BM, Uhuvvet Risalesini Kardeşlik Beyannamesi olarak tanımalı
Prof. Sambur: Uhuvvet risalesi, insanlığa yapılan sahici bir kardeşlik deklarasyonudur
Röportaj: Serdar Bilgin-RisaleHaber
Yıldırım Beyazıt Üniversitei Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilal Sambur RisaleHaber’e konuştu…
ÜSTADIN “UHUVVET RİSALESİ” BİR CEVAP OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR
Günümüz insanının en çok muhtaç olduğu şey barış ve kardeşlik. 21.yy’da evrensel bir barış ve kardeşlik projesi olarak “Uhuvvet Risalesi”ni nasıl değerlendiriyorsunuz? İttihat-ı İslam çerçevesinde değerlendirme yapabilir misiniz?
Modern dönem insanlık tarihi içerisinde kendisine özgü bir dönemdir. Her dönemde savaşlar olmuş, çatışmalar olmuş, ama modern dönem 50 yıl içerisinde iki tane dünya savaşının arka arkaya yaşandığı, nükleer silahların kullanıldığı; ilk defa insanlığın ve dünyanın toptan yok olma korkusunu, tehlikesini ve endişesini yaşadığı bir dönem. İnsanlar modern dönemde şiddete yöneldikleri ve şiddeti küreselleştirdikleri gibi nefret ideolojileri de oluşturdular. Irkçılık, sosyalizm, komünizm şiddeti sistemleştiren modern dönemde ortaya çıkan nefret ideolojileridir. Şunu söylemek lazım; modern dönemde ortaya çıkan bu fikir akımları aslında insanların birbirine düşmanlığı ve korku oluşturma esası üzerine temellenir.
Şimdi bu noktada bu soruya cevap olarak aslında Üstadın “Uhuvvet Risalesi” bir cevap olarak karşımıza çıkıyor. İşte Üstad Said Nursi’nin bu noktada modern düşünceye en önemli katkısı “Uhuvvet Risalesi”dir. Üstad, kardeşliği insanın fıtri temeli çerçevesinde yani o insanın özüne, fıtratına üflenen o ilahi öz çerçevesinde değerlendirir; insanlar arasındaki kardeşliği iman ve İslam temelinde izah eder. Bütün insanları Allah’ın yarattığı eşref-i mahlukat olduğu gerçeğiyle hareket eder ve insanın insana düşmanlığını fıtratın ihlali olarak açıklar. Uhuvveti bir dilek çağrısı olarak değil, biyolojik bir bağ olarak değil; fıtrat bağı olarak Esmâ-i İlâhiye olarak kabul eder.
SAİD NURSİ’NİN UHUVVET ÇAĞRISI ASLINDA FITRATA DÖNÜŞ ÇAĞRISIDIR
Üstad, İttihat-ı İslam ifadesi ile sadece Müslümanlar arasındaki birlikten bahsetmemektedir. Üstadın İttihat-ı İslamdan kastı ittihat-ı insaniyettir. Bütün insanlar İslam fıtratı üzerine doğduğu fikrinden hareketle insanların fıtratlarını keşfedip, ona yönelmeleridir. Zaten burası İslamın da ortaya koyduğu çerçevedir. İslam insanların ırklarından, cinsiyetlerinden, zenginliklerinden, sınıfsal farklılıklarından dolayı birbirinden üstün olmadıklarını sadece takva açısından üstün olduklarını ifade eder. İşte takva da insanların o “saf insani fıtrat hali”nin korunup korunmamasıyla ilgili bir husus. Yani Üstad Said Nursi’nin uhuvvet çağrısı aslında fıtrata dönüş çağrısıdır. Nursi, uhuvvet Risalesi’nin başında İslamiyeti büyük insanlık olarak ifade etmekte ve büyük insanlığımızın kardeşliğini tehdit eden tehlikeleri net olarak tespit etmektedir: “Müminlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik, inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.”
UHUVVET RİSALESİ, İNSANLIĞA YAPILAN SAHİCİ BİR KARDEŞLİK DEKLARASYONUDUR
Eğer fıtratımıza dönersek İslamı ve imanı o temelde yeniden temellendirebilirsek işte o zaman evrensel insani kardeşlik insanın o fikri kendi varoluşsal olarak temellendirebileceği bir gerçeklik haline dönüşebilir. Nursi, insan fıtratının düşmanlıkla zehirlenmesine karşı uhuvvetin tek doğal durum olduğunu insanlığa deklare etmektedir. Uhuvvet risalesi, insanlığa yapılan sahici bir kardeşlik deklarasyonudur. Uhuvvet Risalesinin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi Birleşmiş Milletler tarafından Evrensel Kardeşlik Beyannamesi olarak tanınması gerekmektedir.
ÜSTADIN KIRMIZI ÇİZGİSİ: İSLAM VE ŞİDDETİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI
Ülkemizde son aylarda terör olaylarının ciddi manada arttığını görüyoruz. PKK ırkçılık, IŞİD din üzerine kurulmuş bir örgüt. Bu terör örgütleri ve terör olayları karşısında bizler kardeşliğimizi nasıl pekiştirmeliyiz? Bu konuda Üstad Said Nursi ne diyor, çözüm önerileri nelerdir?
Tabi günümüz dünyası İslam dünyasının kendisine yabancılaştığı, kavgalı olduğu bir dünya. Türkün, Kürdün, Arabın, Acemin kimsenin birbirini tanımadığı bir dünyadan bahsediyoruz. Bu dünyanın merkezi Ortadoğu’dur. Bu coğrafyada Türkün-Kürde; Müslümanın-gayrı müslime; Arabın Aceme; Alevinin Sünniye öteki olarak konumlandığı bir zihinsel harita, bir sosyal tahayyül durumu var. Üstad, o dönemde ortaya çıkan birbirini ötekileştirme hadisesinin büyük bir tehlike oluşturacağını görüyor; ondan dolayı Türklere, Kürtlere, Araplara ve bütün Müslüman milletlerine ırkçılığın yıkıcılığına karşı sürekli uyarılarda bulunuyor. Irkçılık temelinde sosyal bir hayatın devam ettirilmeyeceğine vurgu yapıyor. Bu çerçevede ırkçılığı arka plana itmeye, önemsizleştirmeye, değersizleştirmeye; insanlar arası manevi ilişkileri güçlendirmeye, manevi ilişkiler temelinden insanların bir araya gelmesine çalışıyor. Nursi, insanlar arası kardeşliğin formülasyonunu iman, kalp, itikad ve sosyal birlik temelinde şu şekilde formüle ediyor: “Evet, tevhid-i imanî (iman birliği), elbette tevhid-i kulûbu (kalplerin birliği) ister. Ve vahdet-i itikad (inanç birliği) dahi, vahdet-i içtimaiyeyi (sosyal birliği) iktiza eder.”
Üstad, tevhit temelli bu formülasyonu, Risale-i Nur etrafında tasavvur ettiği nurani meclis modeli ile gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Aslında Risale-i Nurların nurani meclisi, o dönemde birbirini ırk, din, coğrafya ve siyaset bağlamında ötekileştiren zihniyetin aşılması için bir alternatif niteliği taşımaktadır. Nursi, İslam’ın sahih bir şekilde anlaşılması için gayret etmektedir. İslam’ın sahih bir şekilde anlaşılmasından kasıt, İslam’ın insanı rahatsız etmemeyi, bireysel ve sosyal hayatına zarar vermemeyi gerektirmesi şeklindeki mesajının kavranmasıdır. Bunun için de Üstadın çok önemli bir kırmızı çizgisi var. O da İslam ve şiddetin birbirinden ayrılması, din adına şiddetin ne olursa olsun işlenmemesidir. Bundan dolayı Üstad muhabbet fedailerinden söz eder, intihar komandolarından hiç söz etmez, bu çok önemlidir. Çünkü Üstad, din adına şiddetin aslında hem dinin hem insanın hem hayatın inkarı olduğu gerçeğinin farkındadır.
Irkçılığın ve şiddetin din ile özdeşleştirilmesi sonucunda bizim bugün IŞİD dediğimiz, El Kaide dediğimiz, PKK dediğimiz bütün bu yapaylıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tabi burada temel soru şudur: IŞİD veya başka bir şiddet örgütünün esas gücü bir zihniyet, bir ideoloji oluşturmalarından kaynaklanmaktadır ve en önemlisi din adına, ırk adına bir ideoloji, bir teoloji üretmeleridir. İnsanlar, IŞİD’e kişisel vaatlerinden dolayı değil; teolojilerinin gücünden dolayı yani dini söyleminden dolayı katılmaktadırlar. Müslümanların bir bölümü, geçen yüzyılda sosyalizm gibi, milliyetçilik gibi akımların cazibesine kapılarak İslam’ı da gerekirse şiddet yapmaya izin veren bir seküler ideolojiye dönüştürdüler. Ortaya çıkan bu seküler ideolojinin en temel özelliği, icat edilen bu zihniyetin köksüz olmasıdır. Bu zihniyet, ahlaktan, maneviyattan, insanlar arasındaki fıtri kardeşlikten tamamen kopuk, yüzeysel, çok katı bir iktidar ve hegemonya hedefi koyan, aynı zamanda bu hegemonya hedefi için mücadele etmeyi ahirette cennet gibi vaatlerle kutsallaştıran bir ideolojidir. Nursi, Risale-i Nurlarda din adına insanın köksüzleşmesine aslında bir cevap vermektedir. Nursi, insanlar arası kardeşliğin derin temelini kavramaya insanlığı şu şekilde davet etmektedir: ”Hâlbuki imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-ı İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir… Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir… Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir, bir…Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak (uyum) ve ittifakı (birlik), muhabbet ve uhuvveti iktiza (gerektiği) ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak (ayrılık) ve nifâka (bozgunculuğa), kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip, mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete (sevgiyi gerektiren sebeplere) karşı bir istihfaf (hafife alma) ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın!” Nursi, sürekli insanlığın imanı tehlikededir derken aslında o insani kökünün tehlikede oluşuna, ahlakının tehlikede oluşuna, maneviyatının tehlikede oluşuna vurgu yapmaktadır.
PKK-IŞİD-EL KAİDE’YE KARŞI…
İşte bugün yaşadığımız hadiseler, IŞİD çetelerinin din adına bir takım dini sembollerle, -‘Allahuekber’- Allah adına bu çılgın cinayetleri işleyerek korku ve dehşet salmaları, PKK’nın hak, hukuk, özgürlük adına yaptıkları şiddeti devrimci şiddet diye yüceltmeleri işte bu köksüzlükten kaynaklanmaktadır. Bütün şiddet yapıları, ötekileştirilen bir grubun mutlaka ötekileştiren bir diğer gruba karşı egemenlik kurması gerektiği üzerine temellenen bozucu ve yıkıcı hareketlerdir. Üstad, bu hareketlerin yıkımdan, yozlaşmadan ve katliamdan başka bir şey getirmeyeceğini çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Buna karşılık önerilen husus nedir? Ötekileştiren, bölen, yıkan bu hareketler yerine iman, İslam ve insan çerçevesinde Allah rızası için iman ve Kur’an’a hizmet modeli ortaya konmaktadır. Bu modelin hedefi, IŞİD-El-Kaide gibi insanlığa zarar vermekten, topluma yıkım getirmekten başka bir işlevi olmayan bu tarz zararlı cereyanların önüne geçmektir. Risale-i Nur, salt ateizm cereyanına karşı verilen bir cevaba indirgenemez. Risale-i Nur, fitne, fesat ve yıkım yapacak, insanlar arasındaki kardeşliği bozacak her türlü hareketlere karşı da verilen önemli bir cevaptır.
RİSALE-İ NURLAR ÜSTÜNE HİÇ KİMSE TEKEL KURAMAZ
Husumete vakti olmayan muhabbet fedailerinin bu süreçte yeri ne olmalı? Hiddet ve şiddet dili yerine kavli leyyin üslubunu nasıl ortaya koymalıyız ne yapmalıyız, bizlere düşen görev ve sorumluluklar nelerdir?
Tabi muhabbet fedaileri derken belirli bir grup kastedilmemektedir. Risale-i Nurları okuyan, tefekkür eden ve bunu yaşadığı topluma aktaran herkes bu muhabbet fedaileri kavramının içerisinde yer almaktadır. Burada yapılması gereken birçok şey var. Birinci temel husus, her şeyden önce bu muhabbet zincirinin insanlar arasındaki ilişkileri güçlendirmek için kullanılmasıdır. İkinci önemli husus İslam’la kurulan ilişki; İslam ve iman faaliyetini Allah rızası için yapmak. Üçüncü önemli husus İslam mesajının, Risale-i Nurlarda ifade edilen iman ve Kur’an hizmetinin cemaatlerin dar ideolojik yapılarına indirgenmemesi ve hapsedilmemesi gerekmektedir. Çünkü İslam ve iman hizmeti bütün yapıların, bütün grupların, bütün cemaatlerin üstündedir. Bununla şunu kastediyorum. İslam ve iman üzerinde hiç kimse ne adına olursa olsun tekel kuramayacağı gibi, Risale-i Nurlar üstüne de hiç kimse tekel kuramaz. Bu çok önemli bir husustur. Bir başka önemli husus, insanlar arası uhuvvetin ve muhabbetin pratik modeller çerçevesinde gösterilmesi gerekmektedir.
Rahmet Peygamberinin (asm) “bir kardeşinizin bir tarafı, bir uzvu ağrıdığında sizin de aynı şekilde bu acıyı hissetmeniz gerektiği” şeklinde ifade ettiği düsturu, derin kavrayışı, derin empati dediğimiz ötekinin içine girerek onu anlayabilme düşüncesini ifade etmektedir. Aslında Nursi’nin uhuvvet kavramıyla Uhuvvet Risalesinde kastettiği tam da budur. Empati kavramı karşımızdakinin, bizden farklı olanın içindeki en derin noktaya girip oradaki o düşüncesini, duygusunu, fikrini çıkarıp kendimize mal etmektir. Uhuvvet, bir ötekinin derinine inip o derinlikle kendi derinliği arasında bağ ve ilişki kurma halidir. Nursi, uhuvvete yani kardeşliğe hukuk, özgürlük ve onur içinde yaşamanın yolu olarak bakmaktadır: “Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “Mü’minler ancak kardeştirler” kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun (korunma-sığınma) ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.”
ÇÖZÜM SÜRECİNİN BAŞARIYA ULAŞMAMASININ NEDENİ
Bir diğer önemli ise nokta güven mevzusudur. Modern dünyada insanların din-dil-sınıf adına birbiriyle kavga etmelerinin nedeni birbirlerine güven duymamalarıdır. Türkiye’de bugün çözüm sürecinin başarıya ulaşmamasının nedeni Kürt hareketinin devlete; devletin de Kürt hareketine güven duymamasından kaynaklanmaktadır. Muhabbet ve barış, güven üzerine inşa edilebilir. Güven duygusu da ancak sağlıklı bir imani ve insani kavrayışla mümkün olabilir. Güvene vurgu yapmak lazım. Risale-i Nur doktrini insanlar arası güveni öne çıkaran bir yaklaşımdır. Üstad zaten mahkemelerde de, kendisi hakkında yapılan şikayetler ve iftiralar karşısında dahi sürekli bir şeyi talep etmektedir. Ben hiç kimsenin güvenini sarsacak bir şey yapmadım. Mesela Barla Lahikasında Üstadın cumhuriyet savcılığına verdiği bir dilekçe var, orada kendisi hakkında söylenenlerin hiç bir temeli olmadığını, insanları rahatsız edecek, güvenini sarsacak hiçbir eylem, duygu, düşünce ve davranış içinde olmadığını ifade etmektedir. Kendisini jurnalleyen Eğirdir Müftüsünün oğlunun tavırları karşısında uyarılarını zarifçe ve nazikçe yapmaktadır. Yoz nitelikteki bu jurnal faaliyetlerinin sadece kendisine karşı olmadığını, insanların da birbirine olan güvenini zedeleyen bir faaliyet olduğu konusunda uyarıda bulunmaktadır. Nursi güven olayının pratik bir şekilde insani ilişkilere yansıtılması gerektiğini bize söylemektedir.
ÜSTAD, KENDİSİNE BASKI UYGULAYAN HİÇBİR DEVLET MEMURUNA BEDDUA ETMEMİŞTİR
Bir diğer önemli husus yapılması gereken iş açık fikirli olmaktır, yani insanların din-dil-ırk-cinsiyet-bölge-kıta-renk ayrımına bakmadan, bütün insanlara açık olmak, bütün insanlarla konuşabilecek bir dil kullanabilmektir. Kavli leyyin denilen hadise, sadece güzel dil demek, tatlı dil demek değildir; Kavli leyyin, insan olan herkesle konuşabilme yeteneğidir. Eğer siz nazik, güzel konuşuyor, ancak bazı insanlarla konuşamıyor, konuşmuyorsanız bu metot kavl-i leyyin olamaz. Çünkü Hz. Peygamber (asm) kendisine hakaret eden Mekke’nin azılı müşrikleriyle de oturup konuşabiliyordu, bir bedeviyle de konuşabiliyordu, Hz.Ebubekir gibi o dönemin seçkin bir toplumsal lideriyle de konuşabiliyordu, Hz.Ömer gibi kendi toplumunda dış işleri bakanı olan bir siyaset dehasıyla da konuşabiliyordu. Kendisinin evinin önüne insan pisliği atan amcası ve karısıyla da konuşabiliyordu, mescide gelip mescidin ortasına tuvaletini yapan bir bedeviyle de konuşabiliyordu, kovmuyordu. Kavl-i leyyin, çok önemli bir husustur. Kavl-ı leyyin bütün insanlarla konuşma yeteneğidir. Nursi’de de bu vardır. Üstad, mesela kendisini şikayet eden, kendisine baskı uygulayan hiçbir devlet memuruna beddua etmemiştir, onlarla konuşmuştur. Nursi’nin, kendisine sayısız haksızlıklar yapmış olan kişiler ve güçler hakkında hiçbir olumsuz sözünü görmezsiniz.
ÜSTAD, UHUVVET DOKTRİNİNİN ESASLARINI ORTAYA KOYMAKTADIR
Jandarmalarla, savcılarla, istihbarat görevlileriyle, ateistlerle olan diyaloğu, İstanbul’un işgali sırasında Anglikan Kilisesi papazının sorduğu soruya verdiği cevaplar, Rusya’da işgal sırasında Rus Başkomutanına karşı olan duruşu, Barla’da tabiat varlıklarıyla konuşması, Kastamonu’da Abdullah Yeğin gibi “öğretmenlerimiz bize Allah’tan bahsetmiyorlar, bize Allah’tan bahset” diyerek kendisine gelen bir ortaokul öğrencisi ile konuşması önemlidir. Bütün bunlar aslında Nursi’nin bütün insanlarla konuşma yeteneğini ifade etmektedir. Lahikalara baktığımız zaman, özellikle bu husus çok net olarak ortaya çıkmaktadır. Nursi, bütün talebelerini ve çevresindekileri kendisiyle eşit görmektedir, her zaman onlara “kardeşlerim” demektedir. Nursi ve diğer insanlar arasında kurulan tek ilişki kardeşliktir. Nursi, kardeşlerine aziz, sıddık ve fedakar gibi yüksek sıfatlarla hitap etmektedir. Üstad, bu hitaplarda uhuvvet doktrininin esaslarını ortaya koymaktadır ve kavl-ı leyyinin bütün insanlarla konuşma yeteneği olduğunu bizlere göstermektedir.
Risale-i Nur talebelerine, muhabbet fedailerine düşen en önemli görev ve sorumluluk, kavl-ı leyyin, akl-ı selim kalb-i selim olarak hareket etmeleri, bütün bunları bir bütün olarak ortaya koyan sosyal modelleri açığa çıkarmaları gerekmektedir. Nursi, boş ve verimsiz şeyler için mücadele etmenin insanın hem dünyevi ve hem uhrevi hayatını yıktığını, uhuvvetin ise hem dünya ve ahiret hayatını inşa eden özgürlük ve izzet yolu olduğunu hepimize etkili bir şekilde hatırlatmaktadır: “İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir” düstur-u âliyeyi (yüce düsturu) düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şekavet-i uhreviyeden (ahirette kötü duruma düşmekten) kurtulunuz.”İnsanlık, kardeşliği onur, özgürlük ve hukuk içinde yaşama yolu olarak yeniden keşfetmeli, düşmanlığın ise zillet, esaret, zulüm ve sefaletten başka bir şey üretmediği konusunda ciddi bir farkındalık düzeyine ulaşmalıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.