Büyük zulümler ve zalimler dünyada neden karşılık görmüyor?

Büyük zulümler ve zalimler dünyada neden karşılık görmüyor?

Allah'tan ümit kesmeyin ayeti var ama pek çok insan uğradığı haksızlık tamir edilmeden oluyor. Bu durum nasıl açıklanır?

Soru: 

Büyük zulümler ve zalimler dünyada karşılık görmüyor, zalim de mazlum da bir karşılık görmeden ölüp gidiyor.
Uğradığım bir zulümden dolay uzun suredir dua ediyorum, benden önce büyük zulüm görenlerin durumuna bakarak duanın kabulünden umut kesmek doğru mu? Allah'tan ümit kesmeyin ayeti var ama pek çok insan uğradığı haksızlık tamir edilmeden oluyor. Bu durum nasıl açıklanır?

Cevap:

- Büyük zalimlerin zulümleri, mahşerdeki büyük/ağır mahkemeye ertelendiği için bu dünyada cezaları tam görülmüyor.

Bu konuyu üstad Bediüzzaman’ın ağzından dinleyelim:

“Nasılki küçük kabahatleri işleyenlerin, nahiyelerde cezaları verilir. Büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir.

“Öyle de: Ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için kısmen dünyada ve süraten verilir. Ehl-i dalaletin cinayetleri, o kadar büyüktür ki: Kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, mukteza-yı adalet olarak âlem-i bekadaki mahkeme-i kübraya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.” (Lem'alar, 48)

“... ekseriya zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor, te'hir ediliyor. Yoksa, bakılmıyor değil. Bazan dünyada dahi ceza verir. Kurûn-u sâlifede (İslam öncesi çağlarda) cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azablar gösteriyor ki: İnsan başı boş değil, bir celal ve gayret sillesine her vakit maruzdur.” (Sözler, 65)

- Duanın kabulü, Allah’ın hikmetine bağlıdır. Biz, bizim için neyin nasıl olması durumunda iyi veya kötü olacağını bilemiyoruz. “Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir; siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

Bediüzzaman hazretlerinin şu ifadeleri de konumuza ışık tutmaktadır.

“...otuz senedir (bir hastalığım için) şifa duasını ettiğim halde, duam zahirî kabul olmadığından, duayı terk etmek kalbime gelmedi. Zira hastalık, duanın vaktidir; şifa, duanın neticesi değil. Belki Cenab-ı Hakîm-i Rahîm şifa verse, fazlından verir. Hem dua, istediğimiz tarzda kabul olmazsa makbul olmadı denilmez. Hâlık-ı Hakîm daha iyi biliyor, menfaatimize hayırlı ne ise onu verir. Bazan dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için âhiretimize çevirir, öyle kabul eder. Her ne ise... Hastalık sırrıyla hulusiyet kazanan, hususan za'f u aczden ve tezellül ve ihtiyaçtan gelen bir dua kabule çok yakındır. Hastalık böyle hâlis bir duanın medarıdır. Hem dindar olan hasta, hem hastaya bakan mü'minler de bu duadan istifade etmelidirler.” (Lem'alar, 215)

- Beddua konusu, duadan farklıdır. Prensip olarak “beddua” insana sevap kazandıran bir şey olmadığı gibi, bize haksızlık eden zalimin cezasının hafifletilmesine vesile olur. Nitekim, bir rivayete göre, Hz. Aişe, yorganını çalan bir hırsızın aleyhine beddua etmiş, Peygamber efendimiz “Beddua etmekle onun cezasını hafifletmiş olursun.” demiştir. (bk. Ebu Davud, hno: 1497)

- Yapılan bedduada şu noktalara dikkat edilmelidir:

a) Yapılan beddua, zalimin yaptığı haksızlıktan daha fazla değerde olmamalıdır. Örneğin, senden bir kalemi gasbeden veya çalan bir kimse için “Allah onun canının alsın veya gözlerini kör etsin” şeklinde beddua etmek doğru değildir. Çünkü, bir canın veya gözlerin değeri kalemin değerinden kat be kat üstündür. Bu takdirde, mazlum iken zalim duruma düşmüş olabilir.

“Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler (saygı gösterilmesi gereken şeyler) kısas kuralına tabidir. O halde kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın, (fakat ileri gitmeyin). Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.” (Bakara, 2/194) mealindeki ayette, hak alma ve hak isteme konusunda adalet ölçüsüne işaret edilmiştir.

b) Zalimin kendisine beddua etmek caizdir, fakat onun ailesine, yakınlarına beddua etmek doğru değildir. Ve mazlumu zalim konumuna düşürür.

“Hiç bir suçlu bir başkasının suçunu yüklenmez.” (Necm, 53/38) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

c) Barışıp hasmı affetmek Allah’ın rızasını kazandıran bir davranıştır.

“Kötülüğün karşılığı, ona denk bir kötülüktür. Fakat kim (kötülük yapanı) bağışlar ve barış yolunu seçerse, onun ödülü Allah'a aittir. Şüphesiz O, zalimleri hiç sevmez.” (Şura, 43/40) mealindeki ayette barış ve affetmenin, intikam almaktan çok daha iyi olduğu vurgulanmıştır.  

Ayetin son cümlesinde yer alan “Şüphesiz O /Allah zalimleri sevmez” mealindeki ifadede yer alan “zalimler” sözcüğü hem ilk haksızlık eden kimseye, hem de kısas alırken hakkından fazlasını alan kimseye bakar. (Nazmu’d-dürer, ilgili ayetin tefsiri)

Bu da gösteriyor ki, mazlum bir kimse, zalime hakkından fazla beddua ederse, zalim duruma düşer.

Sorularla İslamiyet

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.