BM'ye Risale-i Nur hediye ettim
Kültürlerarası Araştırmalar ve Dostluk Vakfı Başkan Yardımcısı Şemsettin Türkân Amerika’da Sufi İslâmiyet Ruhaniyat Society’nin başkanı olarak Rahime Hanım’ın Kiliseyle anlaşarak Perşembe geceleri kilisede zikir çektiklerini ve ezan okuduklarını ifade ett
Hasan Hüseyin Kemal'in röportajı
Dünyanın dine yöneldiği, Türkiye’de ise dine karşı olan çevre açısından bile İslâm’ın kültürel olarak öğrenilmeye başlandığı bir döneme girileceği analizleri yapılıyor. Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Özkök, önümüzdeki 30-40 senenin din yılı olacağı bunun için Hürriyet Gazetesine inanç editörü alacaklarını söyledi. Biz de dünya çapında yapılan organizasyonları yakından takip edip, bu ortamlarda İslâm’ın mesajını iletmeye çalışan Kültürlerarası Araştırma ve Dostluk Vakfı Başkan Yardımcısı, Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Konseyi Genel Sekreteri Şemsettin Türkân’la konuştuk Türkân İslâmî cemaatlerin uluslararası toplantılarda büyük hizmetler yapabileceğini söylüyor ve bu açığın bir an önce kapatılması gerektiğini vurguluyor.
Dünya çapında düzenlenen organizasyonları yakından takip ediyorsunuz. Sizce Müslümanlar bu tür organizasyonları yeterince değerlendiriyor mu?
Müslüman camianın böyle zeminlerde çok zayıf kalması beni tahrik etmiştir. Batının kendi kültürünü medya ve değişik kanallarla dünyaya empoze ettiği, insanların maruz kaldıkları dertler karşısında arayış içinde olduğu bir dönemde İslâm’ın denenmemiş reçetelerinin bu tür zeminlerde gündeme getirilmemesi beni kamçılamıştır.
Müslüman camiada, ‘Biz ne yaparsak yapalım güçlü olanlar söylediklerini yaptırır’ gibi bir anlayış var. Siz buna katılıyor musunuz?
Ben öyle düşünmüyorum. Bediüzzaman “Arı su içer bal yapar, yılan su içer zehir yapar” diyor. Bizim vazifemiz müsbet olanı insanlığa göstermektir. Her Nemrut’un karşısında bir İbrahim (as), her Firavunun karşısında bir Musa (as) olmuştur. İnançsızlık ve ahlâksızlığın insanlığı kasıp kavurduğu şu çağda elimizdeki alternatif mesajı gizli komitelerin rağmına insanlığa sunmak zorundayız.
Medya tekelinin olduğu bir dünyada bu nasıl yapılabilir?
Küresel yayınların çoğu belki belli bir fikir grubunun elinde olsa bile insanlığın meselelerinin tartışıldığı toplantılara katılarak oraya gelen etkili isimlere, önemli simalara mesajımızı az bir masrafla ulaştırma imkânı bulabiliriz. İslâmın barış dini, insanı merkeze koyan haklar manzumesi olduğunu yaşayarak, anlatarak göstermek lâzım.
Bu tür organizasyonlara örnek verebilir misiniz? Neler konuşuluyor oralarda?
BM ve çeşitli kuruluşlar önemli toplantılar düzenliyorlar. Bu toplantılardan bazı başlıklar iletmek istersek “Herkes için eğitim konferansı, dünya çocuklarını koruma konferansı, Rio’da çevreyi koruma konferansı, Kyoto protokolü, Kophenhag zirvesi, Habitat toplantısı, dünya ayrımcılıkla mücadele konferansı…” İnsanlığı ilgilendiren bu konuların işlendiği toplantıların alt başlıklarında “aile, çevre, hukuk, eğitim, insan hakları…” gibi bir çok alt başlık da yer alıyor. Habitat toplantısında alınan kararla BM konferanslarına gönüllü kuruluşların katılabilmesi, yazılı ve sözlü görüşlerini bildirebilmesi izni çıktı. Ondan sonra hızla gelişmeler kaydedildi.
Bu toplantılardan bize bazı anılarınızı anlatabilir misiniz?
G. Afrika’da 2003 yılında yapılan konferansa binlerce insan katıldı. Önemli diplomatlar, akademisyenlerle görüşme şansı bulduk. Bu toplantıda dönemin genel sekreteri Kofi Annan’a İngilizce risâle hediye ettim. Yine bir oturumda konuşmacı olan Chirack’a Risâle-i Nur hediye ettim. Zemin bu tür şeylere müsait. Çünkü insanlar çare arayışı için bir araya gelmişler ve farklı görüşlere açıklar.
2000 yılında yapılan Milenyum toplantısı sırasında bir öğle arası binlerce kitabın olduğu BM genel merkezinin kütüphanesine giderek İngilizce İslâmî eserleri sordum. Listede 140 eser vardı. Bunların üçte biri İngilizce diğerleri Farsça ve Arapça’ydı. Kütüphane görevlisine Risâle-i Nur hediye etmek istediğimi söyledim.
Kabul ettiler mi peki?
Görevli bayan verilen her kitabı kabul edemediklerini ancak kitapları bırakmam dahilinde inceleneceğini uygun bulunursa kütüphaneye kabul edileceğini söyledi. Daha sonra BM kütüphanesine uğradığımda görevli bayan beni görür görmez kolidorun başında hızla yanıma geldi ve “Kitaplar kabul edildi. Bizim böyle eserlere ihtiyacımız var” dedi. Ben de iki takım külliyat hediye ettim. Yine Beyaz Saray’ın kütüphanesine Risâle-i Nur Külliyatı bırakmamız nasip oldu.
Bu tür girişimler sonrası geri dönüş oluyor mu?
1400 küsûr sene önce Peygamberimiz (asm), Bizans İmparatoruna, Habeş Kralına ve bir çok devlet başkanına mektuplar göndermiş. Bediüzzaman 1952 yılında elliye yakın ülkeye Risâle-i Nur göndermiş. Hidayetin kime, ne zaman, nasıl geleceği belli olmaz. Bizim görevimiz ulaştırmak. 1989’da prens Charls üniversitemizi ziyarete gelmişti, kendisine yaklaşıp İslâmî bir mecmua vermiştim, sayfalarını karıştırıp ilginç demişti. Şu an kendisi Oxford Üniversitesi İslâmî Araştırmalar Enstitüsünün fahri başkanlığını yapıyor; “İnsan hakları ve ilim bize doğudan geldi” diyor. Müsbet konuşmak dahi bir zemindir.
İslâm dünyasının insanlığa mesaj verme konusundaki başarısı hakkındaki görüşünüz nedir?
İslâm dünyasında farklı akımlar, kuruluşlar var. Bunların çoğu iki yolu önemsiyorlar; Cihad ve siyaset…Cihad kavramıyla hareket edip şiddet üretenler İslâm’ın terörle anılmasına çanak tutuyorlar. Filistin’i bunun dışında tutmak gerekir. Siyaset arenasına dini soktuğunuzda kurumların, kişilerin yaptığı hatalar İslâm’a mal ediliyor. Din sadece bir ekolün malıymış gibi algılanınca dine karşı muhalefet oluşabiliyor, ancak İslâm bütün insanlığa gelmiştir. Böyle bir hataya düşmemek gerekir Risâle-i Nur insanların aklına ve kalbine hitap ediyor.
Batıda nasıl bir Müslüman algısı var?
“Erkeklerin dört karısı vardır, kadınlar araba kullanmaz, Müslümanlar Arap’tır” gibi genel kabuller var. Şu an Batıda aile yıkım halinde, gençler sokaklarda ve suça bulaşmış durumda. Uyuşturucu kullanımı had safhada. Boşanmalar da öyle… Geçtiğimiz yıllarda Kanada’da aile kongresi yapıldı Türkiye’den bir kişi katılmadı. İslâm’ın aileye verdiği değeri sunacak bir kişinin olması gerekirdi. Bu, ‘öcü İslâm’ algısını düzeltmeye yönelik bir fırsat olabilirdi. Gönüllü kuruluşların bu tür organizasyonlara mutlaka katılması gerekir.
Ama insanımız farklılıklarla karşılaşma konusunda oldukça tutucu…
Bizler sudaki balıklar gibi bazı değerlerin farkında olamıyoruz. Ben insanlarımızın turistik amaçlı da olsa farklı dünyaları görmelerini isterim. Amerika’da insanlar streslerini yatıştırmak için tonlarca hap kullanıyorlar. Elimizdeki değerleri bu insanlara ulaştırmak üzerimize vazife. Sahabelerin hayatlarına bakarsak bunu görürüz. İslâmın mesajını yaymak için dünyaya yayılmışlar.
Yaşadığınız ilginç olaylar oldu mu hiç bu tür toplantılarda?
Libya’da İslâm’a Çağrı Cemiyeti Peygamberimizin (asm) doğum gününde binlerce insanın katılımıyla kutlama düzenliyorlar. Bu organizasyon sırasında otelde odamı İspanyol Yusuf Fernandes’le paylaştım. Kendisine Said Nursî’yi duyup duymadığını sordum. O da duyduğunu ancak bir türlü eserlerine ulaşmanın mümkün olmadığını söyledi. Ben de Risâle-i Nur’la dolu olan valizimi açtım ve istediği kitabı alabileceğini söyledim. İnanılmaz derecede sevindi. Gece yarısına kadar sohbet ettik ben uyudum. Sabahın beşine ayarladığım saatimin alarmıyla uyandığımda Yusuf’un yatağının içinde bilgisayarında bir şeyler yazdığını gördüm ve “Uyumadın mı? diye sordum. Yusuf, Risâle-i Nur gibi bir esere ulaşmış olmanın heyecanıyla eseri İspanyolcaya tercüme etmeye başladığını söyledi. Gece boyunca uyumamıştı... En son görüştüğümüzde Meyve Risâlesi’ni İspanyolcaya çevirdiğini söyledi.
Sizin gönüllü kuruluşlara tavsiyeleriniz neler?
Dünyaca ünlü üniversitelerin kütüphanelerine Türkçe, Arapça, İngilizce Risâle-i Nur Külliyatı konulmalı. Oxford’ta, Sorbon’da Külliyat var mı? Bunun yapılmasının gereği Batıda insanlar bir konuda bilgi sahibi olmak istediklerinde kütüphaneye giderler.
Bütün gönüllü kuruluşların yurtdışı hizmetleriyle ilgili ve yurtdışı eğitimiyle ilgili birimler kurması gerekir. Bu konuda kaynak taraması yapması gerekiyor.
Uluslar arası toplantılara mutlaka heyetler gönderilmeli, toplantılarda tebliğler sunulmalı.
İslâm dünyasındaki diğer gönüllü kuruluşlarla, akademisyenlerle diyaloglar geliştirilmeli.
Değişik ülkeden aynı görüşe hizmet edecek gençler bir araya getirilmeli…
BİR EZAN OKUDUM HAYATI DEĞİŞTİ
1996 yılında Amerika’da sufî olduklarını söyleyen, Hz. Mevlânâ’yı çok seven insanların olduğu bir kampa gitmiştim. Kamp göl kenarında bir yere kurulmuştu. İçeride alkol almak, hormonlu gıda tüketmek ve domuz eti yemek yasaktı. Birçok öğretiden insanlar Hz. Mevlânâ’ya aşık olduklarını söyleyerek “Ben Micheal sufi ismim Mustafa” diyen insanlar gibi onlarcası vardı. Ormanın içinde zikir çekiyorlardı. Bazı saatlerde bir araya toplanıp değişik dinlerin ve öğretilerin güzel sözlerini okuyorlardı. Ben de Kur’ân’dan bir âyet okudum. Sonra kampın başkanı Bayan Köni benden Hz. Mevlânâ’nın nasıl zikir yaptığını öğretmemi istedi. Ben de yüksek bir yere çıkmam gerek dedim. Sonra bir yüksekliğin üstüne çıkıp ezan okudum. Sonra onlara namaz kıldırdım. Herkesin çok hoşuna gitti. Amerika’ya daha sonra gittiğimde Bayan Köni’yle tekrar görüşme şansımız oldu. Kulağıma eğildi ve geçen bahar Müslüman oldum. İsmim rahime dedi. Daha ilginci şehir merkezinde bir kilisiyle anlaştıklarını ve Perşembe akşamları Kilise’de ezan okuduklarını, ibadet ettiklerini ve zikir çektiklerini söyledi. Şimdi Rahime Hanım Sufi İslâmiyet Ruhaniyat Society kuruluşu olarak Kalifornia’da 8 bin dönüm arazi aldıklarını ve burayı sufi merkezine çevirdiklerini söyledi.
AMERİKA’DA HAPİSHANELER, İSLÂMI ANLATACAK İNSANLARI BEKLİYOR
Amerika'da, devlet camilere yazı yazıp İslâmı anlatan vaizler gönderin diyor. 17 hapishaneye 3 kişi görevli olarak gidiyormuş. Cuma namazı kıldırmak için 17 haftada bir sıra geliyormuş. Bu konuda da ciddî bir ihtiyaç var. Ben de Amerika’da bulunduğum dönemde hapishanede görevde bulunmak için başvuru yaptım. Emniyet hakkımda inceleme yapıp görev yapabileceğimi söyledi. Hapishaneye gittiğimde Ramazan, Şükür, İktisat Risâle’lerini okudum. Sohbetlerimizden memnun kaldık. Hapishanedeki Müslümanların liderine neden dışarıda Müslüman olmuyorsunuz da, burada bu kadar dine yöneliyorsunuz dedim. O da “dışarıda hepimiz çok meşguldük, birimiz gangster, birimiz hırsız, birimiz katildi. Hepimizin işi çok yoğundu dedi. Burada işimiz yok. Kur’ân okuyoruz. Kur’ân iyi şeyler yazıyor. Siyah-beyaz ayrımı yok. Zenginle fakir camide diz dize oturuyor. Biz cahiliz. Bize İngilizce bilen, tebliğlerde bulunan insanlar gönderin” dedi.
Yeni Asya