, annelik ve kadın da az da olsa babalık yapabilsin ve böylece aileden beklenilen vazife gerçekleşmiş olsun. Bir insanda bu iki zıt karakterin oluşuna dair, bakınız, Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Lemeât, 668 ve Carl Gustav Jung, Dört Arketip, Anima-Animus bahsi...
[10] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 20. Mektub.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.