Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Birleşik-Bağımsız Kürt Devleti tasavvuru!..

Kaç asırlık bir plân karşımızdaki: Zaruretlerin, mecburiyetlerin, büyük mağlubiyet sancılarının, dehşetli korkuların, aklı çatlatan düşünce arayışlarının doğurduğu bir şâheser...
 
Halid Bin Velid’den beri İslâm hakkaniyet ve kılıcı karşısında gerilemeye başlayan Hristiyan âlemi, Osmanlı ile zirvesini bulan derin bir mağlubiyet acısı yaşar... Yeis ve korkularını asırların  akışı emzirir. Büyük bozgunlarla neticelenen Haçlı Seferleri, savaşarak kazanma ihtimâlini devre dışı bırakmıştır. İster istemez başka türlü arayışları olur Batının...
 
Savaş meydanlarında yenemedikleri bu kahredici gücü, imha etmenin bir yolunu bulmak isterler... Bir taraftan kazanma hırsı ve ümidi ile galibiyet unsurlarının istishaline hız verirler, beri taraftan plân üzerine plân kurarlar.
 
Karşılarındaki güç kesif ormanlar gibi, birbiriyle kaynaşmış muhtelif ağaçlardan müteşekkil gür bir orman... Yetmiş iki milletin kaynaştığı bir orman... Nihayet hasmın gücünün bu kaynaşmışlıktan, bu ittihad ve birlikten, yekpârelikten kaynaklandığını şaşkınlık içinde farkederler.  Çözüm, hasmın bu muhkem omurgasını kırmak, hisar taşları gibi kenetlenmiş kemiklerini birer ikişer söküp fırlatmaktır. Asırlar boyu devam edecek, geliştirilip tahkim edilecek bir arayış, bir yeni keşeftir bu, Batı için.
 
İdâre tarzındaki eksiklik ve yanlışlıklara rağmen meşruiyetini İslâmiyet’te arayan ve İslâm dünyasını altı yüz yıl şerefle temsil eden Osmanlı’nın hâkim unsuru Türk, Batı düşmanlığının hedef tahtasına oturtulur. Kılıçla sırtı yere getirilemeyen bu unsur, Batı’nın kirli arka sokaklarındaki mekteblerde habis ırkçı telkinlerin merkezine yerleştirilir.
 
Osmanlı’nın merkezî idâresinden kaçan bir avuç mâcerâperest genç Türk’e, Türklüğün ne kadar parlak, ne kadar muhteşem ve ne kadar büyük bir imtiyaz olduğu anlatılır. Kendi devletlerinden yeterince nemalanamadıkları, Türk olmayan unsurların devleti parsellediği, “Pis ve tembel Araplar” ile “dessas acemler”in bu gidişle devletlerini batıracaklarını, dostâne(!) bir telaş ve endişe ile anlatıp dururlar...
 
“Jön Türkler” diye tarihe geçecek olan bu kişiler ile koca Devlet-i Aliyye’nin yıkılışını hazırlayacaklarının hesabını yapanlar, bir asır zarfında hedeflerine ulaşabileceklerini kestirmişler miydi, bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki, İslâm ittihadını bozmak ve bölmek için istihsâline geçilen, “milliyetçilik” diye parlatılan câhiliye asabiyeti meş’um bir “ırkçılık”la Osmanlı’yı yıkıp İslâm dünyasını dağıtmakta zorlanmazlar.
 
Türk unsurunu öne çıkaran İttihad ve Terakki’nin kısa sürede sebebiyet verdiği mağlubiyet felâketleri, ahşap eski konağı saran dehşetli bir yangın gibi Osmanlı’yı yakıp küle çevirir. Bu yangının binayı bütünüyle sardığı bir devirde harekete geçen Batı, girdiği bütün savaşlarda zaferle çıkar... Artık savaş meydanlarının da gâlibi odur.
 
Osmanlı’yı yıkıp İslâm birliğini tehdid olmaktan çıkaran Hristiyan dünyası, eski düşmanın küllerinden yeniden doğmaması için de asırlara uzanan, asırları kucaklayan, birbirilerini tahkim eden yüzlerce plânı kurup işletmeye başlar... Eski birliğin bölük pörçük parçalarında kendi irâde ve isteklerine âmâde, isimleri muhtelif ama temel müşterekleri istibdad olan onlarca ülke, onlarca devlet vücud bulur. Yarım asır doğrudan sevk ve idâre ederek hâkimiyetlerini tesis ettikleri bu ülkelerden çıktıklarında da gerçekte orada kalmışlardır... Ahlâksızlıklarını, alçaklıklarını burada kalıcılaştırmış; yerli bekçilerin korumasına terk etmişlerdir.
 
En büyük parçalardan biri olan Türkiye’nin durumu ise asıl dikkate şâyân olanıdır... Zirâ,  iki yıl kadar önce Çanakkale’de verdiği büyük zayiatların ardından İstanbul’u elini kolunu sallayarak işgal eden İngilizler, ebediyen burada kalabilecek durumda iken, tek kurşun sıkmadan Osmanlı’nın payitahtını Ankara muktedirlerine bir devir teslim merasimi ile teslim edip, çocuklar kadar şen, çocuklar kadar keyifli bir çehre ile şehri terk ederler...
 
Lafı uzatmanın, suallerle vakit kaybetmenin alimi yok. İngilizler işgal ile elde etmeyi düşündüklerinin fazlasını almadan İstanbul’dan çıkmış değiller... Bu, aklı çatlatan, tarifi imkânsız bir cinnet olur İngilizler için... Kimin İngilizlere bu geri dönüş için ne verdiği, hangi taahhüdlerde bulunduğu yakın bir geleceğin bedihiyâatlarından olacaktır. Geçelim...
 
Masa başında sınırları tesbit edilen, Batı’nın ensesinden tutup sevkettiği yeni ülkelerin kukla devletleri, düşmanlarının habis menfaatlerine şuursuzca veya büyük bir istekle hizmet ederler... Bir araya asla gelmemeleri murad edilen yeni ülkelerin arasına ekilen düşmanlık tohumlarını ırkçılık lağımı ile sulamaya devam eden Batı’nın bu yeni coğrafyada gelecek menfaatlerine hizmet etmek için kurduğu büyük tuzak, Kürt merkezlidir. Nihayetinde Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nın bölünüp küçültülmesinde kullanılacak bu tuzak adım adım işletiliyor.
 
Bir asra yakındır bu ülke devletlerine kürtleri ezdirip inkâr ettiren Batı salgını kaba ırkçılığın Kürtlerde dehşetli bir kin, bir intikam ve bir ümitsizlik meydana getirip bağımsız bir devlet kurma düşüncesini kaçınılmaz kılacağından adı kadar emin olan Batı, tezgahının doğru çalışması için de gerekli bütün tedbirleri alır.
 
“Kürt yoktur” hezeyanından, dil yasağı ve fakir bırakma politikalarının yanısıra büyük küçük vesilelerle de Kürtlerde kin ve nefreti derinleştirecek katliamlara kadar bir yığın plân, aslî maksada hizmet etmek üzere hep devrede tutulur.
 
Önce zayıf halka Irak’da ABD ve Batı destekli Özerk Kürt Bölgesi hayatlandırıldı, yeni eşikte ise Suriye var... Sonra sıra Türkiye ve İran’a gelecek... Birleşik ve bağımsız adıyla kurulması bir kaç asır önce plânlanan Kürt devletinin doğum sancıları iyiden iyiye artmış görünüyor.
 
Bu yeni kuşla tam dört İslam ülkesi vurulacak, küçültülecek ve diz çöktürülecektir... Hazîn olan, bu habis âkibeti önleyebilecek tek ülke olan Türkiye’nin uyanmamakta direnmesidir. Bu dehşetli maksadı netice vermek üzere dikte ettirilen Kemâlist anlayışı mahz-ı hakikat telakki etmek,  akla ziyan dehşetli bir cinnettir. Görmüyor musunuz ki, bu yoldaki ısrar bizi bir uçuruma götürüyor. Türkiye bu cinnet ve gafletten kurtulmazsa, kaçınılmaz âkibet, en fazla çeyrek asır sonra kendisi ile aşağı yukarı aynı cesâmette bir Kürt Devleti ile komşu olmaya mecbur olmakdır. Evet, bu gidişatın tabiî neticesi birleşik-bağımsız Kürt devleti olacaktır...
 
Peki, Batı’nın Kürt devleti arayışı, Kürt dostluğunun eseri mi? Budalalığın gereği yok... Batı, adı ne olursa olsun hiçbir Müslime asla dost olmadı, asla da dost olmayacaktır... Kürt devletini hayatlandırmaktan maksadları İslâm dünyasının kıyamete kadar zelil ve perişan hâlinin devamına yeni ve kuvvetli bir unsur eklemektir... Verdikleri destekle vücud bulmuş Kürt devletinin kendi boyundurukları altında menfaatlerine hizmet edeceğinden şüpheleri yok... Batı, bizimle savaşmaması gerektiğini öğreneli asırlar oldu... Bizi birbirimize bu kadar kolay kırdırdıktan sonra üstelik niçin savaşsın?..
 
Serde bu şuursuzluk  olduktan sonra düşmana gerek yok, birbirimizi boğmasını biliriz...
 
Bu uzun makalenin yerini bulması, AK Parti kadrolarının îmân ve ferasetlerine bağlı... Türkiye, kendi Kürt Meselesi’ni asırlık yanlış politikalarla çözmeye çalıştıkça tam da Batılıların muradı olan Müstakil Kürt Devleti’ne heykeltıraşlık yaptığını bilmek zorundadır... Kürt halkını bu habis zihniyet Türkleştirmeye muvaffak olamadığı gibi, bütünüyle imhaya da muvaffak olamadı; bundan sonra da olamayacaktır... Artık tehcir imkânı da yok... Kaba kuvvet ve istibdadla da zapt-ü rapt altında tutmak imkânsızın imkânsızı, görüyorsunuz... Üstelik Batı, Müstakil Kürt Devleti’ni artık kurmanın vaktinin geldiğine kesin karar vermiş görünüyor...
 
Ya bu dehşetli uçurumun başında uyanıp Kürtlerle birlikte düşmemek için birbirinize sarılacaksınız, ya da birlikte o uçuruma yuvarlanacaksınız... Çözüm iki değil, bir: İslâmî ve insanî bir zeminde, Hukukullahı esas alan yeni bir anayasa ile birlikte ve gerçek mânâsı ile kardeş olarak yaşama irâdesi göstermek... Bunu samimiyetle ve kuvvetle isteyip gereğini yapmakta geciktikçe, âkibet bölünmek, küçülmek ve Batı’nın menfaatlerine kölelik etmek olacaktır.
 
Uzun zamandır siyâsî yazı yazmamaya gayret ediyorum, zirâ abesle iştigal gibi geliyor artık... Ama vicdanım çok rahatsız ve tazib etti. Yakın geleceğin bu kuvvetli ve tehlikeli ihtimali; telaş ve endişelerimi de göze gösterir kılınca, hiç değilse ileride kemiklerimize torunlarımız tekmeyi sallayacakları vakit vicdanlarında masumiyet beraatimiz olur ümidiyle yazdım... Yoksa bugünün insanlarına bir fayda temin etmeyeceğini, kaale alınmayacağımı biliyorum... Üzgünüm... Kimse ölüme râzı değil, ama ölüyoruz... Geçmiş zaman, sadece insanların değil, devlet ve ülkelerin de kabristanıdır...
 
Yine de son bir rica: Ey ehl-i îmân muktedirler!.. Hiç değilse siz selefleriniz gibi yapmayınız... Bu ateşi söndürmezseniz yalnız dünyanızı değil, âhiretinizi de yakacaktır... Şimdi bulunduğunuz yerlere bir fecr-i sâdık başlatmak üzere çıktınız, bu zifirî gecenin devamı için çalışmayınız!..

Bugün

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum