Mustafa ÖZCAN
Beton ve metal medeniyet
Hayatım boyunca en etkilendiğim üç roman saymam istenirse şöyle sıralardım: İlki, Hermann Hesse’in Siddhartha adlı mistik romanıydı. Uzun süre etkisinde kaldım ve etkisinin azalarak da olsa devam ettiğini söyleyebilirim. İkinci roman ise Anatole France’ın Thaïs adlı romanı idi. Üçüncüsü ise Mısırlı yazar ve kütüphaneci Yusuf Zeydan’ın Azazil adlı romanıdır. Üçüncüsünün intihal olduğuna dair tartışmalara bir de Yusuf Zeydan’nı şahsiyeti üzerinde yapıların çekişmelerin gölgesi eşlik etmektedir.
Üç romancının da kendisine göre mistik-felsefi derinliği var. Doğu hikemiyatına karşı adeta Hermann Hesse ile Paulo Coelho gibi isimler roman tadında Batı hikemiyatını kaleme aldılar. Ya da Batı hikemiyatı onlarla ete kemiğe büründü ve uç verdi. Bununla birlikte yaşadığımız çağ ve ona damgasını vuran medeniyette hikemiyatı fazla yer yok. Aksine yaşadığımız çağ İbni Arabi’nin ifadesiyle hikmet dilimlerini öldürüyor. Bunu en iyi görenlerden birisi de Batı’da bir doğulu gibi yaşayan Hermann Hesse gibiler olmuştur. Miguel Serrano ‘Carl Gustav Jung ve Hermann Hesse/İki Dostun Hatıraları’ kitabında medeniyet analizine bir rüyasının ışığında yapıyor.
Rüya
"Zürih’te o akşam bir rüya gördüm. Bir üniversiteye benzeyen, çok katlı, büyük, beyaz bir bina gördüm. Öğrencilerle doluydu, çoğu pozitif bilimler veya mühendislik ya da fizik gibi uygulamalı bilimler okuyan öğrencilerdi. Hepsi bilgilerini elle tutulabilir sonuçlar almak için kullanıyor gibiydiler; yaptıkları şeyin önemi üzerinde düşünmeden otomatik biçimde uyguluyorlardı. Şüpheden şikayetçi değillerdi ve hayati nitelikler için kaygı taşımıyorlardı. Rüyamdaki bu üniversite geleceğin dünyasını temsil ediyor gibiydi. Sınıflardan çıkan insanlar sert ve metalikti, kendilerini sadece mekanik kanunlarıyla ifade ediyorlar ve kendileri bu kanunların ürünleri haline geliyorlardı. Etten kemikten bir dünyanın son örnekleri ölmüşlerdi, tanrılar ve şeytanların olduğu canlı bir dünyanın kaygısını taşıyan o örnekler, anti–insanın bu yeni kuşağı tarafından romantik idealistler, çürümüş burjuva bir toplumun salt ürünü olarak görülüyorlardı.
"Buradan hareketle rüyam şunu düşündürüyordu sanki: Geleceğin -aslında gelecek çoktan geldiği için şimdiki zamanın- arketipi tamamen betondan yapılmış ve asfaltla kaplı bir üniversite binasında kendini uzayın fethine hazırlayan, otomun ve makinanın insanı olurdu. Böylesi bir dünyada kendim için tek bir alan bulamayan, tam bir yabancı olurdum. Yalnız sonradan fark ettim ki Hesse ve Jung gibi insanlar da benzer zorluklarla karşılaşmışlardı. Artık ölmüşlerdi ve yeryüzünün mekanikleşmesinden (robotlaşma da diyebiliriz) artık etkilenmezlerdi; kendi varlıklarının farkında olarak kazandıkları başka dünyalara ulaşmışlardı. Az zamanım kalmıştı fakat şunu biliyordum ki bizzat ben benzer bir çaba göstermek zorunda kalacaktım artık, böylece bu dünyaya asla tekrar dönmeyecek, başka bir dünyaya adım atacaktım. Dünyanın makinalarla dönüştürüldüğü bu kurşuni çölden kendimi kurtarmak zorunda kalacaksam yapmam gereken şey buydu: bu korkunç hapishaneden kaçmak için rüyalarımın muhafızları olan etten kemikten bilge adamların, o eski dostlarımın gittiği aynı ıssız yoldan yürümek zorundaydım.”
Günümüzdeki medeniyeti beton, metalik ve mekanik karışımı bir medeniyet olarak tanımlamak mümkün hatta zorunlu. Türkiye Cumhuriyeti de kuruluşundan itibaren Mekke ya da medeniyetin beşiği Medine yerine Roma’yı yani beton, metalik ve mekanikten müteşekkil medeniyeti kabul etmiştir. Bu yönüyle Batı medeniyetine tabi olmuştur.
Nitekim, Peyami Safa Türk İnkilabına Bakışlar adlı eserinde bu meseleyi çok veciz bir biçimde ifade etmektedir: Kemalizm iki büyük milli zaruretten doğdu: Biri Türk yurdunu ve Türk birliğini içeride bozgundan ve dışarıda salgından kurtaran Milli Savaş; öteki de bu yurdu ve birliği kurtardıktan sonra Türk toprağını ve kafasını betonla inşa. Burada bina ve kafa aynı istihaleyi (dönüşüm) geçiriyor. Avrupalılaşma ahşap binaların ve ahşap kafaların yıkılması ve betonlaşmasıdır… (Türk İnkilabına Bakışlar, Ötüken Yayınları, s: 165)
Buradaki korkunç ifadelerden birisi ahşap kafaların yıkılması ve betonlaşmasıdır. Burada betonlaşan kafalardan bahsediliyor.
Miguel Serrano’nun kullandığı tabirlerden birisi etten kemikten insan ile beton, metalik ve mekanik karışımı başka bir insan türüdür. Bir başka kavramı ise ‘anti–insan’ kavramıdır. Bu da bizi anti-Christ yani Deccal tanımına götürüyor. Burada kullanılan anti-insan tipi anti-Christ’e (Deccal) tabi olan kitleleri akla getirmekte ve remzetmektedir. Deccal tek gözle dünyaya bakan ebter bir medeniyeti temsil ediyor. Sahte kurtarıcı kimliğiyle insanları öteki dünyayı gören ikinci gözlerinden mahrum ediyor. Betona gömüyor. İptali his ile birlikte duygusuz, acı tanımayan acımasız bir varlık haline getiriyor. Böylece insan robotlaşıyor. Günümüzde robotlar insanlaşırken insanlar da robotlaşıyor.
Bu nedenle de merhum Mısırlı Doktor Mustafa Mahmut teknolojiyi yani metalik ve mekanik medeniyeti Deccal‘a benzetmiştir.
Miguel Serrano’nun dediği gibi, gerçek insanların yani etle kemiği veya Peyami Safa’nın tabiriyle ahşabı temsil eden insanların gittikleri yol modern bilim ve onu temsilen üniversiteler sayesinde ıssızlaşmaktadır. Hatta çorak haline gelmiştir. Miguel haklı olarak yaşadığımız evreni kurşuni bir çöle ve bu çölün oluşturduğu bir hapishaneye benzetiyor. Bu üniversitede kendi kökenlerine yabancılaşmış insanlar uzayı keşfetmeye çalışıyorlar. Heyhat! Fussilet Suresinin 53'üncü ayetinde değinildiği gibi: “Onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki böylece onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun."
İnsanın kendini anlamadan uzayı anlaması kabil değil. Bu kendi dilini öğrenmeden yabancı dili öğrenmeye benzer! Allah’ın ayetleri her yerde mahfuz. Dibini göremeyenlerin gökleri fethetmelerinden ne çıkar! Olsa olsa mum dibine ışık vermiyor denilebilir. Yemenli alim El Habib Ebubekir El Meşhur da böyle söylemektedir.
İnsan kendini keşfettiğinde iki kanatlı/zülcenaheyn haline gelecek ve özüne ve insanlık yapısına geri dönecektir. İnsanın yüzü yeniden gülümsemeye başlayacaktır. Ya da muasır medeniyet adı altında kendi çölünde ve hapishanesinde çürüyecektir.
İbni Ataullah İskenderi'nin dediği gibi: “Allah'ı bulan neyi kaybeder ve O'nu kaybeden neyi bulur."
Allah'ı bulan insan olur, kaybeden de bedbaht olur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.