Bütün bu işler sizin için

Bir zaman çok kalabalık bir kabile varmış. Çoluk, çocuğuyla, genci ve yaşlısıyla ve bir kısım hayvanlarıyla aç ve sefalet içerisinde derme çatma çadırlarda boş hali bir arazide yaşarlarmış.
Bir gün o memleketin merhametkar ve keremkar sultanı, bu biçarelerin haline acıyarak onların barınma ihtiyaçlarını sağlamak ve hazinelerindeki sair nimetlerinden istifade ettirmek üzere o boş ve hali ovada büyük bir faaliyete başladı.
Dehşetli tebdiller ve tahvillerle müthiş patlamalarla çukurlar açmaya ve lüzumlu maddeleri yığmaya depolamaya başladı.

Dağlar büyüklüğünde kum-çakıl yığınları, tonlarla demir ve çimentolar ile daha nice malzemeleri arazide iddihar ederek yüzlerce işçiyle garip, acip, apartmanlar, saray gibi meskenler, enerji üreten santraller, sanayi-i garibe çarşıları, şahane yollar ve misafirhaneler, mescitler, şifahaneler daha neler neler yapmaya başladı.
Altı ay gibi kısa bir zaman sonra öyle bir şehir inşa etti ki bakan ve görenler hayrette kaldılar. Hiçkimsenin hiç bir kusur bulamayacağı muhteşem bir memleket haline getirdi. Daha sonra o aç ve sefil yaşayan garipleri o memlekete getirdi ve her birisine münasip menzillerde yerleştirdi, iskân etti.
Yine o merhametkar Sultan, yol ve iz bilmez sanayi garibeden anlamaz o biçarelere mürebbiler, rehberler, mürşitler ve nişanlı yol göstericiler gönderdi ve fermanlarıyla o memleketten istifade ve istifaza yollarını gösterdi.

Hukuku ammenin muhafazası ve asayişin temini ve huzuru daimilerini sağlamak içinde emirnameler ve kanunlar ve onları uygulayıcı rehberler gönderdi.
Görünmeyen ve onlara göre uzaklarda olan o Sultanın hatırlanması ve kendilerine yapılan ihsanı şahaneleri unutmamaları, oraya getirilişlerinin nedeninni unutmamaları ve kendi içlerinde ifsada ve tahrip ve anarşiye düşmemeleri içinde memleketin her yerine bayraklar, nişanlar astı vazifedarlar tayin etti.

Bir zaman sonra o kafile ikiye ayrıldı bir kısmı akılları başlarında, mazhar oldukları bunca ihsanı unutmadan Sultana bağlılıklarını, mürşit ve mürebbilerinin yol göstermeleri sonucu Şefkatli Sultanlarına daima minnettarlıklarını bildirdiler. Hürmet ve itaatlerini ifade etmek üzerede düzenli olarak merasimler, toplantılar yaptılar ve teşekkür namelerle sundular.
Kendilerine verilen ve bir cihette emanet olan malları nemalandırmaya, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek sanayi garibeden anlamaya ve insaniyette terakki etmeye insan gibi yaşamaya ve nihayetsiz hazineleri olan Sultanlarını razı ederek O’nun daimi nimetlerinden istifade yollarını aramaya başladılar.

Kafilenin diğer bir kısmı eski sefil hallerini ve kendilerine yapılan şahane ihsan ve ikramları unuttular. Getirildikleri memlekette birer gasıp gibi hareket etmeye, Haşmetli Sultanın işaret ve alametlerini ve memurlarını görmemeye ve mürşit ve mürebbilerini tanımamaya ve itaat etmemeye başladılar.
Kendilerine verilen o kıymettar mal ve meskenleri hor ve hakir kullanmaya, kırıp dökmeye, asayişi ihlal ederek masumların hak ve hukuklarını çiğneyerek bütün memleketi yakıp yıkmağa, görünmeyen O Sultanı inkâr etmeye ve anarşiye başladılar.

Hadiseleri ve olayları hep takip eden merhamet kar Sultan, merhametinin timsali ve mümessili olarak son defa en önemli fermanını ve elçisini onları ikaz etmek, kendi saadet ve selametleri aleyhine vaziyetlerini anlatmak ve akıllarını başlarına almalarını sağlamak ve has memleketine ziyafete davet etmek üzere gönderdi.
Gerek fermanına ve gerekse elçisine öyle has nişanlar ve özel alametler, has nutuklar, öyle değerli pırlantalar taktı ki, o Sultan’dan başkasında o cevherler bulunmaz ve takamaz.
O nişan ve alametlere bakarak o gafiller kat’i anlasın ki, Elçiyi ve o Elçi ile beraber o Fermanı Sultan göndermiş, şüpheleri kalmasın.

Bin nişanlı ve beliğ lisanlı ve çok güzel ahlaklı çok şefkatli o Elçi, her sahifesinde Sultana ait mühür ve sikkeler olan fermanı eline alarak o asi ahaliyi yüksek bir tepeye davet ederek fasih ve müşfik bir lisanla okumaya başladı.
“Ey insanlar sizler karanlıklarda evsiz barksız sahipsiz değil miydiniz?”
“Sefil ve sefalette açıkta ve aç bi-ilaç ve susuz değil miydiniz?”
“Bu memleketin yeri boş ve bilinmezken bu memleket kurulacak şekilde acip ve garip dehşetli faaliyetleri kim yaptı?”
“Bu memleketin güzel bir şekilde kurulması için tonlarla malzemeleri muntazaman bir şekilde bu vadiye kim yığdı ve iddihar etti?”
“Altı ay gibi kısa bir zamanda bu ucu bucağı görünmeyen muntazam memleketi imar ve iskâna ve rahatınıza ve yaşamanıza uygun müsait muntazam ve düzenli hale kim getirdi?”
“Sizleri bu muntazam ve her şeyi yerli yerinde olan güzel memlekete kim getirerek iskan etti?”
“Oturduğunuz ve rahatınıza verilen ve her şeyi yerli yerinde olan hiçbir şeyi ve konforu ihmal edilmeyen bu güzel kullanışlı meskenleri kim yaptı?”
“Her türlü ihtiyaçlarınızı gördüğünüz şu çarşı ve pazarları, tezgâhları kim kurdu?”
“Her türlü leziz yiyeceklerin bulunduğu sofraları, aşevlerini, imarethaneleri, misafirhaneleri sizler için kim açtı?”
“Evlerinizi aydınlatan, ısındığınız ve yemeklerinizi pişirdiğiniz bu enerji santrallerini kim kurdu?”
“Şu şahane yolları, su arklarını, adım başı çeşmeleri, her türlü çiçek ve ağaçlarla müzeyyen park ve bahçeleri, seyran ve temaşa yerlerini kim yaptı?”
“Bu muhteşem memleketin her yerini gezesiniz ve nimetlerinden istifade edesiniz diye türlü türlü vasıtaları binekleri hizmetinize kim verdi?”
“Bu muhteşem memleketin gelir ve giderlerini ve eşyanın muvazenesini, teneffüs ve temizliğini tedarik etmek üzere binlerce amele ve işçileri ücretsiz olarak kim çalıştırdı?”
“Sonra, o çok İzzetli ve Haşmetli ve Şefkatli Sultanın fermanına devamla;
“And olsun şu muhteşem muntazam memlekete, (ki, ihtişamıyla nizam, intizam ve muvazenesiyle haşmetli ve hikmetli tasarrufumla benim servet ve iktidarıma vücuda gelmiş)”
“And olsun şu mükemmel apartmanlara (ki benim ilmim, gına ve servet ve kuvvetimle yapılmışlardır)”
“And olsun şu düzenli yanan ve yanmak muvazenesi bozulmayan ve yakıtı tükenmeyen santrale (ki, soba ve lambanız ve aşçınız olarak onu ancak istifadenize ve hizmetinize hazinemden çıkararak ben verebilirim)”
“And olsun şu arklara, pınarlara park ve bahçelere, onlara terettüp eden faydalı neticelere (ki, tenezzüh ve seyir ve keyfiniz, meyvelerinden yemeniz için sırf hazinemden tezyin, tanzim ve tefriş ettim)
“And olsun şu hayatınızın devamı ona bağlı olan yiyeceklerinize, aşevlerine, imaret evlerine bağ ve bostanlara ( ki sizi aç ve açlıkta ve sefalette bırakmadım her türlü leziz yiyecekleri önünüze serdim.)
“Bütün bu muntazam faaliyetler ve bu nimetler ve bu ikramlar ne için ve kimin içindir?”
“Bu hadsiz masraf ve icraatların neticesi kime ve neye fayda sağlıyor?”
“Bu her tarafı kuşatan rahmet ve nimetin hedefinde ve ortasında kimler var?”
“Bütün hayvanlarınızı özellikle sizleri hedef edinen ve kucağına alan hikmeti, Rahmeti, İhsanı, Kudreti tazammun eden bu muhteşem İrade’nin arkasındaki zat Kimdir?”
“Bütün bu gözünüz önünde olanlardan sonra ve aklınızla derk edeceğiniz ihsan ve ikramlardan sonra hala bunca hakimane faaliyet, rahmet ve ihsanı inkâr ile irade sahibi o Merhametkar Sultanı tanımazlıktan görmemezlikten gelir misiniz?”

İşte aklı başında olan anlar ki, gerek Sultanın elçileri ve gerekse gönderdiği fermanlar, Sultanı ve iktidarını hatırına getirmeyen ve her şeyin sanki hazır tesadüfen önlerine konduğunu sanan…  Veyahut şuursuz sebepler vasıtasıyla meydana geldiğini zanneden o gafillere, akıl edemedikleri ve zahiren görünmeyen o Sultan vesilesiyle bu işlerin olduğunu ve şuursuz iktidarsız ve servetsiz sebeplerin bu işleri yapamayacağına akıllarına kapı açmak içindir.

Evet, sözü söz sultanına bırakalım.
“Evet, şu kâinatta görünen mevsimlerin değişmesi gibi haşmetli icraat ve seyyârâtın tayyâre-misâl hareketleri gibi azametli harekât ve arzı insana beşik, güneşi halka lâmba yapmak gibi dehşetli teshîrât ve ölmüş, kurumuş küre-i arzı diriltmek, süslendirmek gibi geniş tahvilât gösteriyor ki; perde arkasında böyle muazzam bir Rubûbiyet var, muhteşem bir saltanatla hükmediyor. Böyle bir saltanat-ı Rubûbiyet, kendine lâyık bir raiyyet ister ve şâyeste bir mazhar ister..” (Sözler 10. Söz sh. 73)

“"Âyâ, üstünüzdeki semâya bakmıyor musunuz ki, Biz ne keyfiyette, ne kadar muntazam, muhteşem bir sûrette binâ etmişiz. Hem görmüyor musunuz ki, nasıl yıldızlarla, ay ve güneş ile tezyin etmişiz, hiçbir kusur ve noksaniyet bırakmamışız. Hem görmüyor musunuz ki, zemini size ne keyfiyette sermişiz, ne kadar hikmetle tefriş etmişiz. O yerde dağları tespit etmişiz, denizin istilâsından muhâfaza etmişiz. Hem görmüyor musunuz, o yerde ne kadar güzel, rengârenk herbir cinsten çift hadrevâtı, nebâtâtı halk ettik, yerin her tarafını o güzellerle güzelleştirdik. Hem görmüyor musunuz, ne keyfiyette semâ cânibinden bereketli bir suyu gönderiyoruz. O su ile bağ ve bostanları, hubûbâtı, yüksek leziz meyveli hurma gibi ağaçları halk edip, ibâdıma rızkı onunla gönderiyorum, yetiştiriyorum. Hem görmüyor musunuz, o su ile ölmüş memleketi ihyâ ediyorum, binler dünyevî haşirleri icad ediyorum.” (Sözler 25. Söz sh. 397)

“Size böyle nimet eden Zat, sizi başıboş bırakmaz ki kabre girip kalkmamak üzere yatasınız”.
”Kabirden sizi ihya edip, haşre getirip, huzuru kibriyasında hesabınızı görecektir.”  (Sözler 25)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.