Mehmet KAZAR
Boş hayatlar ve asıl kaybedişimiz
Boş sözlerin ve boş hayatların ilgi gördüğü bir devirdeyiz. Bomboş insanların ve boş söz üretenlerin el üstünde tutulduğuna da şahit oluyoruz. Şöhret, bunu açıkça gösteriyor. İmtihana buradan da tabiyiz.
Bomboş İnsanları, ancak boş hayat yaşayan insanlar ayakta tutar ve alkışlar. Onlardan olmadığımız için şükretmeliyiz.
Allah, boş bir hayat yaşamamızı, boş işlerin ve boş uğraşların peşinden koşmamızı istemiyor. Verilen hayatın amacı bu değil. Hesap ince. Zerre misali.
Giden dakikalar bir daha geri gelmiyor. Hayatın her anı değerlidir. Hastane yoğun bakımlarında bir dakika daha fazla yaşam için, doktorların hasta için verdiği çabaya bakınca bunu daha iyi anlıyoruz. Aynı şekilde, bir dakika daha fazla yaşamak için servetini ortaya koyanlar da az değil. Hayat bu kadar kıymetli, bunu bilelim. Bir dakikası bile dünyanın serveti ile alınmaz hayatın. Hayattır bu. Onu biz vermedik kendimize. Dünyayı versek de bir dakikasını hatta bir saniyesini bile alamayız.
Hakikat mi? "O şu köşede dursun" diyor çoğumuz. Yani yaşantımızın en ücra köşelerinde bekletiyoruz onu. Öylece bekliyor orada. Gün yüzüne çıkarmıyor çoğumuz onu. Hakikatten maksat; kulluk, Kur'an ve Sünnet çizgisinde yaşamaktan ve insan olmaktan bahsediyorum. Anlatmak istediğim budur. Hayatı ve hakikati bilmek.
Ömür su misali akarken, hayatın köşesinde duran hakikati, yine orada bırakıyoruz çoğumuz. Evet, bırakıyoruz, üstelik bir ömür. Bırakmayalım. Geri dönüş için vakit olmayabilir. Hayat, bazen geri dönmek için fırsat tanımayabilir. Çoğu zaman da öyle oluyor. Son pişmanlık.
Dünya için yaşamaklığımızı ilk sıraya alıyoruz. Bu da nefse uymaktan kaynaklanıyor. Birde şeytana. Kendimize dönüp bakalım; orta yolu bulmalıyız. İçinde olduğumuz durumun ağır basan yönü de orta yolu bulamayışımızdır.
Her şeyin başı dünya sevgisinden ve dünyaya aldanmaktan geldiğine göre, kaybedişimizin bir yönü de işte buradan başlıyor. Kaybetmeyelim. Neyi? Hayatı ve ebedi hayatı.
Boş sözlerin ve boş hayatların el üstünde tutulduğunu söylemiştik. Anlatmak istediğim şu: Başta, kalbi uyandıran, ruhu besleyen imani ve tefekkür okumalarından, kültürden, edebiyattan ve şiirlerden uzak kaldık. İlgi görmesi gereken ve el üstünde tutulması gereken bunlar olmalıydı. Hayatımıza bu hakikatleri almalıydık. Bu saydıklarımız kalbi besler ve ona anlam katar. Ne yazık ki boş cümle üretenler ve boş hayat yaşayanlar daha çok ilgi görür hale geldi. Bu da çağımızın imtihanı oldu. Boş hayatlar ve şöhret. Sosyal medya da buna öncülük ediyor. Çağımızın hastalıklarından birisi de şöhrettir. Bilinmek de diyebiliriz. Buradan da kaybediyoruz.
Toplumun geneli için olmasa da çoğumuz, bir komedyeni, bir diziyi, bir şöhrete kavuşanın boş sözlerini ve hayatını takip ettiğimiz ve ilgi duyduğumuz kadar, bir yazarı, bir şairi ve edebiyatı takip etmiyoruz. İşte burada "oku" emrinden uzak kalıyoruz. Asıl kaybedişimiz buradan başlıyor. Gittikçe kültürümüzü de kaybediyor ve unutuyoruz; değerlerimizi ve özümüzü de.
Son olarak şunu ekleyelim: Okumak, sadece okumak değildir. Okumak, Yaratan Rabbin adıyla okumaktır. Asıl okumak budur. Kaçımız bu çizgideyiz? Kaçımız az da olsa dolu bir hayat yaşamaya çalışıyoruz? Hayatın dolu tarafından bakalım. Hayatımızın tartısı neyi gösteriyor? Ağırlık hangi tarafta. Ağır basan ne taraf ise, biz oyuz. Şimdi kendimizi tartalım. Yani hayatımızı. Hayatın dolu tarafında kalmak duasıyla.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.