Cami ve çocuk birbirine yaklaştırılmalıdır!

Cami ve çocuk birbirine yaklaştırılmalıdır!

Çocuklar, anne ve babalarına Allah'ın imtihan vesilesi kılarak verdiği emanetlerdir.

Hiçbir çocuğun 'sahibi' anne-babası olmadığı gibi yetiştirilmesi ve sorumluluğu da anne-babasıyla sınırlı değildir. İslam fıtratı üzerine yaratılıp, hiçbir şekle girmemiş tertemiz bir toprak gibidir çocuklar, o temiz toprağa hangi tohum ekilirse onun mahsulü alınacaktır.

Cami ve çocuk birbirine yaklaştırılmalıdır!

Cami ve çocuk, şu fani dünyada birbirine en çok yakışan birkaç şeyden biridir. Camiler, ihtiyarlardan bile belki daha önce çocukların merkezi olmalıdır. Cami bahçeleri, çocuklar için oyun sahası, şadırvanlar bir avuç su içmek için uygun yerler olmalıdır. Bu konuda yüksek bir hassasiyet göstermemiz gerekiyor. Zira yaz günlerinin yaklaştığı bu tarihlerde, sokakta oynayan çocukların su içmek için geldikleri cami bahçesine sokulmadıklarını hemen herkes -ne yazık ki- biliyor. Cami görevlilerinin, kirlenmesinin diye çocukları şadırvandan ve avludan uzaklaştırdığını, hepimiz çocukluğumuzdan çok iyi biliyoruz.

Cami görevlilerinin ve dernek üyelerinin bu hususta uyarılması gerekiyor. Cami dernekleri, futbol ve masa tenisi turnuvaları gibi sportif etkinleri bizzat kendisi organize etmesi gerekirken, çocuklara çıkarılan engeller anlaşılır gibi değil.

Mescit merkezli bir medeniyetimiz var!

Mescit merkezli bir medeniyetin evlatları olarak camileri bugün, yalnızca ihtiyarlara has yerler olarak görüyor ve gösteriyor olmamız fazlasıyla üzücü. Hiç düşünmez miyiz küçükken içeri girmesi yasaklanan çocuklar, büyüyünce camiye nasıl girecekler?

Hadis-i şerifte efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, şöyle buyurmuştur: "Çocuklarınız yedi yaşına girince onlara namazı emredin" [Ebu Davud]

Çocuklarımızı, hangi gerekçeyle olursa olun, camiden uzaklaştırma ve onları camiden soğutma hareketini kim yaparsa yapsın, onların ne insanlıktan ne de peygamberi ahlaktan haberleri var demektir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, yakın çevresindeki çocuklara ve torunlarına o kadar ilgi ve sevgi göstermiştir ki; camide namaz kıldırıyorken bile çocuklar efendimizin omzuna ve sırtında çıkabilmişlerdir.

Hz. Peygamber'in uygulaması

Hz. Zeynep'ten torunu Umame bu çocuklardan biridir. Hz. Peygamber onu namazda omzuna alır, rükûa gittiğinde yere kor, kalktığında tekrar omzuna alırdı. [Kütüb-ü Sitte].

Bazen Hz. Peygamber secdeye gidince Hz. Hasan ve Hüseyin gelip Efendimizin sırtına binerlerdi. Hz. Peygamber secdeden kalkarken onları yumuşak bir şekilde alıp yere koyardı. Secdeye gidince onlar yine sırtına binerlerdi, bu durum namaz bitene kadar devam ederdi.

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, bir gün hutbe okuyorken Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin camiye girmişlerdi. Efendimiz onları görünce sözüne ara verip aşağı inmiş ve onları kucağına almıştı." [Nesai]

"Aile halkına namazı emret!"

Kur'an'ı Kerim açısından, aile terbiyesinde imandan sonra namaz, en öncelikli yeri namaz almaktadır.

"Aile halkına namazı emret! O hususta sabır da göster. [Taha, 132] ayetinde 'ailene namazı emret' dedikten sonra, ayrıca namaz konusunda sabretmenin de emredilmesi çok manidardır. 'Ben sabah namazına kaldırdım, kalkmadı' demenin tutarlı ve İslami bir boyutu yoktur. Sabah namazı ya da diğer namazlar konusunda çocuklarını sadece bir defa uyarmakla yetinen anne-babalar, bu hususta hesabını Allah'a verecekleri bir sorumluluk altındadırlar. Öfkeye ve kızmaya da gerek kalmaksızın, anne babalara düşen görev, bıkmadan, usanmadan defalarca namazı çocuklarına anlatmaktır.

Usanmadan emir ve ilginin devam ettirilmesi ve mutlaka neticenin alınması gerekmektedir.

Hz. Peygamber, kızını namaza kaldırıyor!

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem'in, çocuklarla ilişkisinin temelinde namazın olduğunu görüyoruz. Peygamberimiz, çocuklara anlatırken en çok namaz üzerinde durmuştur.

Enes (ra) Tahrim Suresi'ndeki: "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun" mealindeki ayet nazil olduğunda Hz. Peygamberin sabah namazına çıkarken altı ay boyunca Hz. Fatıma'nın kapısına uğrayıp onları namaza çağırdığını bildirmektedir.

Namaz ve çocuk meselesinde, 'çocuğuna kıyamadığını', 'çocuğunun uykusuz' kaldığını söyleyen anne babalar, hem kendilerine hem de çocuklarına kıydıklarının farkında değiller mi? Bununla ilgili ayetler, çok açık bir biçimde indirildiği halde, hala nasıl oluyor da anne-babalar kendileri kalktıkları sabah namazına çocuklarını kaldıramıyorlar? Kendilerini ve çocuklarını namaz hususunda 'serbest' bırakabiliyorlar?

'Söylüyoruz, ama kılmıyor' demenin hiçbir geçerli meşruiyeti yoktur. Binlerce defa anlatmak gerekecekse, çocuklarımıza binlerce defa namazı yeniden anlatmak zorundayız.

Milli Gazete