Ümit etmek sebeplere müracaatı gerektirir
Şekercihan YouTube kanalındaki “Bir Bayramdır Ramazan” programının yirmialtıncı gün sohbeti “Kur’an’da Ümit ve Yeis” başlığı altında İbn Haldun Üniversitesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Taha Burak Toprak ile gerçekleşti
Haber: Mehmet Kaplan
Toprak, “Ümit ve yeis kavramlarını hakikaten konu olarak söylemeniz tevafuk oldu. Bizim de üzerine çalıştığımız, bir taraftan anlamaya çalıştığımız kavramlar ve çok kritik kavramlar. Birlikte anlamaya, düşünmeye çalışalım” diyerek başladığı sohbetini şu açıklamalarla sürdürdü:
ÜMİT VE YEİS, DAVRANIŞIN BAŞLANGIÇ VE DURUŞU İÇİN KRİTİK KAVRAMLAR
“Çok kritik kavramlar bunlar. Çünkü davranışın başlangıcını sağlayan ve davranışın durmasına sebep olan kavramlar. Aslında yaptığımız her davranış temelde bir motivasyona, motivasyon da bir niyete, o da aslında bir ümide dayanıyor. Dolayısıyla insan ümidi olmadan gerçek anlamda bir davranış ortaya koyamıyor ya da yapıcı bir davranış ortaya koyamıyor. İnsanın hayatı değiştirebilmesi, dönüştürebilmesi, hayata ve çevresine bir şeyler katabilmesi ümitle başlıyor. Ümit oldukça bunlar gelişiyor. Yeis ise bunun tam tersi bir durum. İnsanı davranıştan, bir şeyler yapmaktan alıkoyan, belki de en kritik noktasıyla insanı olgunlaşmaktan alıkoyan, yani değişmeden, dönüşmeden ve arınmadan alıkoyan bir duygu, bir mod demek lazım yeis için.
Dolayısıyla bunlar böyle zıtlıkları içerisinde çok çok kritik kavramlar. Bir insanda ümit arttıkça motivasyonun yükseldiğini, yapıcı davranışların geliştiğini ve arttığını görüyoruz. Yeis arttıkça da bunların azaldığını ve belki en son maalesef majör bir depresif tablonun açığa çıktığını, kişinin artık hiçbir niyet ve davranışından bir hayır ummadığı bir halin ortaya çıktığını görüyoruz. Kur’anî çerçeve, Kur’anî iklim içerisinde bakarsak, benim anladığım kadarıyla şeytanın insanda görmekten en çok memnun olduğu hal yeis, yani ümitsizlik hali. Kendisini çaresiz, seçeneksiz görmesi ve yapacağı hiçbir şeyin bir faydası olmayacağı zannıyla yapacağı güzel şeylerden vazgeçmesi; ki bu insanın insaniyetini büyük oranda akamete uğratan bir şey oluyor. Adeta sessiz bir ölüm gibi, hayatla bağın kopmasına götüren bir süreç.
İNSANLIĞIN TÜM HİKAYESİ ÜMİTLE BAŞLIYOR
İnsanlığın tüm hikayesi anladığım kadarıyla ümitle başlıyor. Tüm olgunlaşma ve kemal hikayesi, gene Kur’an’dan anladığım üzere Âdem aleyhisselamın da aslında bu dünyadaki hikayesi, kendisini bir peygamber güzelliğiyle inşa etmeye başlaması gene bir ümitle başlıyor. Yani tüm olan bitene rağmen Cenab-ı Hak’tan ümit etmesiyle başlıyor. Aksi olabilir, yeise düşebilirdi, ama o zaman bir hikâye başlamadan da bitmiş olurdu. Hakikaten yeise düşenlerin bir hikayesi olmuyor. Ümit tüm hikâyenin başlangıcı diyebiliriz, Yani Kur’an-ı Kerim’deki bize anlatılan tüm meseller ümitle başlıyor, tüm Peygamber duaları içinde ümit taşıyorlar.”
KAİNATTAKİ İŞLEYİŞİ SADECE SEBEPLERLE ALGILAMAK ÜMİT-ÜMİTSİZLİK DENGESİNİ BOZUYOR
Metin Karabaşoğlu: “Ümit sanki zamanın tamamını ve süreci görebilmek, ümitsizlik ise ânda hapsolmak gibi bir durum diyebilir miyiz?”
Taha Burak Toprak: “Tabii. Şunu söyleyecektim, oraya bağlamaya çalışayım. Peygamberdeki hasletler, faziletler üzerinden düşününce çok şey söylemek mümkün, ama imandan sonra belki değişmez olarak görülen tipik şeyler bunlar. Yani Allah korkusu, oradaki havf ve reca. Yani ümit ve tevazu olmazsa olmaz olarak o karakterin faziletlerini sarıyorlar. En zor anlarda dahi Peygamberler Allah’tan ümit kesmiyorlar. Bu ümit kesmeme meselesi de çok enteresan. İnsana, ümit-ümitsizlik arasında dengesini kaybettiren şeyler biraz da bu kâinattaki işleyişi sadece sebeplerle algılamak ve görmek de oluyor. Sebepler üzerinden kâinatı algılamak aklen ilk başta bir avantaj sunuyor gibi gözüküyor bize (ki muhakkak öyle); neden-sonuç ilişkileri, tırnak içindeki ‘iktiran’ demek lazım belki. Neden-sonuç ilişkilerini anlamak insanın bu kâinattaki yaşayışını düzenlemesi için çok faydalı, ama eğer onları böyle bir müsebbibü’l-esbâb gibi görünce, asıl yaratıcı, yönetici sebepler gibi görünce; sebepler tıkandığında insan da tıkanıyor.
Oradaki en kritik şey, Kur’an-ı Kerim’in bize defaatle farklı farklı şekillerde sebeplerin üstünde Cenab-ı Hakkın iradesi olduğunu gösterir. Hz. Meryem’e babasız bir çocuk vermesi, Hz. Zekeriya’ya belli bir yaştan sonra evlat vermesi, İbrahim aleyhisselamı ateşin yakmaması, Musa aleyhisselamın asâsıyla taşı yarıp su çıkartması gibi hadiseler, bize hep sebeplerin üzerinde Cenabı Hakk’ın iradesi ve kararı olduğunu, dolayısıyla ümidin tükenmesinin Cenab-ı Hakk’ı anlamamak gibi bir yere çıktığını gösteriyor. Dolayısıyla sebepler ne söylerse söylesin onun ötesinde bir ümit olduğunu unutmamak gerekiyor. Majör tablolarda da öyle oluyor. Dikkatli bir kulakla psikoterapist dinlemezse, danışanlar art niyetsiz bir biçimde ama farkında olmadan sizi çaresizliklerine çok güzel ikna edebiliyorlar. Gerçekten bakınca sebepler dairesinde trajik durumlar var gibi gözüküyor. Ümit, sebeplerin ötesini görebilmek olarak, gözüken olumsuz tabloyu kırabilecek ve hikâyeyi yeniden başlatacak bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. İmandaki ümit bize her şeyin rahmet cihetini gösteriyor.”
CEZA GİBİ GÖZÜKEN HADİSELER BİR İMKÂNA DÖNÜŞEBİLİR
Mehmet Kaplan: “Daha önceki programlarda da konuşmuştuk, güzeli görmek değil, güzel görmek meselesi. Yaratıcıya intisapla baktığımız zaman her şeyi güzel ve herşeydeki güzelliği görmüş oluyoruz gibi. Ümidimiz ve hayat neşemiz o zaman kaybolmamış oluyor.”
Taha Burak Toprak: “Çok güzel bir nokta söylediniz. Yani her şeyin Cenab-ı Hakk’ın iradesiyle olduğu gerçeğini ve Cenab-ı Hakk’ın mutlak anlamda merhametinin her şeyi kuşattığını insan hatırlarsa, ceza gibi gözüken hadiseler bir imkâna dönüşebiliyor. İnşirah sûresindeki sır gibi, zorluğun içerisinde gizli olan kolaylığı görebiliriz. Cenab-ı Hak, hâşâ insanları köşeye sıkıştırıp çaresiz bırakarak orada mağduriyetlerini izlemiyor. En zor anlarda bile aslında bize bir el uzatılıyor, görebildiğimiz oranda en zor anların içinde bile çok büyük ümit imkânları var. Belki işte Kur’anî terbiye, Kur’an’la insan iştigal ettikçe bunu sıcağı sıcağına hatırlıyor. Ümit kesmek işlenen günahtan daha büyük bir günah diye söyleyebiliriz diye düşünüyorum.”
Mehmet Kaplan: “İnsanın hikayesi bir kemal yolculuğu ve bu yolculuğa ümit ederek başlamak ve ümitsizliğe düşmemek gerektiği Kur’an’da peygamber örneklikleri üzerinden bize ders verilmiş. Onlara bakarak, hayatın içerisinde bazen ümidimizin kırıldığı anları vazgeçme anları değil, aslında bizi olgunlaştıran anlar olarak da düşünebilir miyiz?”
TÖVBE ÜMİDİ ARTTIRIYOR
Taha Burak Toprak: “Allah razı olsun, gecenin tevafuku olarak da Kadir Gecesi bir ümit gecesi gerçekten, insanın ümitlerinin belki bir çağlayan gibi olduğu bir dönem Kadir Gecesi, aynı zamanda da bir tövbe gecesi. Tövbe ile ümit arasındaki bağ da bana çok etkileyici geliyor. Tövbe ümidi arttırıyor. Hepimiz hayatta maalesef hatalar yapıyoruz. Dinen bakarsak her insan bir şekilde maalesef günaha düşüyor. Günah insanın tecrübe ettiği bir şey. Bu suçluluk psikolojisi karşısında, çağdaş psikoterapi daha çok insanın suçluluk duygusunu minimize etmeye odaklanıyor. Bunu mümkün olduğu kadar azaltmaya odaklanıyor. Çünkü o yaklaşıma göre suçluluk duygusu artarsa depresyon artıyor. Neticede bunu azaltırsak insanlar daha motive halde kalırlar diyor. Çünkü suçluluk duygusu ümide zarar veriyor deniyor. Aslında bu yüzeysel bir bakış. Çünkü bunun şöyle bir handikapı var: Eğer suçluluk duygusunu azaltırsak empati gelişmiyor, insanlar olgunlaşmıyor. Hatalarını tekrar etme eğilimleri daha yüksek oluyor. Halbuki suçluluk duygusu insanda birçok şeyi arttırıp güzelleştirdiği gibi, mesela kibri de çok dengeleyen bir duygu; insana tevazu veriyor. İnsan tövbe ettiğinde gerçekten kendisini mes’ul, sorumlu biliyor; yani davranışla ilgili, olayla ilgili, sorumluluğuyla ilgili bir yadsıma veyahut kaytarma içerisinde olmuyor. Tabiri caizse mertçe, yaptığını kendisine ve Rabbine itiraf edebiliyor. Ama bu itiraf onun ümidini arttırıyor, ümidini azaltmıyor. Çünkü onun tövbe etmesinden memnun olan, razı olan, hoşnut olan ve böylece ona daha çok rahmetiyle yönelen bir Rabbi olduğunu biliyor. Bu çok muhteşem bir şey. İslamiyet dışında hiçbir yerde bulunamayacak bir şey.
YUSUF SÛRESİNE ÜMİT SÛRESİ OLARAK BAKABİLİRİZ
Bugün hâfız Yusuf sûresinden ayetler okudu. Gene bir tevafuk birkaç kardeşle Yusuf sûresini okuyorduk. Bu sûre bir ümit sûresi gibi, bitti sanılan bir şeyi yeniden başlatması ve imtihanlar karşısında kulun Cenab-ı Hak’tan ümit kesmemesi dersini kuvvetli bir şekilde alıyoruz. Yusuf sûresini Ramazan boyunca okurken benim dikkatimi çeken şeylerden biri Yakub aleyhisselama Yusuf’tan ayrılığı yaşatan evlatlarıyla kurduğu ilişkideki mülayemet. Bu sene bu benim özellikle dikkatimi çekti. Onların Allah’ın rahmet sahasının içerisinde kalmalarını sağlıyor. Bazen yüzlerine vurmayarak, meseleyi keskinleştirmeyerek, zorlukları ve ızdırapları ve hüznünü Rabbine şikâyet etmesi... Burada da şey çok enteresan bir söz söylüyor çocuklarına: ‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin’ demesi, belki bize de bir işaret olarak alabiliriz. Ne yaparsak yapalım, ne yaşarsak yaşayalım, rahmetten ümit kesmemeye devam etmek gerektiği dersi.”
ÜMİT ETMEK SEBEPLERE MÜRACAATI GEREKTİRİR
Mehmet Kaplan: “Sûredeki bu durum bize ümitvar olmayı çok kuvvetli ders veriyor. Ümitvar olmak önemli, ama bu sebepler dairesinde bir şey yapmayacağımız anlamına gelmiyor değil mi? Bir arayış, gayret ve çaba dersi de var, oturup beklemek gibi bir mana değil diye anladım.”
Metin Karabaşoğlu: “Yusuf sûresinde Hz. Yakub’un tavrında o gözüküyor. Ümidini kesmiyor, öbür tarafta sebepler dairesinde kendi vazifesini, kendi elinden geleni yapıyor. Evlatlarına, ‘Gidin araştırın’ diyor. Tevekkül ediyor ve sebeplere müracaat da ediyor. Yusuf sûresi 67. ayete bakarsak: ‘Sonra da şöyle dedi: ‘Evlâtlarım, şehre bir kapıdan girmeyin, farklı kapılardan girin. Gerçi Allah’tan size gelecek bir şeyi ben önleyemem. Hüküm Allah’ındır; ben Ona tevekkül ettim. Tevekkül edecek olanlar da Ona dayansınlar.’ Biz mevcut dindarlık algımızda bu ayetin sadece ikinci kısmını aklımıza, hafızamıza alıyoruz. ‘Hüküm Allah’ındır; ben Ona tevekkül ettim. Tevekkül edecek olanlar da O’na dayansınlar.’ ‘Ayrı ayrı kapılardan girin’ kısmını atlıyoruz. Önce bir tedbir var, tevekkül tedbirden sonra geliyor. Veya 87. ayete bakarsak: ‘Ey oğullarım! Gidin Yûsuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.’ Ümit kesmemek var ama ümidin fiiliyata dökülmesi de var; ‘gidin, araştırın.’ Yani yattığımız yerden hiç doğrulmadan ‘ben Allah’tan bekliyorum’ tutumu yok.”
İSLAM EDEBİYATINDA TRAJEDİ YOK
Metin Karabaşoğlu: “İslam düşüncesinin ürettiği edebiyat ile Yunan ve Batı menşeli edebiyatı karşılaştırdığımızda, İslam edebiyatında da birtakım maceralar var, ancak diğer kültürlerin eserlerinde yer alan trajedileri görmüyoruz. Bu Kur’an’dan beslenen İslam düşüncesinde, Kur’an’ın her yerinde gördüğümüz rahmet, merhamet ve ümidin bir neticesi midir? Rahmet tecellileri ki her yerden yağıyor, yağmur da o rahmetin bir tezahürü. Bu dersler insan zihnine hafızasına öyle bir işliyor ki, zihinde trajedi üretecek bir karanlık, boşluk kalmıyor diyebilir miyiz?”
Taha Burak Toprak: “Ben de katılıyorum, iman insanın zihnini yeniden yapılandırıyor. Fakat bence biz hâlâ toplum olarak, yaşadığımız ruhsal ızdırapların, iman hakikatlerini yeteri kadar içselleştirememiş olmakla ilişkisini cesurca kurmuyoruz. Amellerle sorunu çözmeye davet ediyoruz. Amel elbette kıymetli, ama onun temelinde imanî meseleleri ne kadar içselleştirebildik? Ben de idrak ediyorum anlamında söylemiyorum, ama en azından teorik olarak hatırlayabilmek çok büyük bir nimet gibi geliyor bana. Eşyaya isim ve sıfatların bir tecellisi olarak bakabilsek, yaşadıklarımızı da bir eğitim olarak algılayabilirsek daha anlamlı gelecektir her şey. Diğer türlü trajedi üretiyoruz. Batı dünyasında kendi kendine bir şey yapmaya çalışan bir birey var. Bizde ise Allah’tan ümitle başlayan bir hareket var.”
ÜMİT KORKUDAN, NEŞE HÜZÜNDEN BİR ADIM ÖNDE OLACAK
Mehmet Kaplan: “Metin abi, Bediüzzaman neşe ve hüznü ikiye ayırıyor. Yetîmâne hüzünlerin caiz olmadığına, ancak geçici ayrılıklardan kaynaklı kavuşma heyecanı taşıyan bir hüznün uygun olacağına dair ifadeler anlıyoruz. Bununla birlikte İslami edebiyatta da zaman zaman dünyayı sürgün yeri, insanı sürekli gurbette bırakan bir anlayış da ortaya çıkmış gibi ve bu anlayışın karşısında sizin daha çok neşe tarafında durduğunuzu düşünüyorum. Bu konuda ne söylersiniz?”
Metin Karabaşoğlu: “Bediüzzaman’dan hareketle benim bir kitabımın da başlığı olmuştu: Varolmanın Neşesi. Neşe tarafının daha fazla vurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Tasavvuf hüzün tarafına daha fazla ağırlık vermiş gibi. Kur’an’dan ve sünnetten deyim yerindeyse sütümüzü tam emdiğimizde, bence hüzün değil, neşe hayatımıza daha hâkim ve galip olur gibime geliyor. Bediüzzaman, Mevlana başka olmak üzere sufilerin yorumladığının aksine, ney sesinin ayrılıktan kaynaklanan hüznün sesi değil, o çıkan sesin bir tahmidat-ı rabbaniye ve teşekkürat-ı rahmaniye olduğunu söylüyor. Yokluktan çıkardın beni, var ettin diye, onun sevinci ve onun neşesiyle gelen şükrün sesleri olarak yorumluyor. Harikulade bir okumadır bence, Kur’an’ın nazara verdiği, tesbih, hamd ve şükür var orada diye okuyor; ki geçen gün Harun Pirim’le konuştuk bu konuyu. Var olmak, var edilmek başlı başına bir lütuf ve ahiret buradan, bu dünyadan kazanılıyor. Rahmeti, kudreti vb. fiilleri burada görüyoruz. Hüzün de olacak, neşe de olacak. Korku alacak, ümit de olacak. Ama Kur’an’dan benim anladığım ümit korkudan, neşe hüzünden bir adım önde olacak.”
Mehmet Kaplan: “İçselleştirilmiş bir imanın nimet karşısında tezahürü şükür, musibet karşısında sabır, günah karşısında ise tövbeye yönelmesi yani rahmetten ümit kesmemesi diye not almışım; onu paylaşmak istedim.”
RAHMETTEN ÜMİT KESİLMEYECEĞİNİ BİLMEK
Metin Karabaşoğlu: “Zümer sûresinden 9. Ayetindeki o cümleyi hepimiz biliyoruz: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Sûre ismini ve ayet numarasını bilmese dahi bu ülkede kime gitsek ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ diye bir ayet olduğunu büyük çoğunluk itibarıyla bilir diye düşünüyorum. Fakat bu konuya çalışırken fark ettim bu ayetin aynı zamanda reca, yani ümitle ilgili olduğunu. Ayetin önceki ayetle birlikte manasına bakıyorsunuz, sonra bir karşılaştırma geliyor ve ‘bilen’ tarifinin içinde ‘rahmetten ümitli olma’ manası var. Bilmek rahmetten ümit kesilmeyeceğini bilmek manasında kullanılıyor. Bu benim için yeni bir şeydi. Önce mealleri okuyayım, sonra Taha hocamızın yorumunu dinlemek isterim. ‘İnsanın başına bir sıkıntı geldi mi, Rabbine yönelip O’na yalvarır; sonra Rabbi ona katından bir nimet verince, daha önce yalvardığını unutarak yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya kalkar. De ki ona: “İnkârcı tutumunla biraz eğlenedur bakalım! Gerçek şu ki sen ateşi boylayacaklardan birisin!” (Bu adam mı,) yoksa ahiret kaygısıyla ve Rabbinin rahmetine nâil olma ümidiyle gece vakitlerinde secde ederek, ayakta durarak kendini ibadete veren kişi mi (daha hayırlı)?” De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!” Doğrusu ancak akıl iz’an sahipleri bunu anlar.’ Zümer sûresinde 8-9. ayetler. Taha hocam, buyurun neler söylersiniz?”
Taha Burak Toprak: “Çok güzel bir nokta hakikaten. Ümitsizliğe sebep olan düşüncelerimiz çoğunlukla bizim ‘keyfî çıkarsama’ dediğimiz türden düşünceler oluyor. Yani gerçek anlamda sorgulandığında makul delillere, kanıtlara dayanmayan, insanın hayat tecrübesinde birebir karşılığı olmayan, ama çoğunlukla duygusal ve anlık çıkarımlar oluyorlar. Mevcut konjonktürü esas olarak yapılan çıkarımlar oluyorlar. ‘Böyle olacak, biliyoruz’ ya da ‘Hiçbir şey düzelmeyecek’ diyebiliyoruz. Bir insan birini kaybediyor, asla geri gelmeyecek diyor. Nazar çok farklı bir düşünsel esneklik katıyor insana. Tefekkür edince zaten insanın ruhunda çok deneyimleri oluyor. Allah bak defalarca sebeplerin sükût ettiği yerlerde beni bu işin içinden çıkarttı, dolayısıyla gene çıkartabilir. Ümidi bilmenin içine bağlaması çok önemli ve bunu görebilmek için böyle bir tefekküre ihtiyaç var. İmanla ümit ilişkisinin insanı daha dayanıklı kılması manası önemli.”
SAKIN ÜMİTSİZLERDEN OLMA
Mehmet Kaplan: “Bazı alimler yeisi tamahın zıttı olarak kullandıkları yerde olumlu bir anlam yüklemişler. Yani Allah’tan başka kimseden bir beklenti içine girmemek anlamında kullanmışlar. Mâverdî ve İbn Hazm gibi âlimler, tamahın karşıtı olduğunu söyledikleri bu mânadaki yeis için, ‘ruh yüceliği’ tabirini de kullanırlar. İbn Hazm’a göre tamah bütün kötülüklerin aslıdır, onun ‘Tamah olmasaydı kimse kimsenin karşısında küçülmezdi’ ifadeleri bana manidar geldi.”
Metin Karabaşoğlu: “Yine bu konuya çalışırken, ancak bu yaşımda fark ettiğim bir ayet oldu: ‘Sakın ümitsizlerden olma.’ Hicr sûresinde, meleklerin ağzından Hz. İbrahim aleyhisselama söyleniyor. Dedim, keşke hattatlar bunu nakşetseler de her yerde görünür ve gözümüzün önünde olsa. Bir de havf ve reca dengesi manasında, ilk dönem sufilerden Yahya b. Muaz bir sözüyle karşılaştım, bana çok tatlı ve uyarıcı geldi. Havfsız recayı denizde boğulmaya, recasız havfı da çölde kaybolmaya benzetmiş.”
“Bir Bayramdır Ramazan” programını, Ramazan ayı boyunca her gün saat 18.00’de Şekercihan YouTube kanalından takip edebilirsiniz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.