Çağının Tarihini Yazan Adam: Bediüzzaman

Bediüzzaman’ın Entelektüel Hayatı-7

Valilik Konağında Çağını Okuyan Adam

Mardin’den Bitlis’e giden Bediüzzaman’ın ilmîvukufiyeti ve farklı kişiliği, Bitlis Valisi Ömer Paşa’nın dikkatini çeker. Vilâyet konağında kalarak çalışmalarını devam ettirebilmesi için bir oda tahsis eder. Zengin bir içeriğe sahip konağın kütüphanesi, Bediüzzaman’ın  doğu ile birlikte batı dünyasına ait bilgilere kısa yoldan ulaşmasına zemin hazırlar. Burada geçirdiği iki yıl, din ilimleri ile birlikte fen ilimlerine de vakıf olmasını sağlar.

Bediüzzaman, Bitlis’te gündemi yakından takip etmeye çalışır.  Gazete ve dergilerden istifade eder. Bir yandan coğrafya, tarih,  matematik, fizik,  kimya, astronomi ve felsefe gibi alanlarda yazılmış kitaplarla meşgul olurken; diğer yandan İslam dünyasını, Osmanlıyı ve Şark Vilayetlerini yakından ilgilendiren meseleleri ve gelişmeleri takip eder.

Valilik Konağında Çağının Tarihini Yazan Adam

Ömer Paşanın konağında geçirdiği günler Bediüzzaman’a yeni ufuklar açar. Bitlis’te geçirdiği iki yıllık süre Bediüzzaman’ın İslami ve pozitif ilimlerde derinleşmesine vesile olur.

Molla Said-i Meşhur olarak da bilinen Bediüzzaman bu dönemde özelde şark vilayetlerinin, genelde İslam aleminin geri kalma nedenleri üzerinde odaklanmaya başlar. Bütün problemlerin cehaletten, ihtilaftan ve zaruretten kaynaklandığını anlamaya başlar. Dini ve müspet ilimlerin birlikte okutulduğu bir eğitim sisteminin sorunları çözebileceğini fark eder. İnsanlığın, ‘Kur’ân’ın asır ihtiyarladıkça gençleşen hakikatleri’ ile terbiye edilmesi gerektiğini anlar.

Çağın değişen iktisadi, siyasi, sosyolojik, psikolojik ve kültürel şartlarına karşı geleneksel İslam anlayışının ve düşüncesinin cevap veremeyeceğini anlar.

Dinde, dilde, düşüncede, medeniyette, kültürde bütün İslam birikimini yenileyen ve onu hayatımıza taşıyan anlayışın hakim olması gerektiğini fark eder.

İnsanlığın geldiği nokta dikkate alınarak Kur’ân hakikatlerinin karşılaştırmalı şekilde şerhlerinin yapılması, bunları müzakere zeminleri oluşturulması, hayatın içine taşınması gerektiğini anlar.

Kur’ân hakikatlerinin çağın idrakine uygun bir üslup ile ifade edilmesi gerektiğini düşünür. İnsanlığa İslam’ı yeni bir ‘dil’ ile anlatmanın gerekliliğini fark eder. Din dilini Kur’ân’ın üslubuyla dönüştürerek i’cazlı bir şekilde, okuyanı hayrette bırakan bir üslupla insanlara ulaştırılması gerektiğini hisseder.

Kaleme dayalı iman, kültür ve aksiyon hareketi olarak meydana çıkarak, tezini insan-insan, insan-kâinat, insan-Allah ilişkisi üzerine bina etmenin önemini kavrar.

Artık insanların akıl, kalp, ruh, sır, şuur ve hayal gibi latifelerine birlikte hitap edilebildiği müddetçe insanlık aleminin İslami anlamda bir dönüşüm sağlayabileceğinigörür.

İmanın, hakikatin, nurun, şefkatin ve adaletin güzelliği, çiçeğin, merhametin ve hikmetin hüsnü, ruhun ve suretin cemâli gibi anahtar kavramlar ile insanlığa İslam’ın anlatılmasının lüzumunu anlar.

İslam’ın dilde, düşüncede ve medeniyette yeni söylemler, kaplar ve kalıplar ile kendini göstermesi gerektiğini fark eder.‘İmanın gözüyle ve Kur’ân’ın talimiyle ve nuriyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam’ın dersiyle ve ism-i Hakîm’in göstermesiyle’ İslam’ın anlatılması gerektiğini anlar.

Kur’ân hakikatlerinin usulü, üslubu, esası ve ruhu ile bir bütün halinde insanlığın gündemine taşınması gerektiğini düşünür. 

İnsanlığın Özgeçmişi Risale-i Nurların Tohumları Atılıyor

Bediüzzaman özgürlüğüne düşkündür. Ekmeksiz yaşayabilir, ama hürriyetsiz yaşayamaz. Kayıt altına alınmayı, kanun altında yaşamayı ve hareketlerinin sınırlandırılmasını hazmedemez. Her halinde, her hareketinde serbest olmayı arzu eder. ‘Ben, hürriyet ve serbestiyetimi hiçbir keyfî kanunla tahdid ettirmem.’ der. Son nefesine kadar bu ilkelerine sadık kalır.

Ondaki bu hayat tarzı, çok sonraları Avrupa’dan gelen müthiş bir dalâlet ve zındıka taarruzuna karşı koymayı ve tabiat felsefesinden doğan dehşetli bir mutlak istibdadın Kur’ân’a zıt prensiplerine boyun eğmemeyi, onlara itaat etmemeyi ve hakikî meşru hürriyet olan İslâmî hürriyet ve medeniyete çalışmayı netice verir.

Molla Said, Bitlis’te iken onbeş-onaltı yaşlarındadır. Bülûğ çağına yeni girmiştir. O zamana kadar bütün malûmatı sünuhat kabilinden olduğu için, ilmi meseleleri uzun uzadıya mütalaaya lüzum görmez. Fakat o günden sonra sünuhat yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Bunun nedeni bülûğ çağına girmek ve siyasi hayata atıldığı için halkla yakın temas etmek olarak açıklanabilir.

Sünuhatın kesildiğinin farkına varan Molla Said değişik bilimlere ait eserleri tetkike başlar. Özellikle İslâm dini ile ilgili zihinlerde oluşan şekk ve şüpheleri ortadan kaldırmak için  ‘Metali’ ve ‘Mevakıf’ ismindeki eserler ile ulûm-u âliye olarak nitelendirilen Sarf, Nahiv, Mantık, Tefsir ve İlm-i Kelâma dair kırk kadar kitabı iki sene zarfında ezberler. Her gece 1-2 saat okumak şartıyla, ezberlediği bu kitapları üç ayda bir defa devreder.İlmi sahadaki bu yoğun çalışmaları bir zaman sonra 360 cilt kitabı, 1.300.000 hadisi ezberine almak şeklinde netice verecektir.

Anne rahmine düştüğü günden bu yana Allah’ın inayeti ile çağının vazifeli şahsı olarak yetişen Molla Said sadece bir coğrafyaya, mezhebe, meşrebe ve anlayışa göre değil, bütün insanlığın beklentilerine cevap verecek şekilde yetişir.

Doğuda din ve kalp, batıda ise akıl ve ilim ağır basmaktadır. Molla Said 15-16 yaşına gelinceye kadarki dönemde, daha çok sünuhata, zuhurata, vehbi surette elde edilen bilgiye tabi olarak yaşar. Son 5 yıl içinde birçok doğu ve güney doğu şehrine gider. Buralarda farklı görüşe, düşünüşe, anlayışa, mezhebe ve meşrebe mensup kişilerle karşılaşır.

Bu durum onu, İslam’ın çağın idrakine uygun şekilde anlatılabilmenin yolunun insanların akıllarını ve kalplerini din ve ilim ile ikna ve ilzam etmekten, bunu da üst bir edebi dil ile ifade etmekten geçtiği şeklinde bir kanata ulaştırır. 15-16 yaşlarında ‘Metali’ ve ‘Mevakıf’ gibi eserleri, ulûm-u âliye olarak nitelendirilen  Sarf, Nahiv, Mantık gibi ilimler ile Tefsir ve Kelâm ilmine dair eserleri birlikte tetkik etme ihtiyacı duyar. Bu sistem daha sonraları Medresetüzzehra olarak nitelendirdiği, çok daha sonraları Risale-i Nur olarak karşılığını bulacak bir anlayışın ipuçlarını verir.

İlmi üstünlüğü ulema ve nüfuzlu kimseler arasında Molla Said’e, hatırı sayılır bir şöhret kazandırır. Doğu şehirlerinde ünü gittikçe artan Bediüzzaman’ın sesi Van’a kadar ulaşır. Van’da yeterince alimin olmadığını düşünen Vali Hasan Paşa, Bediüzzaman’ı Van’a davet eder.

Bediüzzaman Davet’e icabet ederek, yeni bir yolculuğa çıkar: Van.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.