Ediz SÖZÜER
Bir hediye paketi
Bir hediye paketi düşünün. En kaliteli hediye kutusuna konulmuş. Kurdelelerle, yaldızlarla, göz alıcı hediye ambalajıyla paketlenmiş. Hatta kutu içindeki hediyenin etrafına kurutulmuş, kokulu gül yaprakları serpiştirilmiş.
Şimdi ilk olarak, kutu içindeki hediyenin, paketinden çok daha kıymetli, güzel, pahalı ve anlamlı olması şarttır değil mi? İkinci olarak, hediyenin böyle güzel süslenmesinin maksadı, o kıymetli ve anlamlı hediyeyi en güzel şekilde takdim etmek ve içindeki hediyeye dikkat çekmek içindir. Üçüncü olarak, hediye paketi ne kadar süslü olursa olsun, yırtılarak açılır. Çünkü gaye, hediyeye ulaşmaktır. Dördüncü olarak, hediye paketini açtıktan sonra bir kenara koyan ve esas ilgisini içindeki hediyeye yönelten aklı başında bir insandır. Beşinci olarak, hediye paketiyle oynamaya çekilerek, içindeki hediyeyi çıkartıp bir köşeye fırlatarak ilgilenmeyen insanın aklî dengesinin yerinde olduğunu, aklı başında hiç kimse söylemez. Netice olarak, anlamlı ve kıymetli bir hediyenin kendisiyle ilgilenmeyerek, tüm dikkatini ve ilgisini süslü paketine veren kişi, cahilliğini ve akıldan yoksunluğunu ilan eder.
Paketin güzelliğini takdir ettikten sonra, hediyenin ifade ettiği manalara ve hediyeyi verene teşekkür etmeye yönelen kişi ise, hediyenin yüksek kıymetini idrak eden bir akla ve manasını takdir eden bir kalbe sahip olduğunu göstermiş olur.
İşte şu kâinat, içinden çok sayıda kıymetli ve anlamlı hediyeler çıkan, kocaman bir hediye setidir. Güzelliğiyle gözümüzü parlatan süsleri ve sanatlı görünümleri ise, hediye setinin paketleridir. Hediyenin kıymeti ve manası nedeniyle, böyle özenle süslenmiştir. Peki, nasıl bir kıymeti vardır ve ifade ettiği mana nedir denilirse; o hediyenin kıymeti, nihayetsiz bir kudret, ilim, mükemmellik, güzellik, şefkat ve cömertlik sahibi bir zâtın, o hediyeyi kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bize göndermiş olmasındadır. Hediyenin manası ise, bizim de onu tanıdığımız ve sevdiğimiz takdirde, bu hediyelerin çok daha mükemmel olan asıllarını sonsuza kadar vermeye devam etmek ve bizleri o mükemmel güzelliğiyle tanıştırmak için açık bir davet olmasıdır. O hediyelerin içindeki nimetlerin, asıllarına talip olmak için nümuneler olduğu ise, herkesin kısa bir vakitte tatmasından ve kimseye doymak için müsaade edilmemesinden anlaşılmaktadır. Böyle bir hediyenin hediye olduğunu bile bilmemek veya kimden ve neden gönderildiğini merak etmemek ise, akılsızlıkla beraber nasıl bir duygusuzluktur ve ne derece büyük bir cehalettir, takdir edilsin.
Kâinatın bir kitaba benzetilmesi üzerine bina edilmiş 12.Sözde[1] yer alan bir mantık örgüsü ile hakikati anlamaya çalışacağız. Yukarıda kullandığımız hediye ve hediye paketi arasındaki ilişki ile bir kitabın içeriği ve kapağı ile arasındaki ilişki aynıdır. Her şeyden önce, her kitap okunmak ve manaları anlaşılmak için yazılır. Örneğin, bir popüler bilim kitabının kapağı, kitabın içindeki fikirlerin kıymetini göstermek ve ifade ettiği yüksek manalara dikkat çekmek için, gayet çekici ve kaliteli bir baskıyla takdim edilebilir. Böyle bir kitabın sırf cazibeli kapağına takılıp kalan ve kendisini hiç okumayan veya okumaya tenezzül etmeyen, hatta onun bir kitap olduğunu dahi bilmekten aciz bir kişi, cahilliğini ortaya koyar. Kitabın çekici kabı, popüler bilim meraklısı bir insanın da elbette hoşuna gidecektir. Ancak, onun gözünde kitabın süsleri ve kaliteli baskısının, sadece o önemli kitabı daha keyifli okumaya vesile olduğu için bir değeri vardır ve sevilir. Yoksa tek başına bir kıymeti yoktur. O cazip kapak, asla kitabın yerini tutamaz ve sadece onunla meşgul olarak kitap unutulmaz. İşte sanatkâr bir hükümdar tarafından, mukaddes manalarına ve mucizeliğine layık bir işleme ile süslenmiş muhteşem bir Kur’ân yazılıyor. Kitap oluşturulurken de, her çeşit kıymetli taşlarla süsleniyor. O derecede ki, okuma yazma bilmeyen bile sadece seyrederek hayran kalıyor.[2] O hükümdar, bir filozofla bir müslüman âlimi çağırıp, ikisinden de bu Kur’ân’ın detaylı bir analizini yapıp, mahiyeti hakkında bir kitap yazmalarını istiyor. Filozof, arapça bilmediği için, elindekinin bir kitap olduğunu ve kıymetli taşlarla süslenmiş şekillerin de manayı ifade eden yazı olduğunu anlayamıyor, antika bir eser zannediyor. Ne kadar traji-komik değil mi? Esasında ciddi bir bilim adamı olduğundan, o da elindeki antika eserin fizikî özelliklerinin detaylı analizlerini yapıyor.
Kullanılan malzeme, işçilik, eni, boyu, kıymetli taşların ve nakışların birbirleriyle olan ilişkileri vs gibi sadece maddî boyutta bir inceleme kitabı yazıyor. Haliyle Müslüman âlim de, eline alır almaz anlıyor ki, elindeki bir kitaptır ve Kur’ân’dır. İş böyle olunca, sadece süsleri ve nakışları anlatılıp bırakılır mı hiç? Söz konusu olan antika bir eser değil, en yüksek manaları ve hakikatleri her asırdaki insanlara parlak bir surette ders veren ve mucizelik yönleri tükenmeyen bir manevi hazinedir. Bu kişi, diğer adamın meşgul olduğu işten çok daha kıymetli, yüksek ve anlamlı bir iş yaparak, o Kur’ân’ın manalarını yorumlayan, mucizelerini ortaya koyan, hakikatlerini ispatlayan bir tefsir yazıyor. Huzura çıktıkları vakit, hükümdar o filozofun çok çalıştığını ve detaylı bir inceleme kitabı yazdığını görüyor. Fakat elindekinin bir kitap olduğunu bile anlamamış ve dolayısıyla da ifade ettiği manalar yönünden hiç incelemeye tâbî tutmamış bu adamın ortaya koyduğu çalışmayı, Kur’ân’a yapılan bir saygısızlık olarak değerlendiriyor.
Çünkü çok çeşitli hakikatleri ders veren ve kendisinden ders alan her tabaka insana her zaman üstatlık ve rehberlik eden Kur’ân’ı, manasız nakışlarla dolu zannetmek, ifade ettiği manaları kıymetsiz görerek hakaret etmek anlamına gelir. Bu adamın hak ettiği muamele, yazdığı işe yaramaz kitabı başına vurmak ve huzurdan kovmaktır. Hükümdar da böyle yapıyor. Müslüman âlimin yazdığı kitabı görünce ise şöyle diyor: “işte hakikî ilim, hikmet budur ve gerçek âlim ve hikmet sahibi, yani bir eşyanın hakikatini keşfetmek ve ne işe yaradığını bilmek, böyle olur. Diğer adam, uzmanı olmadığı halde, bilmediği ve anlamadığı alanda ahkâm kesmekle haddini aşan bir bilim adamıdır”[3]
Kâinat, sahip olduğu düzenlilik nedeniyle büyük kitaba benzetilir. İçindeki her bir mevcud, kâinat kitabının yazarını tarif eder ve varlığını bildiren bir delil olur. Bu yönüyle her bir mevcut, tıpkı Kur’ân’ın Allah’tan bahseden, O’nu tanıttıran ve delil olan ayetleri gibi, cisimleşmiş bir ayettir. Kâinat da büyük bir Kur’ân gibidir. Nasıl ki misalimizdeki müslüman âlim, o ziynetli Kur’ân’ı tefsir eden ve manalarını bildiren bir kitap yazmıştı. İşte gerçek hayatta da Kur’ân, büyük ziynetli bir Kur’ân’a benzetilen şu kâinatın cisimleşmiş ayetlerinin manalarını bildirir ve ders verir. Saklı olan hakikatini keşfedip, bizlere anlayacağımız şekilde tercüme eder. Kur’ân eşyanın hakikatini bildirmekte, güneş gibidir. Nasıl ki, güneş eşyayı aydınlatarak varlığını ortaya çıkarıp gösterir. Kur’ân da, eşyanın hikmetini, hakikatini, gayesini, manasını saklı oldukları yerden çıkarır ve gerçek mahiyetinin ne olduğunu gösterir. Nasıl ki zifiri karanlık bir meydanda hiç bir eşyanın varlığı bilinmez ve görülmez. Kur’ân güneşi olmadan da, sönük bir el feneri gibi olan akıl tek başına kullanılırsa, eşyanın hakikati, gerçek şekliyle bilinmez ve görülmez. Aklın tek başına gördüğü kısmı ise, karmakarışık ve bulanık suretlerden ibaret kalır.
Felsefe, kâinattaki her şeye sadece kendileri hesabına bakar, yani onları yapan usta ve sanatkârı işin içine katmaz. Durum böyle olunca ne olur? En manalı ve kıymetli bir sanat eseri olan tabiatın derin manalarının tamamı gizlenir, manevi yüksek kıymeti saklanır, hiçe iner, sadece maddesi itibarıyla bir değeri kalır. O da ne kadardır ki zaten? Hâlbuki bir sanat eserinin gerçek güzelliği, sanatkârıyla olan bağıdır ve o sayede hakikî bir anlam ifade eder. Acaba sizi tanımayan ve bilmeyen unsurların bir araya gelmesiyle, çamur gibi bir toprağın içinden çıkan ve dalların ellerinden sizlere uzanan meyvelerin, ihtiyacınızı tesadüfen karşılaması ve size bir şans eseri lezzet vermesinin ifade ettiği anlam derinliği ne kadar sığdır? Toprağı ve ağacı kendine perde yapan, sizi tanıyan, gören ve seven, ihtiyacınızı bilerek şefkat eden, kendini size tanıttırmak istediği için o meyveyi ikram eden, sonsuz bir güzelliğe ve mükemmelliğe sahip, nihayetsiz bir kudreti, ilmi, iradesi ve rahmeti bulunduğu eserleriyle anlaşılan bir zâtın o meyveyi size bir hediye olarak gönderdiğini bilmenin ifade ettiği mana, öbüründen ne mertebe yüksek ve güzeldir? Hele böyle bir bilgi, sizi hediyelerin kaynağına ulaştırıyorsa ve o hediyelerin daimî olarak alınmaya devam edeceği müjdesini içeriyorsa ve o ikram sahibiyle tanışma imkanı olan bir yere davetli olduğunuz anlamına geliyorsa, buna ne kadar önem vermek gerekir sizce? Bir portakalı tam vücudumun ihtiyacına, gözümün zevkine, damağımın tadına göre yaratmasıyla, bütün ihtiyaçlarım ve isteklerimden haberdar olduğunu anladığım şu kâinatın sahibi ve hâkimi olan, kudretli ve şefkatli sanatkârın hesabına bakmakla, kâinatın gerçek güzelliği ortaya çıkmaz mı? “Ne kadar güzel yaratılmış” diye ifade etmek, bambaşka bir anlam ve değer kazandırmıyor mu eşyaya? Ebedî bir yaratıcıları olmadığı için yokluğa, hiçliğe gidecek, devamlılıkları ve anlamları olmayan ve güya “ne kadar güzel” diye sanatkârı aradan çıkararak meftun olunan tüm sahte güzellikler, ne kadar boş ve “ne kadar çirkin”dirler. Kâinat, tüm hakikî güzellikleriyle, kendisini yaratan sanatkârın namına, kendini böylesine kıymetsizleştirip hakaret edenlerden şikâyetçi olacaktır.
Âleme ilan etmek isteriz ki: Dinsiz felsefe, hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir...[4]
[1] Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Bediüzzaman Said Nursi.
[2] Kâinatın ifade ettiği yüksek manaları bilse de bilmese de, her insanın kâinatı hayranlıkla seyretmesine işarettir.
[3] Pozitif bilimlerdeki uzmanlığı ile maneviyat alanında beyanat veren ve kâinatın mahiyeti ve ifade ettiği mana hakkında söz söylemeye yetkili olduğunu zanneden, haddini bilmez bilim adamlarına işarettir.
[4] Tahkir: Hakaret. Dinsiz felsefe tabirinden kastedilen şudur: Felsefe iki kısımdır. Bir kısım felsefe, dini inkâr eder ve bir yaratıcıyı kabul etmez, insanları dinsizliğe ve tabiat bataklığına sürüklemeye çalışır. Burada bu zararlı felsefe muhatap alınmıştır. Diğer kısım ise, toplumsal hayata, ahlâka, insanın gelişimine, bilime, sanata ve ilerlemeye hizmet eden felsefedir ve bu felsefe, Kur’ân ile barışıktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.