Boş mezarların hikayesi

Mezar ürküten bir kelime. Herkesi bekleyen bir mezar vardır, kim bilir nerde, nasıl, kimlerin omuzunda son durağa gideceğiz. Gözü yaşlı elinde mendil insanlar, bir namazlık saltanat için bir musalla taşına konup, “hakkınızı helal edin Müslümanlar” çağrısına “helal edin” diye cevap veren mutadı bozmayan insanlar.

Ölümden çok korkan bir ilk mektep çocuğu Cahit Sıtkı şöyle diyor;
Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde nasıl kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında

Tarihte eksik sanat eserleri vardır, daha çok düşünceye açıktırlar. Milo venüsü iki kolu yok bir heykeldir, sanat tarihçileri iki kolu olmadığı için ona iki kol uydurmak için sayısız sanat felsefesi yaparlar. Tarihte bitmemiş romanlar vardır, bitmemiş sanat eserleri vardır, edebiyattaki diliyle “unfinişhed novel.” Bitmemiş romanlar, bunlar bilerek bilmeyerek yarım bırakılmış ve çok yoruma açık kalmışlardır. Tanpınar’ın Aydaki Kadın romanı bitmeden Tanpınar ölmüştür, bir talebesi malzemeyi bitirmiş bir roman yapmıştır ama roman yine tek anlamlılıktan bitmemişliğiyle çok anlama geçmiştir.

Bitmemişliğin yanında boş mezarlar vardır, mezarcılar hergün ölecekler için bir sayı belirlerler ve gününden önce mezarları kazarlar, hamamda havluları müşteriye göre ayarlayan tellaklar gibi. Abdülhak Hamit’in babası evin bahçesine dadanan çocukları korkutmak için evin sınırına bir boş mezar yaptırır başına kimliksiz bir mezar taşı koyar. Hamit çocukken o boş mezarı sürekli görür, boş da olsa mezardan etkilenir, küçüklüğünde ölüm onun şuur altında yer etmiştir. Fatma hanım ölünce onu Beyrut’ta defnedip İstanbul’a döner. Boş mezar onun şuur altına kazılmıştır, sonra baba daha küçük yaşta Tahran’da ölür. Arkasından Fatma Hanım ölür, bütün şuur altına yığılmış malzeme Makber şiiri ile ortaya çıkar. Olaylar kalbimizin tarlasına ekilmiş tohumlardır başka olayları çağırırlar birleşir bir büyük olay olurlar.

Bediüzzaman’ın naaşı Halilürrahman’da yıkandıktan sonra Ulu cami’de namazı kılınır ve tekrar Halilürrahman’a getirilir. Oradaki iki kubbeli lahde defnedilir. İki kubbeli  türbe hakkında Urfa’da dolaşan rivayetlere göre  Şeyh Müslim isimli bir zat 1954 yılında Dergahı tamir ettirdiği sırada ayrıca kendisi için de bu iki kubbeli yeri yaptırıyor. Sonra rüya aleminde ona şöyle deniliyor: “Sen kendine başka bir yer yaptır. Buranın sahibi vardır, buraya o gelecektir.”

Rüyada bu emir kendisine iki defa tekrar ediliyor. Bu rüya üzerine Şeyh Müslim burasını boş bırakıp kendisine başka yerde bir mezarlık yaptırır. İşte altı yıl öncesinden gaybtan gizli bir planla burası Bediüzzaman’a hazırlanmıştır. O mezara defnedilir.

Bu konuda Bediüzzaman’ın cenazesini yıkayan Urfa’nın büyük ve tanınmış alimlerinden Molla Abdülhamit Efendi bir hatırasını şöyle anlatıyor. “Kadıoğlu Camii’nde itikafta idim. Gece rüyamda Bediüzzaman Hazretlerini gördüm, bana “Ben vefat edeceğim, benim cenazemi yıkayacaksın“ diye emretti. Ben de cevaben “Ya  Üstad Şu anda dinen itikaftan çıkmama cevaz yoktur. Nasıl çıkabilirim dedim. Bunun üzerine Hazreti Üstad: Mütlekal ebhur’un –Fıkıh kitabı- filan sahifesinde cevaz vardır, oraya bak dedi.” Sabahleyin uyandım. Rüyamın heyecanı içinde hemen kitaba baktım. Hakikaten aynen dediği gibi çıktı. Ben de itikaftan çıkarak cenazeyi yıkama şerefine nail oldum.”

nursi_mezar.jpgDefinden sonra 11 Temmuz 1960 Pazartesi günü Urfa Valisi Necdet Yalçın ile Doğu Bölgesi Kolordu Kumandanı askeri bir uçakla Konya’ya geldiler. Konya İmam Hatip okulunda öğretmenlik yapan Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecit Ünlükul vilayete çağrılır. “Kardeşin Said Efendi’nin cenazesini Urfa’dan nakledeceğiz“ derler. “Siz istemiş olacaksınız. Şu kağıdı imza edin.” “Benim böyle bir isteğim yok.” “Haydi çok uzatma burayı imza et.”

Abdülmecit Ünlükul’un Muzaffer Arslan’a anlattığına göre Cemal Tural ile beraber askeri uçakla Urfa’ya gelirler. Bir subay Diyarbakır‘dan galvanizli tabut yaptırıp getirmiştir. Gece saat bir sıralarında mezar kırılarak cenaze çıkarılır. Bozulmamış bir şekildeki cenaze tabutla uçağa yerleştirilir. Uçak Afyon havaalanına iner, Dinar üzerinden Isparta istikametine götürülür, bir kabre yerleştirilir.

Bediüzzaman ve boş mezar veya boş mezarlar… Hiç kimse Bediüzzaman kadar  mezar değiştirmemiştir. Urfa’da umarsız iktidarın, beceriksiz yönetimin ölümünü bile ona çok görüp beldeye terk etmesini istediği sırada Ulu Camii’de musalla taşına çıkan Bediüzzaman Halilür Rahman‘da bir mezara konur. Büyük adamların mezarları canlı iken çağırdığından çok adam çağırır. Urfa her gün yüzlerce otobüsün uğrak yeri olur. Cumhuriyet diye yaygara basanlar cumhurun sevgilisi bir insanın bu ziyaretçi selinden rahatsız olurlar. Bir gün mezarında ölüyü alıp belli olmayan bir beldeye götürürler, arkasından bir boş mezar kalır. Kiralık ev gibi, daha önce oturduğumuz evleri nasıl terk eder başka evlere gidersek, Bediüzzaman da bu evini terk eder ikinci mezarına evine doğru gider.

Bediüzzaman’a ölü denmez. Acaba o mezardan çıkarılan beden kendisine yapılan bu bed nakliyat işlemini seyrederken neler düşündü? Eğer kader izin vermemiş olsaydı bu nakil işlemine Bediüzzaman gibi bir insanın mezarına vurulan kazma bir şehrin, bir ülkenin hayat damarlarına vurulan neşter gibi belaları çağırırdı.

Ama zaten kendi de öyle istemişti, çünkü mezarına yapılan ziyaretlerde haddi marufu aşan insanlar yüzünden Bediüzzaman ruhen çok rahatsız olmuştur. Mezarının naklinden rahatsız olmadığından çirkin muameleye karşılık vermemiştir, ama yapılan dünya tarihinin en benzersiz olayıdır. Hayatı boyu zehirlenen, sayısız zulümlere dayanan insana mezar bile çok görülmüştür.

Isparta’da ikinci bir mezara nakledilir, artık gelen giden yoktur. Bediüzzaman’ın mirası eserleridir, onların ziyareti için kapağının açılmasından mutlu olur. Bir süre sonra bu mezar da fark edilir, mezar bir gecede boşaltılır, başka bir mezara götürülür. Bu Bediüzzaman’ın hayatındaki ikinci boş mezardır.

Üçüncü mezarına nakledilen Bediüzzaman’ın mezarı oradan da çıkarılır bir başka mezara götürülür. Bir insanın hayatında üç boş mezar, bir dolu mezar… Yunus Emre’nin mezarları onu aşkındır, herkes kendi Yunus’una sahip olunca hangisinin hakiki Yunus olduğu bilinememiş, ama kimse de kendinin mezarının sahte olduğuna zehab etmemiş.

Nübüvvet vadisinde doğruyu söyleyip saltanattan uzak duranların hiçbirinin hayatı rahat bir ölümle sona ermemiş. Hikmeti bilinmez. Ahir zamandaki onun Hz Ali’nin Ali Beytinden Bediüzzaman’ın da mezarı bilinmez. Yok ile bilinmez aynı şeyler mi? Hz. Ali, Ömer ve Osman öldürülmüşler, Hz Hasan zehirlenmiş, Hz Hüseyin Kerbela’da katledilmiş. Nedir bu insanlardan istenen? Üstelik öldürenler aynı itikadı taşıyan insanlar. Hz. Osman kendisine öldürmek için dalanlardan birini başını kaldırınca görür, Hz. Ebubekir’in oğludur. “Baban seni bu halde görseydi çok üzülürdü” der. O da bir Brütüs’tür, dünyada Brütüs’ler çok, balta da kendine saldıran baltanın sapını görünce sende mi odun demiştir?

Hz. Hüseyin çöle çıkınca biri bir rüya anlatır. “Ya Hüseyin rüyamda bunun sonunun ölüm olduğunu gördüm” der. Doğruyu söylemeyi hayatından önde gören büyük insan “Olsun ben böyle yaparak haksızlığa karşı olmak için hayatı hakir görmeyi insanlara öğretmiş oluyorum” der.

Şimdi söyleyelim hakkın hatırı alidir hiçbir hatıra feda edilmez, öyle mi? Hatırı ali olan o kadar şey var ki. Hakkın hatırına sıra gelmeden filim koptu. Duydun mu menfaat canavarı diye bir şey çıkmış, dabbetülarzdan daha tehlikeli. ”Menfaat-ı maddiye cihetinden gelen rekabet yavaş yavaş ihlası kırar.” Menfaat temini için cemaat ve dava elbisesini giyenlere bayramlık günler.

Acaba Bediüzzaman “ölümümle her şey bitmedi, boş mezarlar serisi sizi yine benimle meşgul edecek o da benim bitmemiş romanım” demek mi istiyor? Zaten o roman bitmedi. Barla da başlayan roman hala devam ediyor, her gün yorumlarla levhi mahfuz da Risale-i Nur gittikçe büyüyor. Yaşanan kitaplardan daha çok okunan kitaplardan alının feyizler varlığın hafızası olan Levhi Mahfuzda sayısız ciltlerden oluşan bir eser külliyesine ulaşıyor. Büyük arşivin memurları hergün oluşan metinleri dolaplara yetiştirmek için habire çalışıyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum