Safa MÜRSEL
Bir medeniyet tribünlere oynuyor…
Sistemindeki maddi-manevi arızalarla yüzleşmekten kaçınan Batı, İslam’ı hedefe koyarak, hem İslam’a haksızlık ediyor, hem de kendisine kötülük ediyor. İslam’ın insani, adil, şefkatli ve sevimli yüzünü göstermemek için, sevimsiz ve vahşi bir İslam imajı inşa ediyor. Gerçek dışı bir senaryo ile, medeniyeti adına zafer düşleri kuruyor. Halbuki, “fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.” kuralı, bir yaratılış kanunudur. Batı dünyası, karikatürlerle karikatür gibi müstehzi bir mücadele yöntemi benimseyeceğine, dürüstçe “doğru İslam’ı” tanımayı seçse, nice insani sorunlarını, kolayca çözme imkanı bulacak.
Bunun son bir örneği, Batılı bir sosyal bilimcinin, geçtiğimiz yıl boyunca tartışılan görüşleri vesilesiyle yaşandı. Hatırlanacağı üzere, Fransız asıllı ve Nobel ödüllü ekonomist Prof . Piketty’nin “20. Asır’da Kapital” isimli eserini konu alan 14 Mayıs 2014 tarihli yazımda, sayın akademisyenin, “gelir dağılımında adalet” vurgusu yapan görüşü ile Batı ekonomisine yönelik eleştirilerini özetlemiştim. Yazara göre, Batı ekonomileri “kar artışı”nı sınırsız bir hırsa dönüştürmüş, bunun sonunda, servetin yüzde ellisini, nüfusun yüzde biri kontrol eder hale gelmişti. Hiçbir toplumun kaldıramayacağı bu dengesizliğe dikkat çekiyordu. Sayın yazar, “servet eşitsizliğini kapitalizmin yapısal bir hastalığı” olarak tanımlıyordu. Bu görüşler, faiz sarmalından kurtulamadığı için ekonomik krizle boğuşan Batı toplumlarında, ilgiyle karşılandı ama, eserin dikkat çektiği eşitsizlik hakkında kayda değer hiçbir şey yapılmadı. Fakat, terör, göçmen ve Müslüman kavramları üzerinde anormal spekülasyonlar yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Batılı yönetimler, eşitsizlik ve çatışma gerçeğini, terör tartışmalarıyla unutturarak, sanki tribünlere oynuyorlar.
Batı toplumlarında, gelir ve servet dağılımında adaletli bir bölüşüme, gerilimlerin aşılmasına sağlayabileceği katkı bakımından şiddetle ihtiyaç var. Amerika ve Avrupa’daki, gelir dağılım dengesizliğinden kaynaklanan bazı toplumsal patlamalar, güvenlik problemi gibi görülüyor ve üstü örtülerek geçiştirilmeye çalışılıyor. Veya kamuoyunun önüne “İslami terör” gündemi konularak, kolaycı bir hedef saptırma yolu seçiliyor.
Şu bir gerçektir: Batı, bütün çatışma ve bunalımları İslam dünyasına yıktığını düşünmenin rehaveti içindedir. Ne kadar görmezden gelirse gelsin, derin bir kimlik krizi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Batı demokrasileri, farklı inanç, etnik ve sosyal sınıflardan kaynaklanan problemleri, artık tolere edemediği bir sürece giriyor. Bu kimlik krizinin bir ucunda, ekonomik güce rağmen, kutsalı dışlayan seküler yaşam tarzının oluşturduğu bir bunalım vardır; diğer ucunda ise, ekonomik eşitsizlik ve güvensizliğin beslediği kitlesel gerilimler vardır. Batı medeniyeti bu gerçeği ile yüzleşmekten kaçıyor.
İşte Prof. Piketty, bu şartlarda ortaya çıktı ve kapitalist modelin hiç hoşlanmayacağı sözler söyledi. Batı sistemine yönelttiği eleştirilerle, “tarihin sonu” efsanesinin kutsanacak bir yönü olmadığını, aksine bir “tükeniş süreci”nin adı olabileceğini sarsıcı bir şekilde ikaz etti. Geçen asrın ilk yıllarında Bediüzzaman tarafından seslendirilmesi sebebiyle, gelir dağılımında küresel çapta adalet öngörüsü yapan bu ikazların, biz yabancısı değiliz. Sayın akademisyen, Bediüzzaman’ın 1910’larda söylediği gibi, “Servetin (hodgam (sadece kendisini düşünen) ellerde birikmesinin tehlikesi”nden bahsediyor. “Gelir dağılımını genişletmek” gereğine işaret ediyor. Önemli bir gerçeği yakalayan bu görüş, Nur risalelerinde, sosyal buhranların, yani “isyan ve ihtilallerin” önünü kesmek için “tabakalar arasındaki hatt-ı muvasalanın (sosyal sınıflar arasında yakınlaşma) kurulması” ihtiyacı olarak önümüze çıkar.
Geçtiğimiz aylarda bir üniversitemizin davetlisi olarak Türkiye’ye gelen sayın akademisyen, yine aynı şeyleri söyledi. Gelir adaletsizliğine karşı, “servete sosyal sorumluluk yüklenmesini” teklif ediyor. Ne var ki, bu yükümlülüğü, “ servete ek vergi” konulması olarak öngörüyor. Bu teklif, Müslümanlar olarak bizi de ilgilendiriyor . Gelir adaletsizliğine karşı en etkili çözümlerden birisi, şüphesiz servete sosyal sorumluluk amacıyla ek bir külfetin yüklenmesidir. Fakat bilinen bir şey var ki, insan tabiatı, servetine kanun müeyyidesi ile külfet yüklenmesinden çok hazzetmiyor.
Prof. Piketty, toplumlarda gelir dağılım dengesini kurmak için zenginlerin gelirine, sosyal sorumluluk anlamında, zekat limitlerinde vergi yükümlülüğü öngörüyor. Bediüzzaman ise, bunu farklı açıdan öngörür: “İnsanların heyet-i içtimaiyesinde intizam ve asayişi temin eden köprü zekattır. Alem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilallerden, ihtilaflardan meydana gelen felaketlerin tiryakı, ilacı muavenettir.” Kısaca, sosyal sınıflar arasındaki iletişimi ve düzeni sağlayan en güçlü faktör, zekat başta olmak üzere, benzeri İslami yardımlaşma vasıtalarının hayata geçirilmesidir.
Servet üzerine yüklenen yükümlülüklerden sonuç alabilmek için, kanun tazyiki yerine, dinin teşviki ile vicdanlarda yardım ve dayanışma duygusunu uyandırmak gerekiyor. Bu açıdan çözüm, benliğimizi, “Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum”, “Malik ben değilim. Sahip olduğum imkanlar, bana, imtihan için “emaneten” verilmiştir. Hadsiz duygularla donatılmış vücut nimetini ve mülkü verenin rızası ve emri dairesinde hareket etmeliyim, dedirtebilmektedir.
Dine alerjisi olan bazı çevreler, bu öneriyi, din kaynaklı olduğu için, hem de alaycı bir tavırla karşı çıkar ve küçümserler. Halbuki, iki yüz civarında ülkenin üye olduğu Birleşmiş Milletlerin, bir kıtadaki açlıkla mücadele için ikiyüz milyon dolar toplamakta aciz kaldığı bilinen bir gerçektir. Diğer taraftan, Türkiye gibi Müslüman bir toplumda, zekat ve benzeri dini yardım yükümlülüğüne inanan insanların, yılda en az yedi milyar dolarlık bir kaynağı, dar gelirli çevrelere, ibadet duygusuyla severek aktardıkları ise, başka bir gerçektir. Görülüyor ki, inancın teşvik ettiği bir yardımlaşmanın gücü, hiçbir şeyle kıyaslanamaz.
Bediüzzaman’ın işaret ettiği, “ Heyet-i içtimaiyede görülen ihtilaller, fesatlar ve bütün ahlak-ı rezile”, elbette yardımlaşmaya yabancı bir bencillikten kaynaklanıyor. Bu husus, şu ikazda daha net görülür: “Arkadaş ! Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı (ilişkiyi) kesecek derece uzaklaşmamaları lazımdır. Bu tabakalar arasında hatt-ı muvasalayı temin eden zekat ve muavenettir. Halbuki vücüb-u zekat ve hürmet-ı ribaya (zekat yükümlülüğü ile faiz yasağına) dikkat etmediklerinden tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-yı rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine, ihtilal sadaları, haset bağırtıları, kin ve adavet vaveylaları yükselir. Kezalik, yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor….Maalesef tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma (merhamete) sebep iken, tekebbür ve gurura bais oluyor. Tabaka-ı fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti mucip iken, esaret ve sefaleti intaç ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şahit istersen alem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahitler mevcuttur.”
Prof. Piketty’nin “Kapitalizmin yapısal bir hastalığı” olarak gördüğü servet eşitsizliği, sermayenin sosyal sorumluluk üstlenmekten kaçması gibi olumsuzluklar , ileri boyutlarda devam ediyor. Bediüzzaman’ın, sadece akla ve kanun gücüne değil, kalp ve vicdandan beslenen zekat vb. vasıtalarla yardım öngörüsü, potansiyel krizleri çözmede gerçekçi ve o nispette fıtri bir teklifi olarak önümüzde duruyor. Batı’lı yönetimler eliyle tribünlere oynayan bir medeniyetin düşünen kafaları, uyandırılmış terör , göç ve nefret gibi sloganların blokajı sebebiyle bu konuya yeterince eğilme fırsatını, belki bugün bulamıyor. İhtiyaç duyduklarında önlerinde bulacakları şekilde, bu gerçekleri onlara ulaştırmak gibi bir görev ise, bizi bekliyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.