Bir anlaşma, alternatifli düşünmenin bir büyük açılımı

Her şeyin bir görüneni ve bir de görünmeyeni, yani bir hikmet ve bir de sebepler boyutu var. Her şeyi bu iki boyutuyla ele alan yanılma payı son derece azdır.

Tevhit inancını özümseyip feraseti kuvvetli olanlar, sıradan günlük olaylarda da bu duruşu sürdürerek işin sonunu beklemek için büyük bir sabır gösterirler. Ama bu iki boyutlu bakış açısından hareket etmeyenlerse, tek alternatifli görüşü ölçü olarak ele aldıkları için, gördükleri tek doğru üzerinde ısrar eder dururlar. Kendilerini bu konuda çok haklı görerek her türlü çıkışı yapmada da asla bir sakınca görmezler. Bu ise ön değerlendirmenin bir eksiğini gösterir.

Bu girişi niçin yaptık? Bizim için bu elbette bir ölçü olmasına olmalıdır; ama asıl sözü özgürlük çağı Asr-ı Saadet’te yaşanan ilginç bir olaya götürmek istiyoruz.

Hudeybiye anlaşması İslam tarihinde ilginç olduğu kadar, kritik bir dönüm noktasıdır. Hudeybiye anlaşmasının gelişmesinden çok, yalnızca Peygamberimiz ve Hz. Ömer’i ilgilendiren bölümünü ele alıp yer yer anekdotlar sıkıştırmaya çalışacağız.

Peygamberimiz Hicret’in sekizinci yılında Kâbe’yi ziyaret etmek istedi. Düşüncesi de Mekke sakinlerini ürkütmemek için silahsız gitmekti. Aşağı yukarı Medine’den on kilometre uzaklaştıktan sonra Hz. Ömer, silahsız olarak, canavarlaşmış Kureyş’e doğru bu gidişin bir intihar olacağını düşündü. Söz söyleme özgürlüğünün zirvede olduğu bu dönemde söz söylenecek insan Peygamber de olsa söylenirdi. Hz. Ömer de hemen Resulullah’a bu kaygısını açtı. Resulullah da onun bu kaygısını yerinde görerek, taşımamak kaydıyla Medine’den silah getirtmek için adam göndertmişti. Ama Müşriklerin, Müslümanları Mekke’ye kesin sokmama kararlarına ilişkin bir haber de gelmişti.

Niyetlerinin sadece Kâbe’yi ziyaret etme olması girişimleri boşa çıkması şöyle dursun, elçi olarak gönderilen Hz. Osman’ı hapsettikleri ve hatta öldürdükleri haberi yayıldı. Bu haber üzerine son derece üzülen Peygamberimiz, orada bulunan sahabelerin sonuna kadar savaşma kararlılıklarını tazelemek istedi. Kur’an-ı Kerim’de de geçen “Ağaç Biati” meşhurdur. Bu ağaç altında, Peygambere biat edenlerin Allah’ın razı olacağı da müjdeleniyordu bu ayette. Müslümanların Resulullah’a yaptığı bu “biati” öğrenen müşriklerin cephesinde de ciddi panik yaşandı. Derken taraflar, gidip gelen sözcülerden sonra Hudeybiye denilen yerde anlaşma yapmak üzere toplanmışlardı.

Hudeybiye anlaşmasının yazılması sırasında da bir takım anlaşmazlıklar yaşandı. Resulullah, sahabelerin haklı itirazlarına rağmen, bütün bunları müşriklerin lehinde düzeltti. Antlaşmanın bu şekilde düzenlenmesinden hiç memnun olmayanların başında hiç şüphesiz Hz. Ömer geliyordu. Bu anlaşmaya göre, Müslümanlar bu yıl değil, bir yıl sonra Kâbe’yi ziyaret edecekleri, iki taraf arasında on yıl harp olmayacağı, bu süre içinde Kureyş’ten Müslümanlara iltica edenlerin iade edilmesi ve ancak Müslümanlardan Kureyş’e iltica edenlerin ise iade edilmemesi şeklinde, görünüşte tamamen Müslümanların aleyhinde üç madde de vardı. Hele bu son maddeyi de duyunca Hz. Ömer, güçlünün bir yenilgisi şeklinde algılayarak çok üzüldü.            

Hz. Ömer, bu kaygısını bir şekilde açacaktı Peygamberimize. Aksi takdirde içindeki çekincesini bastırmış olurdu. O zaman hak ortaya çıkmayabilirdi. Bu konuda bir vahiy de inmemişti. O demektir ki, Peygamberimiz bu dünya işinde kendi görüşüyle hareket ediyordu. Böyle olunca, Hz. Ömer’e çekinmeden Resulullah’a açma ve gerektiğinde fikrini söyleme hakkı doğuyordu. Daha önceden de bu konuyu Hz. Ebubekir’le görüştü; ama o “Resulullah’ın bir bildiği var” diye yüreğine su serpecek fazla bir şey diyemedi. Bu kez Peygamberimizle konuşma hakkını kullanmak zorunda kaldı ve aralarında şu konuşma geçti:
“Siz Allah’ın Peygamberi değil misiniz?”
“Şüphesiz O’nun Peygamberiyim.”
“Müşrikler düşmanlarımız değil mi?”
“Evet, düşmanlarımızdır.”
“O halde niçin dinimizin küçük düşürülmesine razı oluyorsunuz?”
“Allah’ın Peygamberi Allah’ın iradesine zıt bir iş yapamaz!”

Hz. Ömer, söz söyleme özgürlüğü çerçevesinde kendisine göre haklı bir dileğini açıkça ifade ediyordu Resulullah’ın huzurunda. Kendince bir görev yerine getiriyordu. İlginç olan da Peygamberimizin Hz. Ömer’in sorularına son derece ciddi cevap verme nezaketidir. Dış görünüş yönüyle bu anlaşma Müslümanların aleyhindeydi. Konum itibariyle fazla şansları olmayan müşriklerin dayatması karşısında bir yenilgiydi de. Çünkü güç ibresi sürekli Müslümanların lehine dönüyordu. O halde bu anlaşma neden imzalanıyordu? Hz. Ömer, deyim yerindeyse tek alternatifli bir düşüncenin içindeydi; olaya yalnızca bir yönüyle bakıyordu. Madalyonun öbür tarafı ona gözükmüyordu. O şartlarda böyle bir bakış açısına da sahip değildi. Ama kendi değerlendirmesine göre de haklılığına o denli inanıyordu ki, bu haklılığı ona Resulullah’a rağmen konuşma cesaretini veriyordu. Kaçırdığı önemli bir ayrıntıyı ise ancak daha sonra kavrayacaktı.

Anlaşma imzalandı. Medine’ye dönüşte Peygamberimize, bu anlaşmanın gerçekten bir fetih olduğunu müjdeleyen “Fetih” suresi indi. Onu Hz. Ömer’e okudu. İşte vahiyden sonra Hz. Ömer hatasını daha iyi anladı. Müthiş bir üzüntünün içine girdi. Öylesine ki, kendini affettirmek için vermediği sadaka, kılmadığı namaz ve tutmadığı oruç kalmamıştı. Yine de Peygamberimize karşı bu çıkışının üzerindeki olumsuz etkisini hafifletemedi. Kendi deyimiyle çok acı günler yaşadı.

Hudeybiye anlaşması neden bir büyük fetih müjdeliyordu? Ertesi yıl Mekke de fethediliyordu gerçi. Ama ondan önce kalpler fethediliyordu; fethedilmeliydi. Serbest bir şekilde Mekke ve Medine’deki akrabalar birbirine gidip gelmişti. İletişim kurulmuştu. Korku ortadan kalkmıştı. Bu bir sene içinde Mekke ve diğer yerlerden Müslüman olanların sayısı o zamana kadar Müslüman olanlara göre kıyaslanmayacak kadar çok artmıştı.

Madalyonun öteki tarafı şimdi görülüyordu. Hz. Peygamberimizin görünüşte verdiği tavizlerin meyveleri şimdi devşiriliyordu. Mekke’den önce kalplerin fethi işlemiydi Hudeybiye anlaşması. Hudeybiye bir büyük diyalogun başlangıcıydı. O zamana kadar, isteseler de, Mekke ve Medine’deki akrabaların birbirleriyle görüşme yolu tamamen kapalıydı.

Henüz bu konuda vahiy inmemiş olsa bile, Peygamberimizin bakış açısı ile Hz. Ömer’in bakış açıları arasında fark buydu işte. Elbette bir ayrıntıydı bu; ama bu ayrıntıda vahyî bakışın boyutu vardı, Hudeybiye’nin hikmet boyutu. Adaletin sembol ismi Hz. Ömer bir insandı elbette; bu boyutu kaçırabilirdi. Kaçırdı nitekim. Ama tez de ayıldı, hatasını ve kısır değerlendirmesini anladı; tövbe etti.

Elbette bizim alacağımız dersler var bundan. Karşılaştığımız hangi olayın iki ya da daha çok alternatifi olmaz. Olaylara tek boyutla ya da tek gözle bakmanın bize yükleyeceği o kadar sorumluluklar var ki!

Çok katı kurallarla hareket edenlerin, başka doğru yok psikolojisi içinde ha bire bastıranların, kesin inançlıların ve bol keseden atanların kulakları çınlasın!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.